10 Haziran 2020 Çarşamba

Ayasofya'nın İbadete Açılması ***

Bugünlerde ne haber izliyorum ne de gazeteleri takip ediyorum. Yaptığım tek şey, yazdığım yazılar yayımlanınca sosyal medyadan onları paylaşıyorum. Paylaşımların altına yorum yazılırsa onlara cevap yazıyorum. Önemli bir gündem var mı diye bazı paylaşımlara göz atıyorum. Rutin paylaşımları görünce gündemde anormal bir durum yok diyorum. Bazen de bir köşe yazısı olmayacak şekilde kısa yazılar yazıp paylaşıyorum. 6 Haziranda Ayasofya ile ilgili şu paylaşımım da onlardan biri. Bu paylaşımım da gündeme dair olmuş. Zira 8 Haziran tarihli gazetelere bir göz attığımda gündemde Ayasofya konusunun olduğunu gördüm. Önce 6 haziran tarihli paylaşımıma bir göz atalım:

"Ayasofya'nın yeniden camiye dönüştürülmesi birçok Müslüman'ın en büyük hayali…
Açılsın, açılmasın tartışmalarına rağmen müze statüsünü koruyor. Sanırım Hıristiyan dünyadan gelecek tepkiden çekiniliyor.
Aslında Müslümanların namaz kılacak yer sorunu yok. Zira Müslümanlara göre her yer namazgahtır. Salgın dolayısıyla camilerde namazları tam olarak kılamadığımız bugünlerde her bulduğumuz boşlukta cemaatle namaz kılabiliyoruz. Buna rağmen Ayasofya'nın cami olarak yeniden açılmasının sembolik bir anlamı var.
Benim bu konuda şöyle bir önerim var. Bu öneri hem Müslümanları hem de Hıristiyanları memnun edecek bir orta yol olabilir: Ayasofya cami olarak açılır. Burası 6 gün Müslümanlara cami olarak hizmet verir. 7.gün yani pazar günü ayin için Hıristiyanlara tahsis edilir. Müslümanlar, şükür bugünleri de gördük. Fatih'in vasiyeti yerine getirildi der. Hıristiyanlar da Ayasofya'da yüzyıllar sonra ayin yapabildik diye sevinir. Bu durum, dinlerin ve müntesiplerinin hoşgörüsüne de güzel bir örnek olur."

Bu paylaşımın altına da "Siz ne dersiniz bu konuda?" yazdım. Paylaşımdaki önerime olumlu tepkiler aldım. Bir kısım takipçi de seviyeli bir şekilde şu şekil eleştiri ve endişelerini dile getirdi: "Bir gün kilise olarak kullanılacaksa cami olarak açmanın anlamı kalmaz", "Ayasofya, fethin sembolüdür ve kılıç hakkıdır. Mekke'de bir saatliğine put sergilenir mi ki burada ayin yapılsın", "Atamızın vakfiyesine rağmen 90 yıldır taviz veriyoruz. Tavize gerek yok", "Egemenliğimizin sembolüdür", "Bir hanımın iki kocası olur mu", "Müslümanlar Hz İsa'yı peygamber kabul ettiği için Müslümanların kilisede namaz kılmaya hakkı vardır. Hıristiyanların camilerde herhangi bir hakkı yoktur", “Biz Hıristiyan/ katil âleminin ağzına bakar, rızalarını gözetir ya da tepkilerini kollarsak hiçbir zaman Ayasofya açılmaz.”, "Ayasofya, bize zafer diye yutturdukları Lozan’ın gizli maddeleriyle müzeye çevrildi. Fatih'in emaneti amasız, fakatsız aslına yani camiye dönüştürülmeli, nokta”, "Fethin anlamı bozulur, kılıç hakkı var”, "Üstü camii, altı kilise olmaz.", "Bu dediğiniz İslam'a aykırı. Tarihte hiç örneği olmamış, Müslüman bir memlekette bir mekan hem cami hem kilise olmaz.", "Ayasofya için böyle bir çözümün uygun olmadığını düşünüyorum zira Ayasofya vakfiyesi buna engeldir,”.

Getirdiğim öneri ile Ayasofya, cami olarak ibadete açılsa bu durumun egemenliğimize, kılıç hakkına, Fatih'in emaneti ve vakfiyesine bir halel getireceğini düşünmüyorum. Ayin yapmaları için bir gün Hıristiyan tebaaya camiyi tahsis etmenin İslam dini açısından bir sakıncası olmadığı gibi taviz verdiğimiz anlamına da gelmez. Çünkü peygamberimizin uygulamasında buna dair bir örnek vardır: Kendisini ziyarete gelen Necran Hıristiyanları, ayin yapmak istediklerini söyleyince peygamberimiz onlara Mescidi Nebi'yi açmıştır. Hem peygamberimizin uygulaması hem bizim Hıristiyanlara camiyi bir gün tahsis etmemiz İslam'ın hoşgörüsüne de güzel bir örnek olur ve dünyaya da iyi bir mesaj vermiş oluruz. Hıristiyanların kiliselerinde resim var, bu durumda ne yapacağız denirse teknolojinin bugünkü geldiği durumdan faydalanabiliriz. Ayasofya’nın orijinalliği bozulmadan resimli yerler dijital tablolarla kapatılabilir.

Açılsın, açılmasın, müze olarak kalsın tartışmalarının, önceki yıllara oranla daha bir hız kazandığı bugünlerde, sanırım Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi, hiç olmadığı kadar ciddi bir şekilde düşünülüyor. İnşallah açılır ve bu konu bir daha tartışma konusu olmaz.

Bazıları tepki gösterse de burada şunu söylemeden geçemeyeceğim: Bir yer fethedildiğinde cami olsun, kilise olsun veya havra olsun, mabetlerin ilk yapıldığı şekliyle hizmet etmeye devam etmesini savunuyorum. Yani ne cami kiliseye ne de kilise camiye dönüştürülsün. Burada Hıristiyanlar Kurtuba Camiini 1236’da kiliseye çevirmişler, onlar yapıyorsa biz de yaparız denebilir. Onların bu yaptıkları doğru değildir. Üstelik onlar bizim öğretmenimiz olamaz.

Geçmiş işgal veya fetihlerde, gücü göstermek için camiler kiliseye, kiliseler camiye dönüştürüldü diyelim. Camiye dönüştürülen Ayasofya’nın cami olarak 500 yıl hizmet ettikten sonra bu caminin müzeye dönüştürülmesini hiç anlayamıyorum ve doğru bulmuyorum.

***15/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
  



8 Haziran 2020 Pazartesi

Normalleşmeyi Daha Çok Bekleriz! ***


Kaç aydır koronavirüs salgını ile topyekûn mücadele eden Türkiye, 1 Hazirandan itibaren normalleşme adımları çerçevesinde birçok kısıtlamaları kaldırmaya çalışırken bazıları da “Gidişat böyle iyi, normalleşmeye gerek yok” dercesine azalmaya yüz tutan vaka sayısını tetiklemeye devam ediyor. Şu açıklamalar 7 Haziran Pazar günü “Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu”nu açıklayan Sağlık Bakanı Sayın Koca’ya ait: "Geçmiş olsun" ziyareti sebebiyle bir ilimizde 190 kişiye virüs bulaştığını; bir diğer ilimizde de asker uğurlamasında 58 kişi virüsle enfekte olduğunu” açıkladı.

Sayın Bakan’ın bu açıklamasını garipsedik mi? Hayır. Çünkü bu tür açıklamaları vakayı adiden oldu. Zira salgınla beraber onca uyarıya rağmen kurallara uymamakta direnen içimizde az sayıda beyinsiz var. Bunlar, ne mevlit okutmaktan ne taziyeye gitmekten, ne asker uğurlamaktan ne geçmiş olsun ziyaretinden ne bayram gezmesinden ne iftar daveti ve iftar vermekten ne de eşini-dostunu görmekten geri kalıyorlar. Testi pozitif çıkan yakınını ziyaret etmeye kalkana engel olduğu için güvenliği bıçaklayan bile var. Karantina uygulamasından kaçanlar, hastalığını veya gidip geldiği yerleri gizleyenler, testi pozitif çıktığı halde hastaneden kaçıp başka doktora muayeneye gidenler, temastan kaçınmayanlar, sosyal mesafeye riayet etmeyenler, hayat ve her şey normalmiş gibi rutin hayatından ödün vermeyenler…Maalesef say say bitmiyor.

Normalleşemediğimizden esnaf kan ağlıyor, birçok sektör iş yapamadı, insanımız işine gidemedi, böyle giderse üretim ve çalışma olmayınca ekonomi iyice felç olacak gibi endişeler hiç önemli değil bu tipler için. Dünya yıkılsa umurumda mı dünya derler. Tek başına Fahrettin Koca da dokuz doğursun. Bir gün normalleşeceğiz diye gün sayan büyük çoğunluk da bekleye dursun. Zira daha çok beklerler…

Kimse kusura bakmasın, içimizde birbirinin kopyası bu beyinsiz takım olduğu müddetçe 1 Haziranda başlayan ve adına “Kontrollü sosyal hayat” denilen normalleşme adımları uzar gider. Toplamda 23 gün sokağa çıkma yasağının üzerine daha ne yasaklar gelir. Esnaf daha çok kepenk kapatır.

Merak ettiğim, kafasına koyduğunu yapan bu tipler mi normal yoksa konan kuralları birebir uygulayıp olağanüstü bir hayat süren diğer çoğunluk mu? Kahir ekseriyet yoğurdu üfleyerek yemek suretiyle rahatından ve gündelik yaşantısından ödün vererek yaşadığına, bunlar ise hiçbir şey yokmuş gibi bir hayat sürdürdüklerine göre bu durumda herhalde bu beyinsiz/aymaz/umursamaz/kendine Müslüman kesim normal, büyük çoğunluk ise anormal olur.  

Siz ne dersiniz bu tiplere? Atış serbest…Ağzınıza geleni söyleyin. Zira hepsi yakıştığı gibi hatta az bile gelir ve bunlar her olumsuz vasfa müstahaktırlar. Yaptıkları densizliktir, umursamazlıktır ve aymazlıktır gerçekten. Bunlara kendine Müslüman dense yeridir.

Ne yapalım bunları? Laftan sözden, kuraldan, yasaktan ve kul hakkına riayetten anlamayan bu tiplere ne dense yeri olduğu gibi ne ceza verilse yeridir. Öyle ceza verilmeli ki bunları yola getirsin ve aynı yolun yolcularına da ibret olsun. Çünkü “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir/Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” sözünden hareketle, bu tip söz dinlemeyip hasta olan ve hastalığı yayanları; devletin tedavi altına almaması, bunları bir yere doldurup kendi hallerine bırakması çok yerinde olur. Bunlar orada birbirlerine bakarak “Biz bu ülkenin söz dinlemeyen ayrık otlarıyız. Ayrı illerde olsak da aynı familyanın insanlarıyız. Kendimiz ettik, kendimiz bulduk” tekerlemesini söyleyerek imdat! Yok mu bizi kurtaran” şeklinde bağıra çağıra hayata veda etsinler.

***09/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



7 Haziran 2020 Pazar

Sorun Ağzım ve Burnumda (1) *


Aylardır yaşadığımız koronavirüs bize gösterdi ki virüs ağız ve burun yoluyla bulaşıyor. Benim ağzım ve burnumdan sana, sizinkinden de bana. Yani sorun ağız ve burnumuzda. Bundandır ki yetkililer birbirinize yaklaşmayın, temas etmeyin, sosyal mesafeye riayet edin ve maskenizi takının şeklinde bizi sık sık uyarıyorlar.

Aslında biliyordum esas sorunun ağız ve burnumda olduğunu. Sadece bunu dile getirmiyordum. Ancak kendimle yüzleşmek istemiyordum. Birilerinin de bu problemimi yüzüme vursun istemezdim. Ama olan oldu. Zira sağır sultan duydu, sorunun ağız ve burnumdan kaynaklandığını. Zaten problemi en aza indirelim diye ağız ve burnu kapatacak şekilde maske zorunluluğu da bundan. Bunun nasıl farkına vardın derseniz, anlatayım efendim:
*Burnum her şeye burnunu sokuyor, her şeye karışıyor. Bu yüzden kavgalarda önce burnumu dağıtırlar.
*Sinirleniyorum, burnumdan soluyorum.
*Üşütüyorum, olur olmaz burnumu çekiyorum.
*Rahatlamak için lavaboya gitmekten üşeniyor, başkası tiksinecek mi demem, burnumla bir güzel oynuyorum.
*Lavaboya gidersem de başkası rahatsız olur mu demem, bir güzel temizlerim. Ardımdan gelen geldiğimi bilsin diye lavaboda da iz bırakırım. Çünkü acil işim var. Başkası gibi boş değilim ki...Üstelik buranın bir temizlik görevlisi var. Ben işimi yaptım, o da işini yapsın.
*Rahatsız olduğum zaman burnumu birkaç çektikten sonra kağıt mendil türünden ne bulursam insanlar içerisinde silerim.
*Hapşırır, ortamdakilere Ya Rabbi, şükür" dedirtirim. Ağız ve burnumdan çıkan salya-sümük kaç km hızla gider, bilemem. Bildiğim değme arabalardan daha hızlı gittiğidir. Bu durumda tek yaptığım, kafamı boş bir alana doğru çevirmek, başkası nasiplenmesin diye elimle ya da peçete ile kapatmaya çalışmak.
*Rahatsızlığımdan dolayı burnum kapalı olur, ceremesini ağzım çeker. Zira ağzımdan destek alırım.
*Derin bir uykuya dalarım. Horlamam ile yanımdakilere ya sabır, çektiririm.
*Burnum koku almaz, almaz diye dert yanarım. Koku alır, etraf ne pis kokuyor derim. Ortamın kirletilmesinde kendi payım var mı diye de hiç düşünmem.
*Ayıpladığım ve kınadığım her şeye burun kıvırırım.
*Bazen ölümle burun buruna gelirim.
*Bazı acılarda burnumun direği sızlar.
*Pek kimseyi beğenmem. Zira burnum hep havada, sanki dağları ben yaratmışım gibi.
*Özlemini duyduğum şeyler burnumda tütse de burnum havada olduğu için yerde bulsam bile tenezzül etmem.
*Yaşadığım hayatın çoğu sahneleri burnumu sürter, burnumdan fitil fitil getirir ve anamdan emdiğim süt burnumdan gelir.
*Kargayı kılavuz edinmedim. Ama insan evladı diye kılavuz seçtiklerim kargayı aratmadı. Zira burnum pislikten kurtulamadı.
*Burnumdan kaynaklanan tüm bunlara rağmen burnumun büyüklüğünden midir, burnumun ucunu dahi göremiyorum.
*Salgın gösterdi ki virüs, burnumun içinde yuvalanıyor. Buradan alınan mukoza numunesi ile hasta olup olmadığımız ortaya çıkıyor. 
Gördüğünüz gibi burnumdan kaynaklanan sorunlarım o kadar çokmuş ki ağzıma sıra gelmedi ve say say bitmedi. Bereket sizde burnunuzdan kaynaklanan böyle sorun yok. Ağzımı da diğer yazımda ele alalım.

*10/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.