Ana içeriğe atla

Dökülen Ağaç Yaprakları Değerlendirilemez mi? *

Sonbaharla birlikte önce sararan, ardından dökülmeye başlayan ağaçların yaprakları, kış mevsiminin ikinci ayını yaşamamıza rağmen hala dökülmeye devam ediyor. Çünkü sararan yapraklar dalından aynı anda kopup yere düşmüyor. Sanırım sırası gelen yaprak, sıra bende deyip yuvasından peyderpey uçup yere düşüyor. Yere düşüşleri bile görülmeye değer. Yere düştükten sonra çıkan rüzgarla birlikte sağa sola sürüklenme riski olsa da bu yaprakların, düştüğü ağacının dibinde oluşturdukları desen ve görüntüler de bana göre çok hoş geliyor.

İsterim ki ilkbaharla birlikte yemyeşil görüntüsüyle gönlümüze sürur ve gözümüze seyir zevki vererek görevini bihakkın yerine getiren bu yapraklar, sararıp döküldükten sonra da ağacın altında biraz nefeslensin. Nefeslenirken de doğaya, doğal katkıda bulunmaya devam etsin. Çünkü “Dökülen yapraklar, azalan yaban hayatı popülasyonu korumak için gerçekten faydalıdır. Dökülen yapraklar, ağaç/ağaççık ve bitki kök sistemlerini örter, toprağın nemini korur, yabani otları önler ve diğer bitkileri bastırır. Yavaş yavaş parçalanırlar ve (temel) besinleri bitkilere geri verirler”.

Gazel dediğimiz kuruyup dökülen bu ağaç yapraklarının nedense düştüğü ağacın altında biraz nefeslenmesi istenmiyor. Çünkü bu yapraklar hemen temizlenmesi gereken çöp olarak görülüyor. Nerede yaprağını dökmeye başlamış bir ağaç varsa en az iki belediye görevlisinin orada bittiğini görebiliyoruz. Bunların elleri de boş değil. Yanlarında süpürge, çöp kovası, tırmık vs aletleri var. Bu ağaç, yaprağını tamamen dökmüş, burayı temizleyelim de demiyorlar. O gün ağaçlar ne kadar yaprak dökmüşse bir güzel silip süpürüyorlar. Sonra bir araya topladıkları gazelleri, seyyar çöp kovalarına doldurup her türlü çöpün atıldığı çöp konteynerinin içine boşaltıyorlar. Bir yeri süpürüp diğer ağacın altındaki gazelleri toplamaya doğru giderlerken temizledikleri ağacın altına yeni yeni yapraklar dökülmeye devam ediyor. Bu arada ertesi günkü görevleri de hazır. Yeni dökülen yaprakları temizlemek. Sanırım başka da görevleri yok.

Çöpe dökülüp çöplerin depolandığı yere bu yaprakların götürülmesine üzülmüyor değilim. Gözümün önüne yufka veya bazlama yapan annelerimiz geliyor. Onlar ekmek yapmadan önce dağa ve ormana gidip yanlarında götürdükleri çuvallara dökülmüş yaprakları doldurur, sırtına yüklenir, tandır evine depolarlardı. Ekmek yapacakları zaman bu gazelleri kah tutuşturmak kah sönmeye yüz tutmuş ocağı alevlendirmek için kullanırlardı. Yani bu yapraklar boşa gitmezdi. Ağacının altında üst üste yatmış ve emekliliğinin keyfini çıkaran ihtiyaç fazlası yapraklar ise toprağın nemini korumaya devam ederdi. Mantar aramaya gidenler de mantar bulmak için ağaç diplerine bakar ve gazelleri alt üst ederlerdi. Çünkü çoğu gazelin altında mantar bulmak olası idi.

Dökülen bu yaprakları günümüzde değerlendiremez miyiz? Betonlaşan ve yüksek katlı binaların içinde gazeller toplanıp ekmek yapımında kullanılsın falan demiyorum. Çünkü evinde tandırı olan ve ekmek yapan aile sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Bu yapraklar döküldüğü yerde kalsın da istemiyorum. Yol, kaldırım gibi araç ve insan yoğunluğunun olduğu yerlere dökülen yaprakların çiğnenip saman olmaması, esen rüzgarla birlikte üzerimize tozun gelmemesi ve üzeri ıslandığı zaman gelip geçenin ayağının kaymaması için temizlenmesinde fayda var. Çimlerin üzerine düşen yapraklar da çimi çürütmeyecek şekilde zaman zaman temizlensin. Temizlerken oluşturacağı nemiyle ağaca fayda sağlayacak şekilde ağacın kökünde ve altında biraz yaprağın kalmasında fayda olacağını düşünüyorum. Toplanan yaprakları çöpe atıp çöplerin depolandığı yere dökmektense, bunları uygun yerlere boşaltarak veya gömerek bunların doğal gübre olması sağlanabilir. Yine gerekli tesisler kurularak bu yapraklar preslenip yakıt olarak kullanılabilir.

*09/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde