23 Nisan 2020 Perşembe

Normal Hayata Nasıl Döneriz? ***

Salgınla tanışalı ve bizi evlerimize hapsedeli 1,5 ayı geçti. Alınan onca tedbire rağmen düştü, düşüyor derken hastalığa yakalananlar yüz bini, hastalığı yenemeyip vefat edenler de 2 bini geçti. Her akşam açıklanan test sonuçlarına göre anormal bir yükseliş yok ama aşağıya doğru bir seyir de yok.

Yaşadığımız bu olağanüstü halin bizim için sevindirici yanları: Hasta sayısı artmasına rağmen hastanelerimiz dimdik ayakta, hastalığa yakalanma riskine rağmen sağlık çalışanları, fedakarca görevlerinin başında, iyileşen hasta sayımız her geçen gün artmakta, Sağlık Bakanı konusuna hakim, işin ciddiyetini bilen Bilim Kurulu yerinde yeni tedbirler önermekte, vatandaşın ekseriyeti evde kalma, sosyal mesafeye riayet etme ve maske takmada duyarlı; alınan tedbirleri uygulamada, yeni kararlar almada ve kriz yönetiminde devlet başarılı; tıbbi cihaz, maske başta olmak üzere ülke, mal ve erzak temininde sıkıntı çekmemekte.

Salgının bizi üzen yanları ise hastalığa yenik düşen insanlarımızın olması ve belirsizliğin daha ne kadar süreceğinin bilinememesidir. Yaşamakta olduğumuz bu olağanüstü hal ne zamana kadar böyle devam edecek? Devletin ve milletin bu çilesi ne zaman sona erecek? Dahası, salgın sonrası bizi nasıl bir hayat ve gelecek bekliyor, bunu da bilmiyoruz. Zira bu puslu havada burnumuzun ucunu görebildiğimiz yok.

Çoğu iş sektörü durmuş, çoğunluk evlerine çekilmiş ve millet olarak sıtmaya razı olmuş şekilde hayatımızı yaşarken normal hayata yeniden merhaba diyebilmek için aldığı bir dizi tedbirler üzerine devletin, yeni radikal tedbirler alıp yürürlüğe koyması lazım:
*Hafta sonu uygulanan sokağa çıkma yasağı 14 güne çıkarılmalıdır. Tarım, eczane, hastane, fırın ve zorunlu birkaç sektör elemanı dışında bu yasak herkese uygulanmalı. Zaruri ihtiyaçları gidermek için yeterince vefa grubu, güvenliği sağlamak ve yasağın tam uygulanabilmesi için polis ve jandarma görevinin başında olmalıdır. Bu süre zarfında evinde yüksek ateş, öksürük ve yorgunluk gibi koronavirüs belirtisi yaşadığını telefonla yetkililere beyan eden kişilerin, hastanede tedavi altına alınması sağlanmalıdır. Hastalar bu şekil tedavi altına alındıktan sonra evinde 14 gün boyunca bir semptom geçirmeyenler, 14 günün sonunda sokağa çıkabilmeli ve işine kaldığı yerden devam edebilmeli. Yani normal hayata geçilmeli. Çalışma esnasında hastalığın yeniden nüksetmemesi ve yeni bir salgına sebebiyet vermemesi için sosyal mesafeye aynen riayet edilmeli ve yakın mesafe çalışmak zorunda kalanlar maske takmaya devam etmeli.
*Salgında önemli bir görev ifa eden Bilim Kurulu, ardından kurulan Toplum Bilimleri Kurulu gibi stratejistlerden müteşekkil bir kurul daha kurulmalıdır. Bilim Kurulu, hastalığı minimuma indirmek için öneriler sunmaya devam etsin. Toplum Bilimleri Kurulu da uygulamaya konacak kural ve tedbirlerin nasıl olması gerektiği konusunda görüş bildirsin. Yeni kurulacak stratejist kurulu da salgın sonrası bizi ve dünyayı ne bekliyor? Hayatımızda ne gibi değişiklikler olacak? Bize nasıl bir dünya dayatılacak? Kurulacak bu yenidünya düzeninde bizler ne yapabiliriz? Devlet ve millet olarak üzerimize ne gibi görevler düşüyor gibi sorulara cevap aramalı, devlete görüş bildirmeli ve öneriler sunmalıdır. Açıkçası böyle bir kurula ihtiyaç vardır. Çünkü bize evde kal diyenlerin evlerinde kalmadıkları, yenidünya düzeni üzerinde çalıştıkları dünyanın malumu. Yarın salgın sonrası apışıp kalmayalım.    

***25/04/2020 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.             

22 Nisan 2020 Çarşamba

Oruç Bu Sene Daha Bir Zor Geçecek *


Her ibadet nefse ağır geldiğinden yerine getirilmesi zordur. Ama oruç belki de içlerinde en zor olanı. Kolay değil, imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemeden, içmeden durmak. Hele bir de oruç tutulan günler uzun günlere rastlıyorsa… O yüzden ibadetlerin içerisinde orucun yeri ayrıdır. Ödülü de diğer ibadetlere oranla daha büyüktür.

Oruçla ilgili bu girizgahtan sonra oruca az ara verip sözü koronavirüs dolayısıyla yaşadığımız olağanüstü duruma bir göz atalım: Malumunuz “Evde kal” sözü gereği çoğunluk evlerine çekildi. İlk 20 yaş altı, 65 yaş yukarısı ve kronik hastaların zaten dışarı çıkması yasak. Aradaki 20-65 yaş aralığı, çok sağda solda dolaşmadan sınırlı ve kısıtlı bir şekilde ara ara dışarı çıkıp evlerinin ihtiyaçlarını giderebiliyor. Ki çıkışı serbest olanlara da 30 büyükşehir ve Zonguldak ilinde hafta sonları sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Dışarıda, işinde gücünde çalışan az sayıda zorunlu sektör elemanları var. Çoğunluk ise evinde. Salgının bugünden yarına gideceği öngörülemediğine göre az sayıda çalışanın dışında çoğunluk ramazanı da evlerinde geçirecek ve orucu evlerimizde tutacağız.

Evde tutacağımız bu oruca, bazılarımız ilk defa bir ramazanı çalışmadan geçireceğim ve evimde olacağım. Benim için çok kolay bir oruç olacak. Zira hiç zorlanmayacağım, düşüncesine sahip olabilir. Ben aynı kanaatte değilim. Bana göre bu sene tutacağımız oruç diğer yıllara göre daha bir zor geçecek. Niçin derseniz, kısaca izah etmeye çalışayım. Diğer yıllarda hem çalışır hem de orucumuzu tutarken zaman zaman zorlandığımız olmuştur. Ama işe kendimizi verdiğimiz zaman, zamanın ne çabuk geçtiğini unuturduk, bir bakmışız ki mesai dolmuş ve evimizin yolunu tutmuşuz. Az bir oyalanmanın ardından iftar sofrasına oturmuşuzdur. Bu sene çoğumuzda mesai mefhumu olmayacağı için vücudumuz yorulmayacak ve evde vakit geçirmek için uğraşacağız. Orucu uykuya tutturalım desen akşama kadar uyuyamazsın. Uyumaya kalksan, yorgun olmayan vücudun gözüne kolay kolay uyku girmez, açlık zaten uyutmaz. Uyusak da bu uykumuz gaylule uykusuna benzer. Kestirmek gibi bir şey. Uyuduğumuzla uyandığımız bir olur. Bu demektir ki vakti nasıl geçireceğiz diye saate bakıp duracağız.

İsterseniz bu anlattıklarımı, geçen ramazanda hafta içi çalışırken tutuğunuz oruçla, hafta sonu evinizde iken tuttuğunuz orucu karşılaştırarak gözünüzün önüne bir getirin. Belki de birçoğunuz, hafta sonu için keşke işte çalışsam daha iyiydi demişsinizdir. Anlatmak istediğim boş iken tutulan orucun zorluğu. Gerçekten zor geçecek bu ramazan. Dışarı çıkıp bir dolaşayım desen ya sokağa çıkma yasağıyla karşılaşacaksın ya da sık sık “Evde kal, hayat eve sığar” sözlerine muhatap olacaksın.

Diyelim ki vakit geldiğinde namazımızı kıldık, başta Kur’an’ı Kerim olmak üzere anlamını okuduk, diğer kitaplara da vakit ayırdık, biraz TV’den haber dinledik, film izledik, biraz da dijital ortama takıldık, ardından vücut yorgun düştü, biraz kestirdik. Hepsi birkaç saatte biter. Ya sonra? Mevzubahis olan vakit birkaç saatten ibaret değil ki…Dile kolay 15 saatten fazla aç be aç duracağız.

Hasılı çalışırken veya evimizde otururken zor olsa da kolay olsa da biz bu ramazanı tutacağız. Zira boynumuzun borcudur, kulluk vazifemizdir. Allah kat kat ecrini verir inşallah. Umarım bu zorlu vazife, her kula nasip olur. Tuttuğumuz orucun, yapacağımız fiili duaların kabul olması dileklerimle. Hepimizin ramazanı mübarek olsun.

*24/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kişinin Bu Dünyaya Dair Sözü Olmalı *

Bazı insanlar eleştirse de sosyal medyayı yararlı görenlerdenim. İnsanların sağa sola sataşmadan bilgi, donanım ve birikimlerini paylaşmasını isterim. İster dini, ister sosyal, ister kültürel, ister siyasi olsun hayatın her alanına dair görüşlerini bu aleme yansıtmasında sakınca görmem.  Görüşlere dair eleştiri ve savunma haklarını kullanmasını da sıcak karşılarım. Yeter ki bir seviye korunsun. Bu alemin bir etik değeri olsun.

İsterim ki bu alem trollere teslim olmasın, algılara zemin hazırlamasın. Bu alemde bilgi kirliliği olmasın, insanlar mimlenmesin, kutuplaşmaya götürecek seviyede insanlar fanatiklik olmasın. Herkes, kimseden çekinmeden görüşlerini serdedebilsin. İsteyen, kendisine uygun olan paylaşıma destek versin, dileyen paylaşıma eleştiri getirsin ve bu görüşe katılmadığını beyan etsin. İsteyen de -şimdilerde çoğunun yaptığı gibi- okusun, iz bırakmadan ve rengini belli etmeden çekip gitsin. Ama kimse veya bir zümre töhmet altında bırakılmasın. Her türlü eleştiriye, savunmaya, beğeniye ve yoruma saygı gösterilsin. Kişilerin anası, babası, meşrebi, soy sopu,  dini, mezhebi, cinsiyeti, bölgesi işin içine katılıp sorgulanmasın. Kimse, yaptığı paylaşımdan dolayı “Acaba, başıma bir şey gelir mi” diye bir endişe taşımasın. Kimse kimsenin niyetini okumaya kalkmasın. Anlayamadığı bir yeri bir daha sorsun bir daha sorsun, anladığıyla yetinsin. Ama kişi ve zümreler hakkında hüküm vermeye yeltenmesin.

İsterim ki bu alemde slogan olmasın, sloganlarla yaşanmasın. Kişiler hedef alınmasın, fikir ve görüşler çarpışsın. Bu çarpışmalarda tarafların tek amacı, hakikatin ortaya çıkması olsun. Bir hakikatin ortaya çıkmayacağı belli olmuşsa “Senin görüşün sana, benim görüşüm bana”, fakat dostluğumuz baki, densin.

İsterim ki bu alemdeki paylaşımlar, herkesin faydalanabileceği şekilde kişinin kendi bilgi ve birikimlerini ortaya koyan birer ürün olsun. Bu alem, kişilere övgü ve sövgü yeri ve birilerine taraftar kazanma platformu olmasın. Merak ediyorum, insanların kendilerine ait hiçbir düşüncesi ve kanaati olamaz mı? Ki olmalı bana göre. Çünkü her bir insan özeldir. Diğerlerinden farklı alametifarikası vardır. İlla birbirimize benzemek, her konuda birbirimizle aynı düşünme zorunda mıyız? Her yazı ve paylaşım, iki konuşmamızdan biri, gecemiz ve gündüzümüz, tilkinin planı gibi mi olmalı? Biliyorsunuz, tilkinin yüz planı olur, bu yüz planın 99’u, horozu haklamak üzerine olurmuş. Bizim de her paylaşımımız bir siyasi lideri övmek, diğerini kötülemek, onun görüşünü savunmak veya bir şeyhin görüşlerini paylaşmaktan ibaret mi olmalı? Nerede kaldı bizi diğerlerinden ayıran belirgin özelliklerimiz? Bizim bu dünyaya dair hiç mi görüşümüz ve sözümüz olmaz? Varlık ve yaşama sebebimiz onlar mı? Hele bu dünyaya dair bir şeyler söylemiş,  eline az-çok imkan geçmiş ve uygulama imkanı bulmuş ve tarih olmuş tarihi kişilikleri övmenin ve yermenin, bizi kutuplaştırmanın ötesinde ne faydası var. Övme ve yerme; topu taca atmaktan, her türlü nimeti başkasına mal etmekten, her türlü kötülüğü birine ihale etmekten, bende/bizde bir cacık yok, varsa yoksa onlar gibisi bir daha gelmez demekten ve egomuzu tatmin etmekten başka, günümüzde hangi sorunu çözer? Unutmayalım ki övme ve yerme, bize tembellikten ve yeni kurtarıcılar beklemekten başka bir miskinlik vermez. Bırakalım o tarihi kişilikleri ve onları birbiriyle vuruşturmayı. Zira onlar zamanında söyleyeceklerini söylemiş, yapacaklarını yapmış veya yapmamışlar. Biz bugüne dair ne söyler ne yaparız, ona bakalım.

Sonuç olarak yeni sosyal mesafenin ortaya çıktığı günümüzde, sosyal medya daha yararlı kullanılabilir. Özgün fikirlerimiz bu alemde neşet bulabilir. Yeter ki kimsenin adamı olmayalım. 

*25/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.