2 Haziran 2020 Salı

Siyasetin Tekdal'ıydı


Tv ve basından tanıdığım kendisini, parti genel başkanı iken ilk defa Sultan Selim Camiinin önünde bir cuma namazı sonrası bir kenarda kendi halinde beklerken görmüştüm. Diğer parti başkanları gibi etrafında koruması ve avanesi yoktu. Kendi halinde yapayalnız birilerini bekliyordu. Duruşuna ve mütevazılığına hayran kalmıştım. Yanına varıp halini hatırını sordum. Şehrimize hoş geldin dedim, elini sıktım. Memnuniyetini ifade etmek için elini göğsüne götürdü. Fazla da konuşmadı. Zaten çok konuşan biri değildi. Yanında birkaç arkadaş az bekledikten sonra vedalaşmıştık. 

Türk siyasetinin, geçmişten günümüze içinde yer almış ender siyasetçilerinden biridir nazarımda. Benim gördüğüm öne çıkan siyasetçilerin çoğu lafazandır, demagogtur. Rakibini suçlar, ithamlarda bulunur, yapamayacağını vadeder, atar, tutar. Tutabilirsen aşk olsun. Öyle mazeret ve gerekçe üretir, öyle savunma yapar, öyle algılar oluşturur ki anlattıklarına seni inandırdığı gibi kendileri de inanmaya başlar. Pireyi deve, deveyi pire yapmada çok mahirdirler. Hedeflerine ulaşmak için ortamı germeyi, kutuplaştırmayı, ötekileştirmeyi hatta gerekirse memleketi ateşe vermeyi pek severler. Çünkü bir iyi kendileri vardır. Bu ise diğer bildik siyasetçiler gibi değildi. Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan biriydi nazarımda.  Kal değil, hal adamıydı.  Verdiği görüntü, nereden girdim ben bu siyasete der gibiydi.

Siyasetini konuşturmadığı gibi hukukçuluğunu da konuşturmadı. Ne görüyorsanız ben oyum der gibiydi, hem siyasetçi hem de hukukçu olmasına rağmen. Diğer siyasetçiler gibi siyaset yapmadığı gibi diğer birçok hukukçu gibi de değildi. Hele şu avukat gibi hiç değildi: Biri at çalmış. Yargılanmadan önce ailesi oğlumuzu savunsun diye bir avukat tutmuş. Mahkemede avukat, müvekkilini öyle savunmuş ki hakim davayı beraatla neticelendirmiş. Çıkışta avukat müvekkiline "Doğru söyle. At çaldın mı, çalmadın mı" demiş. Genç, "Valla, ben çaldım diye biliyordum. Siz öyle bir savundunuz ki çalmadığıma kanaat getirdim" diye cevap vermiş. 

Hasılı temiz siyaset denince, nevi şahsına münhasır siyasetçi denince aklıma bu şahıs gelir. Genel başkan iken bile kendini öne çıkarmadı. Bu yüzden pek tanınmadı. Koltukta emanetçi gibi durdu. Bildik Türk siyasetine bir numara büyüktü. İnşallah gördüğüm gibidir iç hali de. Duydum ki siyasetin bu tek dalı vefat etmiş. Ahmet Tekdal'dan bahsediyorum. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. 

Not: Bu arada elini sıktığım ilk ve son genel başkandır kendisi. 

1 Haziran 2020 Pazartesi

Cemaatle Kılınan Namazlarda Saf Düzeni (2) ***


Gelelim günümüze… Günümüzde de insanlarımız birbirleriyle kardeş gibi değiller. Küçük yerler dışında aynı mahallede oturanların çoğu camide yan yana saf tutsa bile birbirlerini tanımıyor. Namazını kılan çıkıp gidiyor. Dışarıda, sağındaki ve solundaki birlikte saf tuttuğun insanları bir göster diye sorsak çoğumuz, kim olduklarını bilemeyiz. Caminin genişliğinin müsait olmadığı, camiye gelen cemaat fazla, havanın soğuk ve yağışlı olduğu zamanlarda safları sık tutmaya devam edelim. Hatta aramıza bir kişi daha alalım diye safları iyice sıklaştıralım. Ama cemaatin az olduğu zamanlarda da birbirimizi itip kakacak, namaza kendimizi vermeyi engelleyecek şekilde safları iyice sıklaştırmaya kalkmamak gerekir diye düşünüyorum.

Tüm bu bahsettiğim safla ilgili mesele, salgın öncesi saf düzenine ait. Koronavirüs ile birlikte ortaya çıkan yeni sosyal mesafe kuralı gereğince, kıldığımız cuma namazını da yeni saf düzenine göre kıldık. Sağ-sol, ön ve arka tarafımızdaki namaz kılanla aramızda en az 1,5 metrelik bir mesafe olmasına dikkat ettik. Yani safta bile aramıza mesafeler koyduk.

Burada değinmek istediğim husus, yaşadığımız bu olağanüstü ortam gidip normal yaşantımıza döndüğümüz zaman saf düzenimiz nasıl olacak? Yine eskisi gibi safları sıklaştıracak mıyız yoksa koronavirüsten bize, yeni bir saf düzeni mi kalacak? Ben bunun ortasının bulunmasını savunuyorum. Safların düzeni yine ip gibi olsun. Ama safların sıklığına gelince ne eskisi gibi sımsıkı olsun ne de koronavirüslü günlerdeki gibi aramızda uçurumlar olsun. Ortası derken saftaki iki kişi arasından bisiklet, motosiklet, taksi veya bir insan geçsin demek istemiyorum. Yan yana duran kimse, birbirini rahatsız etmesin, kişi rüku ve secdeye nasıl gideceğim diye namazda iken kara kara düşünmesin, namaza tam kendini versin istiyorum. Neden derseniz?
1.Bugün koronavirüs yarın bir başka salgın olmayacağına dair bir garantimiz yok. Sanırım bundan sonra bu ya da başka salgınlarla sık sık muhatap olacağız. Hiçbir salgın olmasa bile özellikle kış mevsimlerinde grip aramızda eksik olmaz. Biliyorsunuz gribin öldürücü yönü yok ama pandemi seviyesinde olmasa da bulaşıcı özelliği var. Kişi, grip olduğunu bilmeden yani etkisini daha hissetmeden yanındakine gribini bulaştırabiliyor.
2.Camiye gelenler içerisinde sayıları az olsa da soğan-sarımsak yiyip gelenler ve sigara içicileri olabiliyor. Bu durumdan rahatsız olan cami cemaati sayısı da az değil. Ben soğan-sarımsak yemedim diyenden bile yediği salatadaki soğanın kokusu geliyor.
3.Cemaate gelenler içerisinde, içinden okuduğunu sanan ama düpedüz cehri okuyan cami müdavimleri var. Bunların okuduğunu dinlemekten kendini namaza veremiyorsun.
4.Yine cami cemaatine devam edenler içerisinde namazdan önce karnını tıka basa doyurup namazda iken geğireceği tutan insanlar var. Yediği yemeğin kokusu ekşimiş bir şekilde sana öyle geliyor ki içinden “Ben nereden durdum bu adamın yanına” diyesin geliyor. Ayrıca namazı bırakıp bu adam ne yemiş olabilir diye düşünmeye başlıyorsun.

Hasılı saf düzeni ile ilgili kendi kanaatlerimi ifade etmeye çalıştım. Niyetim dinin bu konudaki nassına ve yerleşmiş saf düzenine aykırı bir görüş belirtmek değil. Bu yazdıklarım illa doğrudur iddiasında da değilim. Ne şekilde olması gerektiği hususunun işin uzmanları nezdinde seviyelerin korunarak konuşulmasını istiyorum. Doğrusunu Allah bilir.

***06/06/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Cemaatle Kılınan Namazlarda Saf Düzeni (1) ***

Cemaatle namaz kılınırken kametle beraber cemaat saf düzenine geçtiğinde imamın, "Safları sık ve düzgün tutun" uyarısını işitmeyeniniz yoktur. İmamlarımız bu uyarıyı, saflar çok düzgün olsa dahi yapıyorlar.

Safları sık ve düzgün tutmanın dini hükmü nedir bilmiyorum ama bu konuda değişik hadis kitaplarında, safları sık ve düzgün tutmamız ile ilgili değişik cümlelerle geçen çok sayıda hadisi şerif var. Bu hadislere göre safları sık ve düzgün tutmak -herhalde- sünnet olsa gerek.

Camilerdeki saf düzeninde sorun yok. Cemaat, bir uyarıya gerek duymadan ip gibi düzgün bir şekilde saf tutuyor. Çünkü camilerdeki yeni halılar desenli. Bir seccadeyi andırıyor. Herkes ayağını nereye koyacağını, başının secdede nereye geleceğini biliyor. Sorun, safların sık tutulmasında. Cemaatten bazıları hadislerde belirtildiği gibi omuzlar omuza, ayaklar ayağa değecek şekilde saf tutmaya, bunun için araya girmeye, yanına birini almaya çalışırken bazıları da safların bu kadar sıkı tutulmasından hal ve hareketleriyle rahatsızlıklarını belli etmektedirler. Hatta bazıları yanına kimseyi almamak için baya bir çaba sarf ediyor ya da burayı doldur diyenin davetine icabet etmemek için epey bir uğraşıyor.

Safların düzgünlüğünü anlarım. Çünkü peygamberimiz, oğlu İbrahim'in mezarını düzgün kazmayan mezar kazılarına mezarı niçin düzgün kazmadıklarını sorar. Aldığı cevap "Nasılsa az sonra kapanmayacak mı" olur. Bunun üzerine peygamberimiz "Allah güzeldir, güzel olanı sever" demek suretiyle işlerin düzgün yapılması gerektiğini belirtmiştir. Safların sık tutulmasına gelince, peygamberimiz zamanında bildiğim kadarıyla Mescidi Nebi'ye gelen Müslümanların sayısı, cami almayacak şekilde çok değildi. Peygamberimizin safların sık tutulmasıyla ilgili sözlerini bu durumda nasıl anlamak gerek? Bu konuyu anlamak için o günkü sosyal dokuya bir bakmak gerekecek. Peygamberimiz Medine'ye geldiğinde ilk yaptığı işlerden bir tanesi de şehirdeki sosyal barışı sağlayacak adımlar atmak olmuştu. Çünkü şehrin yerlisi Evs ve Hazreç kabileleri birbirlerine husumet halinde idi. Şehre Mekke'den gelen evi, barkı olmayan muhacirler vardı. Yaptığı çalışma ile peygamberimiz Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki husumeti kaldırmış, muhacir ile ensarı kardeş ilan etmişti. Peygamberimiz, şehirdeki insanların kardeşçe yaşamaları için çaba sarf etse de zaman zaman aralarında anlaşmazlık ve tartışmalar çıkıyor olmalı ki eski alışkanlıklarına dönmesinler, birbirlerine kenetlensinler, Müslüman potasında erisinler, kardeş gibi olsunlar diye saf konusunda sık sık uyarma gereği duymuş olabilir. Çünkü şehir küçük bir kasaba o gün için. Herkes birbirini tanıyor, kimin kiminle husumeti ve kırgınlığı olduğu biliniyor. Safların sık tutulması ile ilgili tüm sözleri ben böyle anlıyorum. Zaten Müslim’de geçen şu hadis, safların sık ve düzgün olmasıyla ilgili diğer hadisleri, özellikle son cümle açıklar nitelikte: ‘Râcih(değerli) akıl sahibi dirayetlileriniz hemen arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada durunuz! Sizleri çarşı pazar çekişmelerinden sakındırırım!’ buyurdu.” Safla ilgili bazı hadislerde geçen “Aranıza şeytan girmesin” şeklindeki uyarıları da sahabenin işin ciddiyetine varmasını sağlamak olarak değerlendiriyorum. (Bu konuya devam edeceğim.)

***04/06/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.