16 Aralık 2020 Çarşamba

Sessiz Tayyareler *

Neydi o eski mobilet, motosiklet ve diğer iki tekerlekli binekler öyle... Km'lerce öteden ben geliyorum derdi sesiyle. Bazıları susturucu da takmazdı. Kulaklarını patlatırdı. Bazı gençler inadına bağırtırdı durmadan. Yanından geçerken konuşmayı keser, bu bağırgaçların çekip gitmesini beklerdin. Bakışınla rahatsız olduğunu hissederlerse az sonra geri dönüp yanından yine geçerlerdi, hem de defalarca. Zevk alırdı gençler bundan.

Son yıllarda sesleriyle bizi rahatsız eden benzinle çalışan bu bağırgaçların sayısı her geçen gün azalıyor. Çünkü bunların yerini yavaş yavaş elektrikli bisikletler almaya başladı. Yeni nesil bu bisikletlere ben sessiz tayyare diyorum. O kadar sessiz ki yanından geçerken haberin bile olmuyor. Hayran kaldım bu sessiz tayyarelere. Çünkü selefleri gibi sesleriyle rahatsız etmiyor artık.

Sayıları her geçen gün artan elektrikli bisikletlere hayran kalmakla beraber pek sevindiğim söylenemez. Sevincimi kursağımda bırakan da bazı elektrikli bisiklet sürücüleri. Çünkü trafik kuralı diye bir şey yok lügatlerinde. Ne zaman, nereden, ne şekil çıkacakları belli değil. Zira her yer ve yol mubah onlar için. Ne ışık biliyorlar ne yaya. Yollar, kaldırımlar, ana cadde, ara sokaklar, bisiklet yolları, yürüyüş parkurları, ters yollar, yoldan diklemesine geçmeler vs her yer onların. Yeter ki bir yere bu bisiklet girebilsin ve oradan geçebilsin. Bir bakmışsın; yanından, önünden, sağından ve solundan sessizce ve jet hızıyla geçivermiş. Ne oluyor ya! Neydi o öyle, deyip kala kalıyorsun o anda arkasından. Verilmiş sadakam varmış diyorsun.  Bisiklet sahibi ise hiçbir şey olmamış, seni korkutmamış gibi bir başka maceraya doğru yol alıyor. Sür sür bitmiyor da sürmeleri. Nasılsa pedal çevirip yorulma yok, aracına yakıt alma derdi yok, cebine dokunacak masraf yok. Aküsünü şarj ediyor, sürdükçe sürüyor. Keyfine diyecek yok anlayacağınız. Olan sana oluyor. Bu kural tanımaz elektrikli bisiklet sürücülerini yanımızdan geçerken görünce acaba sesiyle rahatsız eden benzinli iki tekerlekliler daha mı iyiydi diyorsun. Sesiyle rahatsız etse de en azından geldiğinden, yanından geçtiğinden haberin oluyor ve tedbirini alıyorsun.

Burada bir hakkı teslim edelim. Elektrikli bisiklet kullanan tüm sürücüler böyle değil. İçlerinde trafik kurallarına nizami bir şekilde uyanların sayısı da çok. Hepsi, trafik kurallarına uysa, bu sessiz tayyareler gürültü kirliliği yönünden bir nimet gerçekten.

Kural tanımayan, tehlike saçan, yüreğini ağzına getiren az sayıdaki bu sessiz tayyare sahipleri için bir şeyler yapılmalı, bunları hizaya getirmeli. Ama ne yapılmalı? İnanın bilmiyorum. Şimdilik sadece insaf diyorum.

 * 10/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

 


15 Aralık 2020 Salı

Öküz Altında Buzağı Aramanın Âlemi Yok! *

Pazartesi günkü “Sünnetullah ve Rahmet” başlıklı yazımda, cuma hutbesinde bahsedilen “Suyun önemi, kuraklık nedeniyle su kaynaklarının tükenmeye yüz tuttuğu, israf edilmemesi gerektiği ve namazdan sonra topyekûn yağmur duası yapılacağı” içeriği üzerine bir yazı kaleme almıştım. Yazımı da “Gelelim yağmur duasına. Cumanın farzından sonra tüm Türkiye'de yapılan dualara amin dedik. İnşallah dualarımız kabul olur da bol bol rahmet görürüz. Ama yağmurun yağması için dua, tek başına yeterli mi? Yağmurun yağması için sebepleri yerine getirdik mi? Sebepleri yerine getirmemişiz ki yağmur yağmıyor. Unutmayalım ki yağmur ve kar, dua ile yağmaz. Çünkü yağmur ve karın yağması, sebep-sonuç ilişkisine bağlı olan, Allah'ın koyduğu evrensel yasalardan fiziksel yasaların bir gereğidir. Biz buna sünnetullah veya âdetullah diyoruz ve bu yasalar asla değişmez. Hasılı, Allah kulunu susuz bırakmaz. Yeter ki rahmetin sebepleri oluşsun ya da sebepleri oluşturalım. Tüm sebepleri yerine getirdikten sonra üzerine bir dua, aliyyülala olur.” şeklinde bitirmiştim.

Herkese açık olarak sosyal medyada paylaştığım bu yazım, altına yapılan yorum ve beğenilerden olumlu tepkiler aldı. Yazımın altına “Bu yazınıza/yazınızın şu kısmına, şundan dolayı katılmıyorum. Doğrusu budur” şeklinde yorum yazmayan bir kısım zevat ise bu yazıma cevap verircesine sayfasında verip veriştirmiş. Bu eleştiri yazısı üzerine, acaba nerede hata yaptım diye yazımı tekrar okudum. Yazımda ne bilime ne dine aykırı bir ifadeye rastladım. Yazımda yanlış olamaz mı? Olabilir. Değişik konularda yazdığım yazılarımın hepsine herkes katılmak zorunda değil. Zira yazılarım kendi düşüncemden ibaret ve beni bağlar. İsterim ki okuyucu ve takipçilerim, yazım ve serdettiğim görüşlerimden dolayı beni tenkit etsin. Tek istediğim, bu işi hakaret etmeden ve bir ithamda bulunmadan yapsınlar. Nitekim bunu yapan okuyucu ve takipçilerim var. Kimi, yazımın altına yorum yazarak görüşümü eleştirir. Kimi de özelden yazarak yazıma eleştiri getirir. İster özelden ister umuma açık olarak yazıma eleştiri getirenlere minnettarım. Çünkü kendimi geliştirebilmem için buna ihtiyacım var. Ama bunu yaparken laf olsun diye yapmanın, niyetimi sorgulamanın, ithamlarda bulunmanın, töhmet altında bırakmanın, öküz altında buzağı aramanın bir alemi yok. Zira bunun kimseye faydası olmaz.

Ne demişim yazımda? “Yağmurun yağması sebep-sonuç ilişkisine bağlıdır. Bu, evren yasalarından fiziksel yasaların bir gereğidir ve değişmez. Dua edelim ama duadan önce sebeplere sarılalım” demişim. Merak ediyorum, muhterem bu ifadelerin neresini, neden eleştirme gereği duydu?   Eleştiri diyorum nezaketimden. Zira ithamların eleştiri ile bir alakası yok. Zira ben ve benim gibi düşünenler ona göre, “Kemalist, seküler ve pozitivist zihniyete çanak tutuyoruz”, “Olayı sadece sebep-sonuç ilişkisine bağlamakla, gafil Müslümanlar” oluyoruz. Yine “Taştan nehir veya suyun fışkırmasını hangi fiziki yasa ile izah edeceksiniz?” diyerek bize soru soruyor.

Merak ettiğim, bu yazımda ben, Allah’ın gücünü mü sorguladım? Sebep ve sonuç olmadan Allah bir şeyi halk etmez mi dedim. Bilelim ki o her şeye kadirdir. Yoktan da var eder, vardan da var eder. Yeter ki ol desin. Sonra müminin silahı olan duaya karşı olmam söz konusu olabilir mi? Üstelik herkes gibi namazdan sonra ellerimi yere paralel indirerek yapılan yağmur duasına amin demişim ve inşallah beklediğimiz yağmurlar gelir, temennisinde bulunmuşum. Keşke duadan önce sebeplere sarılsaydık, ardından da güzel bir dua çok iyi olurdu, demişim. Fiziksel yasa gereği sebep-sonuç ilişkisine yer vermem, neden pozitivist zihniyete çanak tutmak olsun? Kimsenin niyetini bilemem ama sanırım muhterem, fiziksel yasalarla, liselerde okutulan fizik dersini karıştırdı. Halbuki benim bir-iki cümleyle değindiğim fiziksel yasalar, Allah’ın evreni yaratırken koyduğu “fiziksel, biyolojik ve toplumsal” yasalardan bir tanesidir. Ki bu konu, tartışılacak bir konu değil. Bunlar, genel-geçer, evrensel ve değişmez yasalardır. Üstelik bu konuyu bilmek için illa çok okumaya, kitaplar karıştırmaya da gerek yok. Orta üçüncü sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ilk ünitesi olan “Kader ve kaza inancı” bahsine bakılırsa bu yasaların, kader yasaları olduğu görülecektir. Fizik ve diğer müspet ilimler de bu evrensel yasaları bularak adına ilim/bilim diyor. Yani yeni bir şey ortaya koymuyor. Olanı tespit ediyor. Kur’an’da geçen evrensel yasaların, bilimle uyum içerisinde olmasının kime, ne zararı var? Üstelik bu, bizi fazlasıyla memnun etmeli değil mi? Muhteremin ilimden anladığı sadece dini ilimler mi acaba? Halbuki biz biliyoruz ki “İlim müminin yitiğidir. Nerede bulursa alır” ve “İlim öğrenmek kadın-erkek herkese farzdır”.

Hasılı bir kez daha ifade edeyim: Fiziksel yasalar gereği, yağmuru yağdıracak sebepleri oluşturduktan sonra ardından “Ya Rabbi! Ortaya koyduğun yasa gereği biz elimizden geldiği kadar sebepleri oluşturmaya çalıştık. Şimdi senden bu sebeplere binaen lütfünden yağmur yağdırmanı istiyoruz” dercesine elleri ona kaldırmaktan bahsediyorum. Lütfen, sapla samanı karıştırmayalım. Zira bir duruş sergileyeceğim diyerekten seküler, laik ve pozitivistlerin düşüncesine göre pozisyon almanın, bu mahallenin insanlarını, benim gibi düşünmüyor diyerek ötekileştirmenin, kimseye özellikle bu mahalleye zerre katkısı olmaz. Niyetimiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek olmalı. Ne olur, insanları anlamaya çalışalım. Bunu yaparken de kendi düşüncelerimizi insanlara aktaralım. Unutmayalım ki dini tekelimize almanın, başka düşüncelere geçit vermemenin ve herkese/her şeye ayar vermeye çalışmanın ne dine ne de topluma katkısı olur. Yerimizde sayar dururuz hatta gerileriz.

*16/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Aralık 2020 Pazar

Tartışmalı Dini Konulara Dair *

Din, bu toplumu birbirine bağlayan ortak bir değer olmasına rağmen dini alanda yapılan tartışmalar göstermiştir ki artık din, bizi bir arada tutan ortak değerler arasında değil. Kendi elimizle dini, bir ayrışma noktası haline getirdik. Ehli kıble dediğimiz insanlar bölünmenin zirvesini yaşıyor. Taraflar, birbirleriyle mücadeleyi din üzerinden veriyorlar.  Herkes kendi gittiğin yolun tek doğru yol olduğuna inanıyor, farklı düşünceleri yok etmek için amansız bir mücadele veriyorlar. Sanıyorlar ki rakiplere baskı kurunca din kurtulacak ve her şey güllük gülistanlık olacak. Artık din denince aklıma bölünmüşlük geliyor. Halbuki fikirlerin açıkça ifade edilememesi, kişiyi içi başka, dışı başka yapar.

Müntesiplerine dünya ve ahiret mutluluğu amaçlayan din,

-söylemde kalıp uygulamaya geçirilmedikçe ve herkes anladığını başkasına dayatmadan yaşamaya çalışmadıkça,

-birbirimizi anlamaya çalışmadıkça ve katılmadığımız farklı görüşlere saygıyı esas almadıkça,

-ortak noktalarımızı ön plana çıkarmadıkça,

-geçmişten günümüze çözülememiş, tartışmalı konuları gündeme getirdikçe…

 Bu tartışmalar artarak devam edecek ve bu bitmez tartışmalar bizi birbirimizden koparacak, bize onulmaz yaralar açacaktır. Çünkü dini ve tarafları anlamak için tartışma yapmıyoruz. Tartışmayı din üzerinden yaparak rakiplerimizi susturmak için yapıyoruz. Yani dini emellerimize alet ediyoruz. Halbuki din, söylemde kalmak için gönderilmiş bir din değil. Bir din, müntesiplerince uygulama alanı buldukça dindir. O da ahlakın beyin ve vücudumuzda hayat bulmasıyla olur. Yoksa söylemden ibaret din, ayak bağı olur. Şu anda dinin bu yönünü yaşıyoruz.

Bu açıklamadan sonra din konusunda bilgi, birikim, tecrübesine güvenen ve bu konuda kendisini yeterli gören bir insan; dine dair yeni, farklı ve aykırı bir görüş ortaya koyacaksa şu hususlara dikkat etmesinde fayda var:

1. Ele alacağı bu konunun dine, dinin müntesiplerine ne yarar sağlayacağına,

2. Bu konuyu ne zaman, hangi platformda, hangi kitleye söyleyeceğine,

3. Konuşacağı konuya, toplumun ve belli mahfillerin hazır olup olmadığına,

4. Konuyu nasıl bir üslupla dile getireceğine, hangi kelime ve cümleyi kuracağına,

5.Konuşmaya, gelmesi muhtemel tepkilere ne cevap vereceğine ve bu tepkilere karşı nasıl bir üslup takınacağına,

6.Konuşmasını yaparken başka görüş sahiplerini suçlamamaya,

7. Görüşünü tek doğru gibi sunmamaya vs özen göstermesi gerekir.

Tüm bu hassasiyetlerden önce aykırı ve farklı düşüncesini, halka açık olmayan bir platformda meslektaşlarıyla enine boyuna tartışmalı. Meslektaşları da onu önyargısız ve can kulağıyla dinlemeli. Görüşün eksi ve artısı, fayda ve zararı masaya yatırılmalı. Bu konuda meslektaşlarını ikna yolunu denemeli. İkna ettiyse, konuyu toplum nezdinde ele almalı. Yok, ikna edemediyse görüşünü rafa kaldırmalı. Görüşünde ısrar ederse, bu konuyu halka indirirken izleyeceği yol ve üslup önemlidir. Bunun için bu konuda daha önce söylenmiş görüşlere, delilleriyle birlikte yer vermeli. Ardından tüm bu görüşlere ilaveten kendisinin de şu delillerle şu görüşe vardığını, bu konunun tartışılması gerektiğini, doğruyu Allah Teala’nın bildiğini ifade etmekten kaçınmamalıdır. Dinleyenler de öküz altında buzağı aramamalı, kişiyi anlamaya çalışmalı, yargısız infaz yapmamalı, niyetini sorgulamamalı. Baktı ki ele aldığı konu, bizi bölüyor, faydadan ziyade zarar veriyor, tartışma başka alanlara çekiliyor. Bu durumda konuyu, topluma açık platformlarda dile getirmekten kaçınmalıdır. Çünkü toplum buna hazır değilse ne söylense boştur.

Tüm bu yazdıklarım, Türkiye’de olur mu? Bu bölünmüşlük, kutuplaşmış, tarafgir görüntümüzle, farklı fikre tahammülsüzlüğümüzle ve suçlayıcı yönümüzle bu, şimdilik zor görünüyor. Ama imkansız değil. Yeter ki biz buna hazır olalım. Bu konuda iyi niyetli olalım.  

 *05.04.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.