Ana içeriğe atla

Bu Kötülüğü Kimse Yapamaz ***

Birini çok seviyorsunuz. Onun için canınızı verebilecek durumdasınız. Onunla pazara kadar değil, mezara kadar gidersiniz. Olabilir. Çünkü sevgi bir gönül meselesidir. Gönülden gelen bir şey için kimse ayıplanacak değildir. İsteyen istediğini sever.
Sevdiğiniz bu kişi; oğlunuz, kızınız, torununuz, ağabeyiniz, ablanız, eşiniz, anne, babanız, siyasi veya STK lideriniz vs olabilir. Bu kişiye kötülük yapmak istiyorsanız şu dediklerimi yapın derim: 
*Bu kişiyi, doğru-yanlış her konuda alkışlıyorsanız,
*Dost acı söyler, yüze söyler sözünde olduğu gibi hatasını yüzüne söylemiyor ve eleştirinin yapıcı olanını dahi yapmıyor ve hiçbir şey yapamıyor olsanız bile hoşnutsuzluğunuzu yüz hattınızla bile belli etmiyorsanız,
*Önceki söz ve fiilleriyle çelişen bir şey yaptığı zaman hangi dediğin doğru demiyorsanız,
*Her yaptığına; vardır bir hikmeti, o bizden iyi ve en güzelini düşünür. O bunları bilmiyor mu sanıyorsunuz deyip aklınızı bir nevi kiraya veriyorsanız,
*Tüm arkadaşlarını tek tek kaybettiği zaman niçin küstüler, acaba sizin de burada bir payınız olabilir mi deneceği yerde, çekip gidenleri eleştirip sevdiğinize toz kondurmuyorsanız,
*Sevdiğinize bir konuda, olması ve yapması gereken bir öneri getirmiyorsanız,
*Hataları arttığı, arka arkaya pot kırmaya başladığı zaman bile sessiz kalıyorsanız,
*Hatalarını savunmak için bahane veya gerekçe buluyor veya üretiyorsanız,
*Hatalarıyla yüzleşmek, olmuyor böyle, yanlış yapıyor deneceği yerde, bunu herkes yapıyor -ki geçmişte şunlar da şunu yaptı- diyorsanız,
*Sevdiğinizi, fabrika ayarlarına döndürmek için kol kanat gereceğiniz yerde, durmadan övüp ayakları yere basmayacak şekilde onu yere, göğe sığdıramıyorsanız,
*Çevrenizde olup biten her olumlu gelişmeyi sevdiğinize, her olumsuzluğun sebebini hep başka yerlerde arıyorsanız,
*Çevrenizde olup biten ne kadar olay varsa bunu, sevdiğinize yapılmış ve onun hayatına kastedilmiş olarak görürseniz,
*Tüm suçu düşmanlarınıza ve dış güçlere bağlarsanız,
*İşinize yoğunlaşmak yerine, ömrünüzü sevdiğinizi desteklemek, onu savunmak ya da rakiplerini kötülemekle geçirirseniz,
*Başa gelen olumsuzluklardan dolayı eleştiri getirenlere, sevdiğinize halel gelmesin diye veryansın edip ağzınızı bozuyor ve onları hain, nankör, satılmış, dönek, şucu; şundan dolayı karın ağrısı var şeklinde itham ediyorsanız,
*Tüm nimetleri, iyilik ve güzellikleri sevdiğinize, ne kadar kötülük varsa başkasına yıkıyorsanız,
*Hata, yanlış ve çelişkilerinden dolayı sevdiğinizin yaptıklarına, hoşnutsuzluğunuzu en azından sessiz kalarak bile gösteremiyor ve üstüne üstlük hata ve yanlışı savunur duruma gelmişseniz...
Tüm bunları ve daha fazlasını yapıyorsanız, sevdiğiniz kendini sorgulamaz ve bir özeleştiri yapmaz. Bunu yapmayınca da haliyle yaptığı hataları varsa onları göremez. Bu da sevdiğinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. İnsan sevdiğine kötülük yapar mı? İşte böyle yapar. İnanın, sevenlerinin yaptığı bu kötülüğü, istese düşmanı bile yapamaz.

***09/07/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde