Ana içeriğe atla

Bir O Var, Bir Ben

Bir sabah namazından, takriben bir saat sonra yürüyüş yapayım diye Evliya Çelebi yürüyüş parkuruna gittim. Akşam kalabalığı yoktu parkın. Tenha mı tenha. Yürümeye başladım kendi halimde. Yürürken de kim var, kim yok etrafı gözlemliyorum.
Daha önce yürümüş, dinlenmek için kamelyalara oturmuş birkaç kadın var. Kenar ve köşede spor yapan birkaç genci gördüm. İki kadın ellerinde nevaleleriyle kahvaltı yapmak için çoğu boş kamelyalardan birine oturdu. Üzerlerindeki kıyafetten bir fabrikanın çalışanları olduğu belli olan dört kişi, servis gelinceye kadar yürüyüş yapalım demiş olmalılar. İkisi önde, ikisi de arkada birbirleriyle konuşarak ağır tempo yürüyüş yapıyorlar. Yürüyüşleri de kısa sürdü. Dönüşümde göremedim.
800 metrelik parkurda beşinci turumu atıyorum. Pek açılamadım. Yürüyüşü kısa kesip bitireceğim. Tam başladığım noktaya gelirken yüzünde, usulüne uygun maskesini takmış, yaşlı bir amca belirdi önümde. Pek yürür gibi gelmedi bana. Yürüyeyim mi yürümeyeyim  mi der gibi bir hali vardı. 
Beni bekliyormuş sanki. "O maskeyi elinde tutma, tak" dedi bana. Cevap vermeden yüzüne baktım. Konuşmasına devam etti: "Az önce polis, maske takmayan gencin birine şurada ceza yazdı" dedi. Yine cevap vermedim. Parkurdan çıkıp gittim.
Bey amcayı haklı bulabilirsiniz. Zira maske ne boyunda taşınır ne de elde. Yeri, ağız ve burnu kapatacak şekilde yüze geçirmektir. Ama yukarıda anlattığım gibi 800 metrelik yürüyüş yolu neredeyse bomboş. Maskesiz yürüyüşümle kimseye tehlike saçacak durumum yok. Ortam kalabalık olsa zaten takarım. 
Amca belli ki doğru dürüst yürüyüş yapmasa da sabah sabah her gün postu parka seriyor ve çatacak birini arıyor. Bugünlerde konu bulma sıkıntısı da yok zaten. Değişmez birinci konumuz maske. Ne kadar sık sık uyarılar yapılsa da çoğunluk maske takmıyor ve maskeyi boynunda aksesuar olarak kullanıyor. Yeter ki çatmak iste. Ganimet gibi piyasada.
Devlet salgın nedeniyle maske ve diğer hususlarda kontrol yapılsın diye boşu boşuna görevli tayin edip onlara maaş veriyor. Halbuki amca gibi bu işi meccanen yapacak niceleri var bu ülkede. Devletin bu konuda yapacağı, fahri müfettişlere verdiği ceza yazma hakkını bu amca gibilere de verecek. İnanın, polisi, gece bekçisini mumla aratır bu tipler. Orta yerde bir başına oturan ve dolaşan dahil herkes maske takar. Bu tipler ceza yazmasa bile uyarılarıyla bile insanı geriyor. Bunlarla muhatap olup gerilmektense maskemi takayım, daha iyi der insan.
Hasılı maske takalım, sosyal mesafeye riayet edelim, temizliğimize özen gösterelim. Ama maskeyi de bu kadar abartmayalım. Kimsenin olmadığı yerde de bırakalım, insanlar maskeyi çıkararak rahat bir nefes alsın. Oh be! Dünya varmış desin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde