27 Kasım 2020 Cuma

Bir Konuşma Ziyafeti *

Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün, DÖGEP (Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmen Gelişim Programı) adını verdiği bir projesi var. Bu projeye göre DÖGM, her ay farklı bir konu olacak şekilde bir eylem planı hazırlar. Hazırladığı bu eylem planını illere göndererek belirlenen konunun, konusunun uzmanları tarafından işlenmesini ister.

Gelişim programı çerçevesinde bir yılda altı defa yapılan/yapılacak olan bu etkinliklerin yapılması için ilçe milli eğitim müdürlükleri her ay bir okulu görevlendirir.

Kasım ayının konusu, “Hz Muhammed’in Eğitim Anlayışı ve Eğitim Metotları”, toplantıyı düzenleyen okul da Meram-Vakıfbank İmam Hatip Ortaokulu idi. Programa ev sahipliği yapan okula buradan teşekkür ediyorum.

Salgın riski dolayısıyla Zoom üzerinden çevrim içi yapılan toplantıya 115 kadar öğretmen, dinleyici olarak katıldı. Bu konuşmayı dinleme imkanım oldu.

İzninizle bu yazımda, bu toplantı ile ilgili daha doğrusu hatiple gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce bu toplantı, dinleyici olarak katıldığım diğer programlara nazaran bende derin bir iz bıraktı. Hatibin daha konuşmasına başlarken 45 dakika ile sınırlandırdığı konuşmasının bitmesini istemedim. Zira yediğimiz enfes bir yemek için yıllar sonra bile “tadı damağımda kaldı” deriz ya, işte bu konuşma da ben de hoş bir seda bıraktı.

Programı sonlandırırken yaptığı bu konuşmadan dolayı kendisine Chat üzerinden teşekkür etmiştim. Kendisi de program sonrası “Ekranda teşekkür ettiniz, cevap veremedim. Teşekkürden ziyade tenkitler bizi olgunlaştırır. Çekinmeden yazabilirsiniz” şeklinde whatsapp üzerinden bir mesaj gönderdi. Ben de “Kaç dakikadır nasıl bir tenkit yapabilirim, nerede bir eksiklik bulabilirim şeklinde düşündüm durdum ama maalesef bir eksiklik bulamadım. Her şey dört dörtlüktü. Daha önce dinleyici olarak katıldığım bazı konuşmacılar beni uyutmuştu. Sizi çok farklı gördüm. Bize farklı bir ortam yaşattınız. Ufkumuzu açtınız. Hasılı nefis bir konuşma oldu…” şeklinde cevap yazdım.

Hatip hakkında bu yazdıklarım ne yağcılık ne de onun reklamını yapmaktır. Zira ne benim yağ çekmeye ne de konuşmacının bir reklama ihtiyacı var. Bu konuyu “şikayetlerinizi bize, memnuniyetinizi dostlarınıza bildiriniz” sözü gereğince ele aldım. Amacım bir hakkı teslim etmek ve hatibin bu konuşmasının haleflerine örnek olması ve bu tür toplantıların amacına uygun bir şekilde verimli geçmesine katkı sunmaktır.

Hatipte ben; içtenlik ve birikim gördüm. Konuya hazırlanması; toplantıya, anlattığı konuya ve konuşmacılara verdiği değerin bir göstergesiydi. Katılımcıların seviyesine uygun bir dil ile konuşması, konuştuğu her bir kelimeyi teklemeden ve kekelemeden kökenine varıncaya kadar irdelemesi, konuşurken tane tane ve anlaşılır konuşması, zamana riayet etmesi nebevi tebliğe uygun bir konuşmaydı. Bir insicam içerisinde konuşmasını yaparken mikrofon hakimiyetine, aynı zamanda Chat üzerinden yazılan yorumları görebilmesine ve aynı anda müdahale edebilmesine hayran kaldım. Anlattığı konunun belleklerde yer edinmesi ve daha iyi anlaşılması için sık sık özgün örneklendirme yapması; bunu yaparken bilgi, birikim ve tecrübelerini paylaşması, örneklendirmelerde klasik ve bildik örneklere yer vermemesi takdire şayandı.

İçeriğe dair hatibin anlattığı bir örneğe de burada kısaca yer vermek istiyorum. Zira verdiği örnek, eğittiğimiz çocuklara nasıl bir perspektiften bakmamız gerektiğine dairdi: “Bir baba, çocuklarıyla birlikte bahçesinin kenarlarına açtığı çukurlara, getirdiği kayısı fidanlarını tek tek diker. Eline geçen eğri büğrü bir kayısı fidanını ‘Bundan bir şey olmaz’ diyerek bahçenin dışına atar. Çocukları, babalarının yaptığı bu işe bir anlam veremez ve babalarından habersiz olarak atılan kayısı fidanını bahçenin ortasına dikerler. Gel zaman git zaman, dikilen kayısıların bir kısmı tutar, bir kısmı tutmaz. Tutan kayısılardan bir tanesi de babanın işe yaramaz deyip attığı, çocuklarının habersizce geri alıp ektikleri kayısı ağacıdır. Bu eğri büğrü kayısı ağacı meyve verince meyvesinin, iyi cins meyve veren bir ağaç olduğu ortaya çıkar. Bunu gören baba bu duruma sevinir, bu ağaca sahiplenir ve bakmaya başlar”. Hatibin bu anlattığı, eğitim ve öğretim açısından ufuk açıcıydı gerçekten. Zira bizim maarifimiz sonuç odaklı ve sınava dayalıdır. Süreç odaklı değildir. Bu eğitim sisteminde biz, kabiliyetlerine bakmadan milyonlarca öğrenciyi aynı sınavlara tabi tutarak ‘Sen benim işime yaramazsın’ dercesine çoğunu, bahçe/okul/hayatın dışına itip eliyoruz. Halbuki her bir çocukta bizim keşfedemediğimiz nice cevherler vardır.

Yazıma son verirken hatiple özel yazışmamızda, biliyorum sandığım bir kelimenin kökenini de öğrenmiş oldum: “Dualarınıza talibiz. Aklınıza geleni yazın. Tenkid, nakd kökünden para ve değer demektir. Tenkidler insanın değerini artırır. Bilene…” yazdı. Aynı kökten gelen nakit ve tenkidi niçin çok sevdiğimi bu vesileyle anlamış oldum.

İsmini yukarıda zikretmediğim konuşmacı, NEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdullah Acar’dan başkası değildi. Kendisine müteşekkirim. Dualarım kendisiyle ve o yolun yolcusu olmak isteyenlere. Başka platformlarda kendisinden daha da müstefit olmak isterim. Konuşmasının hakkını veren ve yaşantısıyla örnek olan bu tür kişilerin çoğalması dileklerimle. Allah kendisinden razı olsun.

*28/11/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Kasım 2020 Perşembe

Salgından Etkilenenlere Bir şey Yapılamaz mı? *

Yanlış hatırlamıyorsam, ekmeğe 1 Ocak 2020 tarihinden geçerli olmak üzere 10 kuruş zam yapılmış, 250 gram olan ekmeğin gramajı da 200 grama düşürülmüştü. Düşürülen gramajı ve üzerine konan 10 kuruşu birlikte düşündüğümüzde, ekmeğe yüzde 36,36'lık bir zam gelmişti.


Ocakta gelen bu yüzde 36'lık zam oranı, yeterli olmamış ki bir yılbaşını daha beklemeden, 1,20 kuruşa aldığımız ekmek, 24 Kasımdan itibaren 1,40 kuruş oldu. Yüzde 16'lık bu zam, Fırıncılar Odasının yaptığı açıklamaya göre 2020 yılı için geçerli olacakmış. 2021 yılında düşündükleri rakam, ekmeğin 1,75 kuruştan satılması. Buradan anlaşılıyor ki 2021 yılında ekmeğe yapılacak zam birden fazla olacaktır.


Ekmeğe bir yılda yapılan bu ikinci zam beni hiç şaşırtmadı. Tepeden tırnağa her ürüne gelen zamlardan ekmek de nasibini alacaktı. Keşke her ürüne, ekmeğe yapılan yüzde 16'lık zam kadar bir zam yapılsaydı. Maalesef çoğu ürünün fiyatları uçtu. Ürünler, uçtuğu yerde kalsa buna herkes dünden razı.


Zamdan ziyade fiyat ayarlaması dedikleri tüm bu artışların gerekçesi de hazır: Girdi maliyetleri. Yılını doldurmadan girdi maliyetlerini gerekçe göstererek yapılan bu fiyat ayarlamaları, bir yerde durur mu? Enflasyon çift haneli rakamlarda gezindikçe, TL döviz karşısında değer kaybetmeye devam ettikçe, faiz oranları yüksek oldukça, dışarıdan sıcak para gelmedikçe, girdi maliyetleri arttıkça her ürünün fiyatı da artmaya devam edecektir. 


Ekmeğe yapılan fiyat ayarlaması, diğer ürünlere yapılan ayarlamalara oranla makul gibi görünse de bu ekmek zammı, fırıncılara derin bir nefes aldırırken vatandaşı üzmüştür. Gelen 20 kuruşluk bu zam, vatandaşın bütçesini zorlayacaktır. Çünkü bizim insanımızın çoğu, pahalı diye bir başka ürünü almaktan vazgeçse de ekmekten vazgeçmez. Sofrasında ekmek eksik olmaz. Ekmek kilo yaparmış, hazmı zorlaştırırmış demez, neredeyse her şeyi ekmekle yer. Gerekçe de hazır: “Ben ekmeksiz yapamam. Ekmeksiz insan doyar mı?” Tabak tabak tüketilen düğün pilavını bile ekmekle yeriz desem, ekmeğe olan zaafımız daha iyi anlaşılmış olur.


Bir öğünde tüketilen ekmek, bir ekmekle sınırlı kalsa eh diyeceğim. Bir kişi bir öğünde bir ekmeği bana mısın demez. Çünkü 200 gram ekmeğin bölünmesiyle bitmesi bir oluyor. Ailenin bir de kalabalık olduğunu düşünürsek, bir eve bir günde birden çok ekmeğin alınması demektir. 5 kişilik bir aile günde 5 ekmek alsa günde 7, ayda ise 210 lirayı sadece ekmek için gözden çıkarması gerekecektir.


Hasılı, tepeden tırnağa, her şeye ardı arkasına gelen zamlar, orta ve dar gelirli insanımızın belini bükmüştür. Tüm bunların üzerine, ekmeğe gelen bu ikinci zam, bu işin tuzu ve biberi olmuştur. Salgın dolayısıyla işini kaybeden, marttan beri bilim kurulunun önerisiyle işyerleri kapalı tutulan bazı sektörlerin işi bu süreçte daha bir zor olacaktır. Neredeyse 9 aydır kepenkleri kapalı. Bu insanlar bu süreçte ne yer, ne içer. Çünkü gelir ve gider hesabı yapacak bir işleri bile yok. Hazırda paraları varsa hazıra dağ mı dayanır? Elden gelenle öğün mü olur? Olursa da zamanında gelir mi?


Gördüğüm kadarıyla salgın dolayısıyla işyerlerini açma riski bulunan, bu yüzden kapalı tutulan esnafa ve buralarda çalışırken işini kaybeden kişilere, devletin de yapabileceği bir şey yok ki elini uzatmıyor ya da uzatamıyor. Zor durumda kalan esnaf da sesini zaten kimseye duyuramıyor. Duyan varsa da duymazdan geliniyor. Bu durumda insanımız bir başına kalmış durumda.


İşyeri kapalı tutulan esnafa ve bu sektörlerden ekmek yerken işini kaybedenlere, geçici bir çözüm bulunamaz mı? Bence bu şekil zor durumda olanlar için her ilçede kaymakamlıklar bünyesinde bir çalışma yürüten “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları” (Fak. Fuk. Fon)  devreye girmeli. Bunlara, pandemi süreci geçinceye kadar aylık asgari bir geçim yardımı yapmalı. Bu fonun geliri, zor durumda olanların ihtiyacını karşılamaya yetmezse, gerekirse kamu sektöründe çalışanların maaşından yüzde 1 oranında kesintiye gidilerek elde edilen gelir bu fona aktarılmalı. Bu da yeterli gelmezse, kamuda bir üst görev yapan aynı zamanda değişik kurul ve komisyonlarda görev yapmak suretiyle ilave gelir elde eden üst yöneticilerin bu ilave gelirleri bu süreçte bu fona aktarılmalı.


*27/11/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

24 Kasım 2020 Salı

Bir 24 Kasım Günü Evimde Beklerken-e- Ben

Midem bayram ederdi her 24 Kasımda,

Çünkü hep bir yemek daveti alırdım o gün.

Önce ne gerek vardı? Zahmet ettiniz derdim.

Ardından tıka basa yer, bir güzel stoklardım.



Öyle yerdim ki “midem yeter artık” dedikçe,

Karnım, “daha stoklanacak yer var” derdi.

Ben ise bir yediğime, bir de kalana bakar,

Rabbim, “Ne olur, midemi büyüt” derdim.



Yediğim, beni biraz rahatsız etse de

Gözüm yiyemediklerimde kalırdı.

Çünkü diğer günleri de düşünmeliydim.

Zira kolay mı bir 364 gün daha beklemek.



Böyle günlerde karnım davul gibi şişerdi.

Neredeyse ayaklarımı göremez olurdum.

Ama olsun. Zira ayaklara düşman bakardı.

Ben ayağa değil, mideme bakmalıydım.



Zaman zaman bu öğretmenler gününü niçin Miladiye göre kutlarız?

Hicri takvime göre kutlasak olmaz mı derim.

Hiç olmazsa bir sonraki öğretmenler gününü bir 11 gün önce kutlar,

Midem böylece erkenden bayram eder derdim.



Dengesiz beslenmeden dolayı göbek iyice çıkınca,

Ayaklarıma bakanlar göbeğime bakar olunca,

Dedim ki şu göbeği eriteyim,

Bir sonraki günümde daha fazla stoklayayım.



İşin ucunca daha fazla yemek yemek olunca,

Yürümeye sarıldım dört elle.

Nasılsa ayaklarım çekecekti ceremesini,

Dağ, bayır demedim, uzun –ince yürüdüm.



Ayaklarıma kara sular indikçe,

Nefes nefese kaldıkça,

Kendi kendime yeter dedikçe,

İçimden bir ses 24 Kasımı hatırlatırım dedi.



Yürüdükçe yürüdüm, abarttıkça abarttım.

Sonunda göbeği erittim ve bir deri, bir kemik kaldım.

Zira midem boş, göbeğim stoklarını eritti.

Gördüğünüz gibi bir 24 Kasıma hazırım.



Dersim 16.30’da başlayacak olmasına rağmen

Olur ya bir telefon, bir davet alırım dedim.

Sabah erkenden kalktım.

Urbalarımı giydim.



Ama şu saat oldu,

Ne arayan var ne de soran,

Beklediğim yemek daveti gelmedi bir türlü.

Neymiş de salgın varmış.



Salgın var diye aç mı duruyorsunuz?

Yemeden-içmeden ne yapıyorsunuz?

Bilin ki salgın beni götürmezse,

Açlık alıp götürecek beni.



Diyelim ki salgın var,

Beni korumak istiyorsunuz.

İyi de! Bugün ben daş kökü mü yiyeceğim.

Sonra bu kadar hazırlığı niye yaptım ben?



Tamam, salgın var,

Lokantalarda servis yok.

Bunu bahane etmeyin.

Evlere servis yapıyorlar.



Bu alternatifi düşünün,

Öncesinde benden adresimi isteyin.

Ardından lokantacınıza bir alo deyin.

Ne olur! Bu garibi bugün, gününde sevindirin.



Şayet bunu yapmaz iseniz,

Umduğum dağlara karlar yağar ise,

Bağrıma taş bastırır,

Yemen fukarası gibi beklerim umutla.



Daha olmadı. Ne umdum ne buldum derim.

Kendi ikramımı kendime yaparım.

Giyerim eşofmanlarımı ve spor ayakkabımı,

Veririm kendimi yeniden yollara.



Zaten tok karna yürünmez,

Yürürken aç be aç olunmalı.

Zaten kim ölmüş acından?

Bu da benim kendime bir ödülüm olur.


Kaldı 800 km'yi bitirmeye 8 km,

Gider yürür gelirim onu da

Bugünkü ödülüm de bu olur.

Dönüşte tuz, ekmek yerim.



İnanmam, şaka yapıyorsun derseniz,

Derim ki hiç şaka yapar tarafım var mı?

Bilin ki hiç olmadığım kadar ciddiyim.

Zira aç ayı oynamaz ve aç köpek fırın deler.



Derseniz ki bu yazdığın nesir mi yoksa nazım mı?

Yüce der ki ne nesre benzer ne de nazma.

O zaman niye yazdın denirse,

Derim ki aç karna ne yazdığımı biliyor muyum ben?