6 Temmuz 2020 Pazartesi

Bir O Var, Bir Ben

Bir sabah namazından, takriben bir saat sonra yürüyüş yapayım diye Evliya Çelebi yürüyüş parkuruna gittim. Akşam kalabalığı yoktu parkın. Tenha mı tenha. Yürümeye başladım kendi halimde. Yürürken de kim var, kim yok etrafı gözlemliyorum.
Daha önce yürümüş, dinlenmek için kamelyalara oturmuş birkaç kadın var. Kenar ve köşede spor yapan birkaç genci gördüm. İki kadın ellerinde nevaleleriyle kahvaltı yapmak için çoğu boş kamelyalardan birine oturdu. Üzerlerindeki kıyafetten bir fabrikanın çalışanları olduğu belli olan dört kişi, servis gelinceye kadar yürüyüş yapalım demiş olmalılar. İkisi önde, ikisi de arkada birbirleriyle konuşarak ağır tempo yürüyüş yapıyorlar. Yürüyüşleri de kısa sürdü. Dönüşümde göremedim.
800 metrelik parkurda beşinci turumu atıyorum. Pek açılamadım. Yürüyüşü kısa kesip bitireceğim. Tam başladığım noktaya gelirken yüzünde, usulüne uygun maskesini takmış, yaşlı bir amca belirdi önümde. Pek yürür gibi gelmedi bana. Yürüyeyim mi yürümeyeyim  mi der gibi bir hali vardı. 
Beni bekliyormuş sanki. "O maskeyi elinde tutma, tak" dedi bana. Cevap vermeden yüzüne baktım. Konuşmasına devam etti: "Az önce polis, maske takmayan gencin birine şurada ceza yazdı" dedi. Yine cevap vermedim. Parkurdan çıkıp gittim.
Bey amcayı haklı bulabilirsiniz. Zira maske ne boyunda taşınır ne de elde. Yeri, ağız ve burnu kapatacak şekilde yüze geçirmektir. Ama yukarıda anlattığım gibi 800 metrelik yürüyüş yolu neredeyse bomboş. Maskesiz yürüyüşümle kimseye tehlike saçacak durumum yok. Ortam kalabalık olsa zaten takarım. 
Amca belli ki doğru dürüst yürüyüş yapmasa da sabah sabah her gün postu parka seriyor ve çatacak birini arıyor. Bugünlerde konu bulma sıkıntısı da yok zaten. Değişmez birinci konumuz maske. Ne kadar sık sık uyarılar yapılsa da çoğunluk maske takmıyor ve maskeyi boynunda aksesuar olarak kullanıyor. Yeter ki çatmak iste. Ganimet gibi piyasada.
Devlet salgın nedeniyle maske ve diğer hususlarda kontrol yapılsın diye boşu boşuna görevli tayin edip onlara maaş veriyor. Halbuki amca gibi bu işi meccanen yapacak niceleri var bu ülkede. Devletin bu konuda yapacağı, fahri müfettişlere verdiği ceza yazma hakkını bu amca gibilere de verecek. İnanın, polisi, gece bekçisini mumla aratır bu tipler. Orta yerde bir başına oturan ve dolaşan dahil herkes maske takar. Bu tipler ceza yazmasa bile uyarılarıyla bile insanı geriyor. Bunlarla muhatap olup gerilmektense maskemi takayım, daha iyi der insan.
Hasılı maske takalım, sosyal mesafeye riayet edelim, temizliğimize özen gösterelim. Ama maskeyi de bu kadar abartmayalım. Kimsenin olmadığı yerde de bırakalım, insanlar maskeyi çıkararak rahat bir nefes alsın. Oh be! Dünya varmış desin. 

Benzetmenin Bedeli

29 Haziran günü "Taraklara Elveda" başlığı ile bir paylaşımda bulunmuştum. ( https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=3299905630074402&id=100001649920184)
Saç, sakal ve bıyığımda  tek tel kalmayacak şekilde kendi kendime yaptığım tıraşıma, bazı yorumcular başıma dair bazı benzetmelerde bulundular. Teşbihlerin çoğu teşbihte hata olmaz misali yiyecekler üzerine bir benzetmeydi. Haliyle benzetmeler midemi, cebimi ve gönlümü cezbetti. Ne de olsa hepsi birer nimet. Benzetme ve benzetenlerden bazıları:
1. "Kabağın da bir sahibi var" → Bekir Sayman,
2. "Yumurta gibi" →Sen Ibrahim,
3. "En hafif tabiriyle yumurta gibi... Bir de nohut var ki ona benzetmeyeyim" →Ahmet Şam,
4. "Karasınır karpuzu gibi maşallah" →Ahmet Zeren,
5. "Ramazan, kusura bakma ama yumurta gibi olmuşsun"→Ahmet Güneş
6. "Kaskabak kardeşim, hayırlı olsun"→ Mehmet Avcı
Bu benzetmelerde bulunan arkadaşların benzetmeleri meyvesini vermeye başladı. Beni kaskabağa benzeten Mehmet Avcı, resimde gördüğünüz el emeği, göz nuru ve yerli kabaklarını üşenmeyip ta Hatay-Erzin'den getirdi. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Kesesine bereket. Allah gönlüne göre versin. Düşünmesi bile yeter. Keşke altına da benzetse imiş beni...Ki düşünce safhasında bırakmayıp işi pratiğe döktü. İş madem böyle olabiliyor. Şimdi iş sırası, beni yumurtaya benzeten Ahmet Güneş, Ahmet Şam ve İbrahim Şen'de. Az çok demeyip gönderirlerse beni fazlasıyla memnun edecekler. Organik veya gezen tavuk yumurtası olursa aliyyül ala olur. Böylece ben onlara hayır dua ederken yumurta için epey markete gitmemiş olabilirim. Gönderin ki gönderdiğinizi kafamla karşılaştıracağım. Ahmet Zeren'den özellikle Karasınır karpuzu istiyorum. Konya'ya 75 km Karasınır. Gidiverip alıp gelecek. Bu arada gidemem derse diğer karpuzlar da zorunluluk gereği kabulümdür. Zira hiç yoktan iyidir. Bekir Sayman'a gelince nasılsa kabak gelmiş. Benim getireceğim zait olur diye düşünmesin. Kabağın bin bir çeşidi var. Beni hangi türüne benzetmişse ondan göndersin veya getirsin. Tüm bu benzetenler biz gelemeyiz, gel al derlerse bağrıma taş bastırır, gider alır gelirim. Bu arada yumurtaya benzetip ardından kusura bakma diyen Ahmet Güneş'e bir çift sözüm var: Ne kusuru kardeşim. Sen yeter ki benzet ve benzettiğini gönder. Esas kusur göndermediğin zaman olur. Ahmet Şam, nohuta benzetmeyeyim demişsin ama zımnında bir nohuta benzetilme durumu söz konusu. Yumurtanın yanında nohut da el yakıyor. Tazesinin yanında özellikle kurusu tercihim.

Hasılı, bu işin yani benzetmenin de bir bedeli var değil mi? Bu işin hiç kaçar tarafı yok. Bana hiç kızmayın, dilenciliğin bir başka türü bu demeyin. Kızacaksanız üşenmeyip Hatay'dan kabak gönderen Mehmet Avcı'ya kızın, bu işi ciddiye bindirdin diye. Zira ben hiç olmadığım kadar ciddiyim. Erzin'den kabak geliyorsa Mersin Mut'tan yumurta ve nohut, Konya'dan yumurtalar ve kabak hayli hayli gelir. Biz muhabbetine yazmıştık demeyin. Bekliyorum. Lütfen, beklediğim dağlara karlar yağmasın. Bilin ki yazarım bir tarafa... Bu arada beni istediğiniz nimete benzetmekte muhayyersiniz. Asla gönül koymam.

Babacan Bir Tavra Ceza Verilir mi Hiç! *

Bursa'da bir kamu kurumunun müdürü, iddiaya göre odasına bayan memurunu çağırıyor ve ona "Maşallah, çok güzelsin, fıstık gibisin" diyerek kalçasını elliyor. Gözyaşlarına boğulan genç memur, olayı önce arkadaşlarına anlatmakla da kalmayıp sorunu yargıya taşıyor. Bursa 5.Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'basit cinsel saldırı’ davasında kurum müdürü, mahkumiyete çarptırılıyor. Sanık müdür, kararı temyiz ediyor. Yargıtay 14. Ceza Dairesi, kalçaya elleme yoluyla gerçekleştirildiği iddia edilen cinsel saldırı olayında müdürün babacan tavırla hareket edip etmediğinin yeterince araştırılmadığına dikkat çekerek “Sanığın aynı yerde birlikte çalıştığı mağdurenin vücuduna dokunması şeklindeki eyleminin, cinsel amaçla gerçekleştirildiği hususunun şüphede kaldığı ve mevcut haliyle cezalandırılmasına yeter başkaca delil bulunmadığı anlaşıldığından, isnat edilen suçtan beraatı yerine, yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi kanuna aykırıdır. Sanık avukatının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bozulmasına oy çokluğu ile karar veriyor. Karar bu şekilde kesinleşiyor. Çünkü Yargıtay, yargılamalarda son sözü söyleyen nihai mercidir.

Sanık müdürü temize çıkaran bu kararı gazetelerden okumuşsunuzdur. Öyle zannediyorum, televizyonlar da haber olarak verilmiştir. Konuyu ve meseleyi hala anlayamadıysanız bu meseleyi bir de benden dinleyin.

Haberi okuyunca pes doğrusu, bu kadar da olmaz diyecektim. Bereket demedim. İyi ki yargımız var, iyi ki kanuna aykırılık var dedim. Çünkü koskoca müdür, emri altındaki bir memurenin iftirasına yok yere kurban gidecekti. Müdür ne demiş, bir bakalım. Maşallah demiş. Ne var bunda? Adam, memuresini kem gözlerden korumak için maşallah demiş. Çok güzelsin demiş. Ne desin başka? Çok çirkinsin mi desin? Üstelik memuresinin güzelliğini de fıstığa benzeterek edebiyatını konuşturmuş. Teşbih efendim bunun adı teşbih... Ne yani zakkum gibisin mi desin… Müdür bununla da yetinmeyip kızımızın kalçasına bir dokunmuş. Ne var bunda? Kızımız, müdürünün bu iltifatına “teşekkür ederim müdürüm” diyeceği yerde önce ağlamış, ardından arkadaşlarına anlatmış, bununla da yetinmeyip soluğu mahkemede almış. Yerel mahkeme de bir şey biliyormuş gibi bu masum olayı “basit cinsel saldırı” olarak görüp koskoca müdürü cezaya çarptırıyor. Bereket nihai merci; kadının anlayamadığı, yerel mahkemenin de kadının dümen suyuna girdiği bu konuda olayı, “babacan bir tavır var” diyerek çözüyor. Kadın, yerel mahkeme ve ben, kötü niyetli olunca aklımıza neler geldi neler! Nedense bu işin babacan bir tavır olabileceği hiç aklımıza gelmedi. Bursa’da hakimler varsa Ankara’da da var. Eskiden yanlış hesap Bağdat’tan dönerdi. Şimdi Ankara’dan dönüyor. İyi ki varlar. Değilse böyle babacan bir tavra ceza verip cümle aleme rezil olacaktık. Neyse biz bunu boş verelim de şuna kafa yoralım: Bu babacan tavır, ileri boyuta taşınmış olsaydı, Yargıtay bu durumda ne karar verirdi? Ben şu anda her ne kadar perşembenin gelişi çarşambadan belli idiyse de bu kıt aklımla sonucu kestiremiyorum.

Hasılı, bundan sonra karşıt bir cinse, cinsel içerikli bir söz söyleyeceğiniz veya bir yerini özellikle kalçasını elleyeceğiniz zaman bu yaptığınızın cinsel tacize girip girmeyeceği endişesini taşımayın. İçiniz rahat olsun. Zira elinizde kapı gibi herkesi bağlayan emsal bir Yargıtay kararı var. Tüm bu eylemleri yaparken tek dikkat edeceğiniz husus, bu işi babacan bir tavırla yapmaktır. Ötesini merak etmeyin. Yine de ne olur ne olmaz der, bu konuda bir korku yaşarsanız, bu nihai kararın bir kopyasını cebinizde taşıyın. Bir taciz iddiasıyla masumluğunuza yanlışlıkla bir halel gelirse polise, yerel mahkemeye ve devletin diğer yetkililerine “Ben bu işi babacan bir tavırla yaptım. Bu da belgesi” deyip gösterin. Kim, ne diyebilir bu durumda…

Bu karardan çıkaracağımız sonuç; kimin, kime, neyi, nerede, ne niyetle yaptığı bir güzel anlaşılmadan bundan sonra kendisine taciz edildiği iddiasıyla hiçbir mağdure, koskoca müdürüne veya bir başkasına iftira atarak mahkemede soluğu almasın ve adalet dağıtan yargımızı boşu boşuna meşgul etmesin. Lütfen, istirham ediyorum. Bu işin şakası yok. Yok, kalçanıza dokunulmasının ne amaçla olduğunu hala anlayamadıysanız, mahkemeye gitmeden önce zanlıya “Bu işi ne amaçla yaptın” diye bir sorun. Bir şey kaybetmezsiniz. Eğer adam, mesele bildiğin gibi değil, ben bu işi babacan bir tavırla yaptım derse içiniz rahat olsun ve işinize yoğunlaşın. Zira kötü bir durum yok. Hala ben bu meseleyi anlayamadım diyorsanız, lütfen içinizdeki kötü düşüncelerden uzaklaşın. Bilin ki şeytandandır o.

*08/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.