Ana içeriğe atla

Benzetmenin Bedeli

29 Haziran günü "Taraklara Elveda" başlığı ile bir paylaşımda bulunmuştum. ( https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=3299905630074402&id=100001649920184)
Saç, sakal ve bıyığımda  tek tel kalmayacak şekilde kendi kendime yaptığım tıraşıma, bazı yorumcular başıma dair bazı benzetmelerde bulundular. Teşbihlerin çoğu teşbihte hata olmaz misali yiyecekler üzerine bir benzetmeydi. Haliyle benzetmeler midemi, cebimi ve gönlümü cezbetti. Ne de olsa hepsi birer nimet. Benzetme ve benzetenlerden bazıları:
1. "Kabağın da bir sahibi var" → Bekir Sayman,
2. "Yumurta gibi" →Sen Ibrahim,
3. "En hafif tabiriyle yumurta gibi... Bir de nohut var ki ona benzetmeyeyim" →Ahmet Şam,
4. "Karasınır karpuzu gibi maşallah" →Ahmet Zeren,
5. "Ramazan, kusura bakma ama yumurta gibi olmuşsun"→Ahmet Güneş
6. "Kaskabak kardeşim, hayırlı olsun"→ Mehmet Avcı
Bu benzetmelerde bulunan arkadaşların benzetmeleri meyvesini vermeye başladı. Beni kaskabağa benzeten Mehmet Avcı, resimde gördüğünüz el emeği, göz nuru ve yerli kabaklarını üşenmeyip ta Hatay-Erzin'den getirdi. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Kesesine bereket. Allah gönlüne göre versin. Düşünmesi bile yeter. Keşke altına da benzetse imiş beni...Ki düşünce safhasında bırakmayıp işi pratiğe döktü. İş madem böyle olabiliyor. Şimdi iş sırası, beni yumurtaya benzeten Ahmet Güneş, Ahmet Şam ve İbrahim Şen'de. Az çok demeyip gönderirlerse beni fazlasıyla memnun edecekler. Organik veya gezen tavuk yumurtası olursa aliyyül ala olur. Böylece ben onlara hayır dua ederken yumurta için epey markete gitmemiş olabilirim. Gönderin ki gönderdiğinizi kafamla karşılaştıracağım. Ahmet Zeren'den özellikle Karasınır karpuzu istiyorum. Konya'ya 75 km Karasınır. Gidiverip alıp gelecek. Bu arada gidemem derse diğer karpuzlar da zorunluluk gereği kabulümdür. Zira hiç yoktan iyidir. Bekir Sayman'a gelince nasılsa kabak gelmiş. Benim getireceğim zait olur diye düşünmesin. Kabağın bin bir çeşidi var. Beni hangi türüne benzetmişse ondan göndersin veya getirsin. Tüm bu benzetenler biz gelemeyiz, gel al derlerse bağrıma taş bastırır, gider alır gelirim. Bu arada yumurtaya benzetip ardından kusura bakma diyen Ahmet Güneş'e bir çift sözüm var: Ne kusuru kardeşim. Sen yeter ki benzet ve benzettiğini gönder. Esas kusur göndermediğin zaman olur. Ahmet Şam, nohuta benzetmeyeyim demişsin ama zımnında bir nohuta benzetilme durumu söz konusu. Yumurtanın yanında nohut da el yakıyor. Tazesinin yanında özellikle kurusu tercihim.
Hasılı, bu işin yani benzetmenin de bir bedeli var değil mi? Bu işin hiç kaçar tarafı yok. Bana hiç kızmayın, dilenciliğin bir başka türü bu demeyin. Kızacaksanız üşenmeyip Hatay'dan kabak gönderen Mehmet Avcı'ya kızın, bu işi ciddiye bindirdin diye. Zira ben hiç olmadığım kadar ciddiyim. Erzin'den kabak geliyorsa Mersin Mut'tan yumurta ve nohut, Konya'dan yumurtalar ve kabak hayli hayli gelir. Biz muhabbetine yazmıştık demeyin. Bekliyorum. Lütfen, beklediğim dağlara karlar yağmasın. Bilin ki yazarım bir tarafa... Bu arada beni istediğiniz nimete benzetmekte muhayyersiniz. Asla gönül koymam.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde