22 Aralık 2020 Salı

Usul mü, Asıl mı? *

Bu ülkede, ne zaman infiale sebebiyet verecek bir olay patlak verdiğinde, netameli bir konu ısıtılıp ısıtılıp önümüze konduğunda; bir konuşmacı, maksadını aşan bir cümle sarf ettiğinde; biri, alışılmışın dışında yeni ve aykırı bir şey söylediğinde veya bir gaf yaptığında ya da bir kesimin yumuşak karnına dair bir imada bulunulduğunda; konu, soğukkanlı bir şekilde konu, anlaşılmaya çalışılmaz, bu olayla ne murat ediliyor, önümüze konan bu sorunu, yeni sorunlara yol açmadan nasıl çözeriz denmez; taraflar, freni patlamış bir araç gibi harekete çeker. Ortalığı toz duman kaplar. Artık haklı haksız meselesi değildir konu. Mahalleden birine yapılan bu saldırı, mahalleye yapılmış kabul edilir ve suç bastırırcasına karşı mahallenin tüm kirli çamaşırları ortaya dökülmeye çalışılır. Kim sesini nasıl duyurabilecekse o yolu dener. Bu yolları denerken sakinlikten eser olmaz. Sesler alabildiğine yüksek çıkar. Çünkü samimiyetin, mahalleyi korumanın, haklı davalarına arka çıkmanın, karşı tarafı susturmanın, konuşuyorsa da hata yapmasına zemin hazırlamanın tek ölçüsü bağırmaktır, hakarettir, belden aşağıya vurmaktır. Sorun her ne ise mesele, asla medenice konuşulmaz ve tartışılmaz.

Köşede, kenarda olan bu mesele; taraftarlara mesaj vermek, onları pozisyon almaya sevk etmek, bakın bizim adam yalnız değil demek için sosyal medyaya taşınır. Karşı mahalleye meydan okunur, parmak sallanır ve güç gösterisi yapılır. Kelime dağarcıklarında ağza alınmayacak ne kadar kelime varsa bu alem aracılığıyla boşaltılır ve tartışma bir başka boyuta taşınır. Basiret ve ferasetin olmadığı bu gerilimde, esas mesele de bu arada kaynar gider.

Bir kılıç ve silahın eksik olduğu bu kavgada, sen; bu olayın doğrusu nedir, olayın aslını öğreneyim, bu olay suhuletle çözülmeye çalışılsın, taraflar gerilimi düşürsün. Zira gerilimin kimseye faydası olmaz, demeye kalkarsan mahallenin fedaileri karşı mahalleyi bırakır, tüm oklarını sana döndürür. Çünkü mesele, senin bildiğin gibi değildir. Ayrıca sen onların niyetlerini, geçmişte yaptıklarını bilmezsin. Ortada durmanın, doğruya doğru, yanlışa yanlış demenin şimdi hiç zamanı değil. Bu pozisyon, karşı tarafa şirin görünmektir, eziklik alametidir ve taviz vermektir. Zaman kenetlenme zamanı ve onlara anladığı dilden konuşmak ve yazmak gerekir.

Tartışmanın çıktığı asıl konu ve sorunu unutturan bu gerilim, bir başka olay patlak verinceye kadar devam eder. Bundandır ki biz, hiçbir asıl meselemizi çözemedik bugüne kadar.

Kangren olmuş birçok asıl meselemizi çözemeyişimizin temelinde, usule riayet etmeyişimizin yattığını düşünüyorum. İsterseniz burada usul ve asıl ne demektir, ona bakalım. Usul, "Bir amaca erişmek için izlenen, tutulan yol, yöntem, tarz" iken asıl, "Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı, kök, köken, kaynak, gerçeklik, esas, hakikat, gerçek, bir şeyin temelini oluşturan, ana, başlıca, başta gelen" demektir. Kısaca bir şeyin anası ve temeli, asıl iken asla giden yolu izlemeye de usul deniyor. 

Hangisi daha önemli? Usul mü yoksa asıl mı? Her ne kadar önemli olan asıl ise de usul de asıl kadar önemlidir. Hatta usul, asıldan daha önce gelir. Çünkü asıla dair yapılan tartışmaların sonuçsuz kalmasının temelinde, usule dikkat etmediğimiz, usulü ihmal ettiğimiz yatar. Nedense usulü önemsemiyoruz. Halbuki menzile ulaşmak için izleyeceğimiz yol, çok önemlidir. Bu yüzden “vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” denir. Bence bilgisi, birikimi, statüsü ne olursa olsun; yol yordam, usul, adap ve had bilmeyenlerin, bir şey yapacağım derken bir başka şeyi kıranların, bu ülkeye ve inandıkları değerlere yapabilecekleri en büyük hizmet, asla dair söz söylememeleridir. 

*23/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Aralık 2020 Cumartesi

Çok mu Zor Orta Yolu Tutmak? *

Yazılarımda zaman zaman hutbe içeriklerine değinirim. Kah eleştirdim kah hutbe dediğin böyle olur dedim. 18 Aralık tarihli hutbeyi de cumaya gidenler dinlemiştir. Gitmeyen veya gidemeyenler de sanal alemden bu hutbeyi okuyabilirler. “Mümin Her İşinde Mutedildir” başlığıyla okunan bu hutbe, kangren olmuş bir yaramıza parmak basan bir hutbeydi. Hutbede,  

“İslam dininin; alışverişte, eğlencede, yeme-içmede, giyim-kuşamda, konuşmada, yazmada, dini konularda ve hayatın her alanında itidali yani orta yolu tutmayı, ölçülü olmayı ve dengeli hareket etmeyi emrettiği,

Aşırı uçlara savrulmanın ve aşırılıklar içinde boğulmanın insana da topluma da zarar vereceği,

 Kederde ve sevinçte, öfkede ve mutlulukta ifrat ve tefrite kaçmadan orta yolu izlemenin, İslam’ın emri olduğu” hususları işlendi.

Sanırım bu hutbe, son zamanlarda Kur’an lafzına dair yapılan tartışmalar ve üniversitelerin neredeyse fuhuş yuvası olduğu şeklindeki iddialar üzerine, kopan fırtınanın ardından, kaleme alınmış olsa gerek. 

Aslında orta yolu tutmanın, aşırı gitmemenin gerekliliğini hepimiz biliyoruz. Sorunumuz, teoride kabul ettiğimiz bu gerçeği, pratiğe geçiremeyişimizdedir. Zaten bunu yapabilseydik orta yerde ne gerilim ne kaos ne tarafgirlik ne de ötekileştirme olurdu. Haliyle pamuk ipliğine bağlı sosyal barışımız da zedelenmezdi. Doğruya doğru, yanlışa yanlış derdik. Buna da kimse bir şey demezdi. Niyet okumazdık. Olup biten ve ortaya çıkan şeyler konusunda sürekli şoklar yaşamaz ve rutin gündemimiz pek değişmez, asıl işimize yoğunlaşırdık.

Dilimize sahip çıkabilsek, aramızdaki farklılıklara saygı göstermeyi becerebilsek, insanları olduğu gibi kabul edebilsek, onları linçe tabi tutmasak, onları kınayıp ayıplamasak, düşüncelerimizi bir başkasına dayatmasak ve onları değiştirmeye kalkmasak, konuşacağımız zaman bin düşünüp bir konuşabilsek, konuşurken birbirimizin değerlerini gözetebilsek, birbirimizin kırmızıçizgilerine dikkat edebilsek, niyetlerimizi yargılamasak ve niyet okumasak, kişileri beyanlarıyla kabul etsek, öküz altında buzağı aramasak, birbirimizi dinleyip anlamaya çalışsak, bir yanlışıyla pireyi deve yapmasak, mal bulmuş mağribi gibi saldırmasak; birbirimize parmak sallamasak, meydan okumasak, bağırmasak, ayrılık ve farklılıklarımızdan ziyade ortak noktalarımızı gündeme getirsek, bir faydaya haiz olmayan ve sonuca gitmeyen tartışmalı dini konuları satışa çıkarmasak, satışa çıkarılmışsa da adam gibi tartışabilsek, birbirimizi sapıklıkla itham etmesek, değerlendirmelerimizde toptancı bir anlayışa sahip olmasak, mahalleleri kalın çizgilerle ayırmasak, birbirimizle iletişim ve diyalogu kesmesek, insanları ölümüne sevip ölümüne nefret etmesek, kimseye önyargıyla yaklaşmasak, slogan ve hamaseti bir tarafa bıraksak, birbirimizin üzerinde algılar oluşturmasak, onları iftira, töhmet ve zan altında bırakmasak, hep birlikte doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilsek, hiçbir yanlışı sumen altı etmesek, hep birlikte yanlışın üzerine üzerine gitsek, birbirimizin yumuşak karnına vurmasak, birbirimize güven verebilsek…inanın bu ülke, her yönüyle aşırılıklardan arındırılmış bir ülke olur. Bu da toplumsal barışı ve huzuru getirir.

Zor mu bunu yapmak? Bence hiç zor değil. Yeter ki taraflar tez ve antitezlerini ifade ederken sinir uçlarını tavana çıkaran aşırılıklarını törpüleyebilsinler. Sanırım gerilimden beslenmeyi seviyoruz. Öyle zannediyorum, bizi hayata bağlayan da bu gerilimdir. Aslında, bir birikime sahip olanın, söyleyecek sözü olanın ve söylediklerine güvenenin, gerilime ihtiyacı yoktur. Çünkü kalite tesadüf değildir. Bir birikime sahip olmayan ve kendi fikrine güvenmeyen ise zor durumda kaldığını hissettiği an, gerilim silahına sarılır. Bu da çapını ve nasıl bir kumaşa sahip olduğunu gösterir.

Hasılı güzelim ülkemizde, huzur içinde yaşamak istiyor, vaktimizi kısır ve sığ tartışmalarla harcamak istemiyor isek herkesin, her tarafın orta yolu tutmasında büyük fayda var. Hutbe de bunun üzerineydi. Umarım hayatımıza tatbik ederiz. Yoksa bu konuya dair daha çok hutbe dinleriz.

*21/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Müstakil Evin mi Var, Derdin Var *

Yürüyüş yaparken genellikle insan ve araç trafiği yönünden ıssız ve tenha yolları seçerim. Özellikle tek veya iki katlı müstakil evlerin bulunduğu mahaller, yürümek için birebir. Ne yürüyüşümü kesen var ne önüme çıkan var ne de güneşimi engelleyen. Kendi halimde yürüyorum. Yürürken de kimseyi rahatsız etmiyorum. Ne ben başkasını ne de bir başkası beni. Hem önümü görüyorum hem de sağ ve solumdaki müstakil evleri seyrediyorum. Bir müstakil evim olmasa da en azından aralarından geçmek ve seyretmekle müstakil eve olan hasretimi gidermiş oluyorum. Bu gidişle müstakil evim, 1x1 ebadında, penceresi ve kapısı olmayan, çatısı zemin kata paralel olan, dört tarafı açık, bodrum kattan ibaret olacak. Orada ışığa hasret kalsam da en azından çatıma düşen güneşime hiçbir ev engel olamayacak. Sabahtan akşama güneşimi alacağım. Beni ebedi istirahatgahımda belki de rahatsız edecek tek şey, çatısına görkemli mermer yaptıranlar olacaktır. Yüksek katlı binalara göre bu rahatsızlığa da katlanılır. Neyse bu sonraki mesele. Biz şimdiki müstakil evlere dönelim tekrar.

Şehir hayatının içinde köy ortamını yaşayan ama şehrin tüm nimet ve imkanlarından faydalanan bu müstakil evlere gıpta etmemek mümkün değil. Bir kapıdan aynı ailenin fertleri girebiliyor sadece. Çoğunun arabasını park edebileceği garajları, bahçeleri ve içinde ağaçları var. Komşular birbirlerini tanıyor, Sokaklarına giren bir yabancının bu mahalleye ait olmadığını biliyorlar. Bahçeye çıktılar mı ayakları toprakta. Evler, dört cepheli ve sabahtan akşama güneşini alıyor. Anlayacağınız şehirde yaşayan ama şehrin gürültüsünden ve kirliliğinden uzak yerler müstakil evler.

Eskiden müstakil ev denince fakir gecekondu mahalleleri akla gelirken şimdilerde zengin muhit akla geliyor. Bu evlerde variyetli insanların kaldığını anlamak için bahçenin ortasına yerleştirilen görkemli evlerin dışında, diğer yapılanlar dikkat çekici. Doğrusu, normalin üzerinde bir abartı var. Evin çevresine çekilen ihata duvarının üzerine demir ve tel yapılması. İnanın, ev sahibi, herhangi bir sebeple bahçe kapısından giremeyip dışarıda kalsa, yüksek ihata duvarı ve üzerine yapılan ilavelerden bahçesine giremez. İçeriden de dışarıya çıkamaz. Durum bu iken buna ilaveten 24 saat kayıt altına alınacak şekilde evin kamera ile korunması ve alarm takılması. Üzerine bir de bahçeye köpek bağlanması veya bahçede salık bir şekilde bırakılması. Giriş kapısına “Dikkat! Köpek var” uyarısının asılması. (Bu arada bazı evlerde köpek olduğu halde kapısına bu uyarıyı asmadığı da malum.) Kimsenin gelip park yapmayacağı bilinmesine rağmen “Garaj kapısıdır. Park yapılmaz” levhasının yapıştırılması.

Evin dışında, yapılan onca masrafı görünce müstakil evin mi var, derdin var diyorum. Sanırım eve girişin bu kadar zorlaştırılması evin hırsızlara karşı korumaya alınması olsa gerek. Bu kadar yapılan ve edilen masraf, eve hırsızı ne kadar önlüyor bilmiyorum. Bildiğim, hırsıza kilit olmaz. Gerekirse evin ihata duvarını, evin duvarlarını demirle kapla veya demirden yaptır. Yeter ki hırsız bu eve girmek istesin ve o evde para ve altın gibi mücevheratın olduğuna kendini inandırsın. Zerre faydası olmaz. Çünkü içeriye girmek, bahçedeki köpeği atlatmak, kameranın kör noktasını bulmak, evde kimsenin olup olmadığını tespit etmek, hırsız için çocuk oyuncağı. O zaman bunca masraf kime yapılıyor? Aklıma; duvardan atlayamayan, demiri kesemeyen, köpeğe bir şey yapamayan ve köpeğin uzaktan havlamasından bile korkan benim gibi acizler için geliyor. Bunu, hırsızı görünce suspus olan, yoldan geçtiğimi görünce avazı çıktığı kadar havlayan köpekten anlıyorum. Bir havlamaya başlıyor. Susmuyor mübarek. Biri havlamaya başlayınca komşu köpekler de buna tempo tutuyor. Duvara öyle bir tırmanışı, bana öyle bir bakışı, ilerledikçe bahçenin bir ucundan diğeri öyle bir koşusu var ki duvardan atlayabilse beni paralar. Ne olur ne olmaz diyorum, adımlarımı hızlandırıyorum. Bir taraftan da acaba duvardan atlar mı diye endişe ediyorum. Kimin, ne amaçla bu yoldan geçtiğini kestirmeden avazı çıktığı kadar havlayan bu köpekler, her geçene böyle havlarsa -ki öyledir- merak ediyorum, sokak sakinleri, bu kadar köpek sesine nasıl tahammül edebiliyorlar? Aşağı yukarı, her evde köpek olduğuna ve bu köpekler akşamdan sabaha, her geçene hep böyle havladıklarına göre sanırım, hane sahipleri köpek havlamasından, “Bak bak! Bizim köpek mahalleden kimseyi geçirmiyor, görevini yapıyor, biz de emniyetli bir şekilde evimizde oturuyoruz, deyip zevkten dört köşe oluyorlardır.    

Hasılı, müstakil bir evim olsun istiyorum ama evi koruma amaçlı normalinden fazla tedbiri özellikle köpek beslemeyi çok abartılı görüyorum. Eğer müstakil evler için bunlar şart ise yerine getiremem sanırım. Bu demektir ki benim müstakil bir evim olmayacak. Özlemimi, yazımın başında dile getirdiğim yerde gidereceğim.

* 05/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.