13 Haziran 2020 Cumartesi

Tepeden Bakmanın Zevki Bir Başkaymış! *

Bir kesere sap olmak, ardından yüksek bir makama gelmek özlemini duydum içimde hep. Çoğu zaman da içimde durdurmadım, cümle aleme ilan ettim bu özlemimi. Olmayacak, durumuma razı olayım, olduğum olacağım bu, dediğim anda, ne zaman ki ilgi alanıma girsin veya girmesin bir koltuk boşalsa, teklif beklercesine içimdeki bu özlem yeniden depreşir.

Ben bu haleti ruhiye içerisinde ömrümü tamamlamayı beklerken Adana’daki 5.katta oturmamın haricinde hiç yüksek katta oturmadım. Hep zemin katlarda oturdum. Hala da öyleyim. Evin yükseği de ev, alçağı da ev. Ne fark eder, sonra yüksek kat ile yüksek makam ne alaka demeyin. Yüksek katlı bir evin balkonuna çıkıp etrafı kuşbakışı temaşa etmenin zevki bir başka. Ayrıca yüksek bir katta bulunmak benim için yüksek bir makamda oturmak gibi bir şey.  Çünkü bu hayatta tek muradım, hep yükseklerde olmaktır. Böylece yükseklerden bakarak makam özlemimi bir nebze de olsa gideriyorum. Bu arada yükseklik korkum falan yok. Asansör arızaya geçtiği zaman gerekirse yürüyerek çıkarım. Bu bedeli ödemeye razıyım. Yeter ki hep yükseklerde olayım.

Kendim, zemin katlardan kurtulup yüksek katlarda oturamasam da eş, dostun ve misafirliğe gittiğim kimselerin balkonuna bir vesile çıkıyor, oh be diyorum. Bugün yine öyle bir gündü. Üstelik ev sahibi de yoktu evinde. Tatile giderlerken evimize bakarak olun diye evinin anahtarını bize teslim eden bir yakınımın evine, bir kahve içimi kadar girmek durumunda kaldım. Eve girilir de balkona çıkılmaz mı? Benim için hobi gibi bir şey. Üstelik 10.katta oturuyorlar.

Onuncu katın balkonundan Konya’ya şöyle bir temaşa ettim. Zira Konya ayağımın altındaydı. Uçsuz bucaksız şehri sağdan sola, soldan sağa, yakından uzağa doğru bir güzel süzdüm. O koca koca binalar bana küçücük geldi. Bir ara acaba bu gördüklerim benim olabilir mi diye bir de alıcı gözle baktım. Alamam. Zira alacak gücüm yok. O zaman ne diye satın almaya kalkıyorsun, demeyin. Hayallerime de ket vuramam ya. Daha içimden neler geçiyor neler... Bir vadi dolusu altınım olsa ikinciyi bile isterim. 

Balkon sefam devam ediyor. Ardından bir de aşağıdan gelip geçenlere nazar ettim. Karınca misali küçücükler. Bense yukarıda dağları ben yarattım dercesine büyükçe duruyorum ve onlara tepeden bakıyorum. Şimdi anladım insanlara tepeden bakmanın bazı makam sahiplerine nasıl bir zevk verdiğini. Bu, ayrı bir duygu olsa gerek. Bir de böylelerine amma da kibirliler diye kızardım. Adamlar boşuna kibirlenmiyorlarmış demek ki... Onları tepeden bakmaya iten ya da onları kibirli yapan, oturdukları yüksek koltuklarmış meğer. Benim de bir koltuğum olsaydı aynı duruma ben de düşecektim belki. 

Ben böyle düşünceler içerisinde iken ayrılık vakti gelip çattı. Zira yolcu yolunda gerek. Zaten durduğum balkon da ev gibi emanet. İstemeye istemeye koltuktan pardon balkondan ayrıldım. Asansöre geçtim. Düğmeye bir bastım. Az sonra yukarıdan/tepeden karınca gibi gördüğüm insanlar arasına iniverdim. Balkon sefam böylece birden sona eriverdi. Az önce herkese, her yere zirveden bakıyordum halbuki. Şimdi zirvenin dibindeyim. Hemencecik böyle düşeceğimi hiç hesaba katmamıştım. Ne idim ne oldum. Ne olduğumu değil, ne olacağımı hesaba katmam gerekiyormuş. Hasılı düşmek zormuş zor! Düşmez kalkmaz bir Allah. Zira o hep zirvede. Gerçek makam sahibi de o. 

Siz siz olun, benim gibi yükseğe çıktım diye kibirlenmeyin. Zira aynı akıbete duçar olursunuz.

*19/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


12 Haziran 2020 Cuma

Sözümüz Meclisten İçeri Olsun! **

Vaaz verilirken hutbe okunurken bir panel veya konferansta konuşulurken ya da iki veya daha fazla kişi konuşurken konu ne üzerine olursa olsun, eğer bir tenkit yapılıyor, herhangi bir hareket eleştiriliyor ise konuşmacıların ortak özelliği, "Sözüm meclisten dışarı" demeleridir. Bu sözü söylemeyen de sözü hep dışarıda olanlara söyler. Hiç içeridekilere yani yanındaki ve karşısındaki hâzirûna bir şey söylemezler. (Öyleyse de bir şey denmiyor.) Çünkü bize göre birlikte olduklarımız tıpkı bizim gibi sütten çıkmış birer ak kaşık. Ne kadar kötülük varsa yanımızda olmayanlara ait. Herkes, içeridekiler yani bizim gibi olsa dünya güllük gülistanlık olur.

Sözü üzerimize almaz tavrımızı Kur'an-ı Kerim okurken de yapıyoruz: Şu ayet Yahudiler, bu ayet münafıklar, o ayet kafir ve müşrikler hakkında inmiştir. Bunlar yaşantı ve inanç yönünden çok kötü bir hayat sürüyorlar. Allah bu ayetlerle bu kötü kimseleri eleştiriyor. Bunlar cehennemliktir, diyerek kendimizi bir güzel temize çıkarıyor ve üzerimize toz kondurmuyoruz. Geriye; bize hitap eden, bizi eleştiri konusu yapan Kur’an’dan fazla ayet kalmıyor. Bize kala kala “kebap” diyebileceğimiz cennet ayetleri kalıyor. Kendimizi de cennete bir güzel koyuyoruz. Öyle ya, cennete girmeye bizden daha layık kim olabilir?

Her sözün bir maksadı ve vermek istediği mesajı olduğu gibi kimin hakkında inerse insin, ayetlerin de bize vermek istediği mesajları vardır. Aynı şekilde Kur’an, geçmiş kavimlerin kıssalarını anlatırken de kıssadan hisse alınmasını ister. Allah, “Onlar şöyle şöyle inandı, böyle böyle yaptı, şu kadar sınırı aştılar, kötülükte ileri gittiler. Bu yapıp ettiklerinden dolayı başlarına şunlar şunlar geldi. Şayet sizler de aynı yolun yolcusu olursanız, sünnetullah gereği aynı akıbete duçar olacaksınız” mesajı veriyor. Bizler kafir, müşrik gibi inanmıyor, münafık gibi bir yaşantı içerisinde olmuyor olabiliriz. Ama benzerlerini yapıyor olabiliriz. O yüzden kimin hakkında inerse insin, ayetlerden mutlaka mesaj alma yoluna gitmek zorundayız. Bunun için ben, bunların ve bu özelliklerin neresindeyim özeleştirisi yapmak ve bir güzel düşünmek gerekiyor.

Konuşmalardaki sözüm meclisten dışarı şeklindeki üslup ile “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kastedildiği açık olmasına rağmen gelin görün ki gelin olmaya ve sözü üzerimize almaya pek niyetimiz yok. Bu yüzden yapılan onca konuşma ve verilen mesajlar, üzerine alacak kimseyi bulamadığı için havada kalıyor. Halbuki bu yol, bu işi kırmadan, dökmeden dolambaçlı yollarla anlatma yoludur ve güzel bir yoldur.

Aynı aymaz (laftan, sözden anlamaz ve üzerimize almaz) halimizi, Kur’an’dan okunan ayetlerde de göstermeye devam ettiğimize göre bundan sonra vaizlere, hatiplere, yazar ve çizerlere düşen, “söz anlayana söylenir” sözünde olduğu gibi sözü, meclis dışındakilere değil, meclis içindekilere anlayacakları dilden söylemeleridir. Ne zaman, nerede, nasıl ve ne şekil konuşurlarsa konuşsunlar konuşmalarının başında, arasında veya sonunda “Sözümüz meclisten içeri” demelidirler. Çünkü başka türlü bizim üzerimize alacağımız yok. Tabi, bu işi yaparlarken kırmadan, dökmeden, işi şahsileştirmeden güzel bir üslup ile yapmalıdırlar.

**13/06/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

11 Haziran 2020 Perşembe

Sorun Ağzım ve Burnumda (2) *

Geçen yazımda virüsün ağız ve burun yoluyla bulaşmasından dolayı sorunun ağız ve burnumuzdan kaynaklandığını, bu yüzden maske ile kapattığımıza işaret ederek burnumla ilgili sorunlara değinmiş, ağzıma sıra gelmemişti. Çünkü problem olma yönünden ağzım da burnumu aratmaz. Zaten biri üstte diğeri altta olmak üzere ikisi muhteşem ikili. Zaman zaman paslaşırlar. Bu yazımda da ağzımın problem olduğunu ele almaya çalışacağım:
*İster boşboğaz, ister çenesiz deyin. Gevezelikte üstüme yoktur. Sessizliği pek değil, hiç sevmem. Olur-olmaz konuşurum. Hatta bazen başkasının ağzından lafını alırım. “Söz gümüş ise sükut altındır” sözü gereğince altını severim ama bahtıma hep gümüş çıkar. Bu açıdan kanaatkar sayılırım. Çoğu zaman ağzımdan çıkanı kulağım duymaz.
*Yerli yersiz her şeye karışırım. Bu yüzden ağzımın payını veren eksik olmaz. Yerime oturur kalır, tozarırım. (Siz buna Konyalı tabirle doşşarmak deyin) Bir anda dut yemiş bülbüle dönerim ve kendim ettim, kendim buldum derim içimden.
*Yemek yerken bile konuşmayı ihmal etmem. Bu da bazen nahoş durumlara yol açabiliyor. Çünkü yol kazasına uğrayabiliyor.
*Sır saklamam. Zira ağzımda bakla ıslanmaz. Verilen bir sırrı gider hemen bir başkasına aktarıveririm. Söylemezsem çatlar ölürüm sanki.
*Her konuda fikrimi söylerim, sanki soran var gibi. Biraz da başkası fikrini söylesin, demem. Sanırsın ki allameyi cihanım. Halbuki bildiğim bir şey yok. Sadece bildiğini sanan bir zavallıyım.
*Yemek yerken sanki bal-börek yiyor gibi ağzımı şapırdatırım. Başkası rahatsız olurmuş, hiç umurumda olmaz. Önemli olan kendi rahatım. Zira rahatsız olan çekip gitsin. Onları yanımda tutan mı var sanki?
*Zandan kaçınmam. Başlarım hemen bana göre demeye. Sanki dünyanın merkeziyim.
*Ölmüş kardeşimin etini yemeyi pek severim. Üzerine, şu anda gıybet yapıyorum ama diyorum bir de.
*Öyle bir aciz ağzım var ki birinin ağzına bir parmak bal bile çalamaz.
*Hak eden bazılarının ağzına tükürmeyi çok istedim ama bugüne kadar gerçekleştiremedim. Zira beceriksizim.
*Konuşurken konuşmama aşık olmama rağmen bugüne kadar kimseyi ağzıma baktıramadım, kimsenin de ağzına bakakalmadım.
*Kendimce mizah yapmaya çalışırım. Onu da ağzıma yüzüme bulaştırırım.
*İçimden geçeni karşı taraf üzülür, içimde tutayım demez. Ağzım geldiği gibi çıkarır. Bazı zaman lafım karşı tarafa ok gibi saplanır. Zira dilimin kemiği olmadığı gibi ağzımın da perhizi yok.
*Kendi ağız kokum kendime yettiği için ağzım ayrıca başkasının ağzının kokusunu çekmeye gerek duymaz.
*Ağzımı kapatıp susmamın konuşmamdan daha beter olduğu söylenir. Bilenler, sen ne olursun, konuş. Zira susman hiç çekilmiyor, der.
*Müthiş önyargılıyım. Bazıları ağzıyla kuş tutsa Allah bir dediğinden başkasına inanmam. Bunu da içten söylemedi diye niyetini okurum.
*Dobra gibi görünsem de bazı zamanlarda lafı ağzımda geveler dururum.
*Kendimi akıllı belki de dünyanın en akıllı insanlarından biri olarak görmeme rağmen birileri gelir, beni kandırır. Zira ağzımdan girer, burnumdan çıkar.
*Öfkelendiğim zaman ağzımı açar, gözümü yumarım. Allah ne verdiyse, kelime dağarcığım ne kadarsa boşaltırım. Arkasından söylediklerimden dolayı pişmanlık duyarım. Halbuki laf ok gibidir. Çıktı mı girer mi?
*Bazı zamanlarda ağzımı bozduğum olur.
*Şeytan ve nefsim bana bazen fısıldar ve şeytan diyor ki derim. Sağ olsun dostlarım, ağzını hayra aç, der.
Gördüğünüz gibi burnumdan sonra ağzım da sorun. Ağzımın bu sorunları da saymakla bitmez. Ne edersiniz ki benden bir parça. Ben onunla, o benimle birlikte yaşamaya mahkumuz. Ağzım bu kadar kötü ama haksızlık yapmayayım. Ne kadar kötü olursa olsun bugüne kadar bazılarımızın yaptığı gibi bir başkasının ağzına pislemeye kalkmadı. Ne zaman “Senin ağzına s…” diyen biri olsa, şunun pisleyeceği yere bak. Acaba bunu nasıl becerecek? Bu da ayrı bir zevk olsa derim. Şükür ki sizin ağzınız, benim ağzım gibi değil…

*12/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.