16 Nisan 2020 Perşembe

Luppo ve Ben

Cuma akşamından itibaren bir Luppo'dur gidiyor ve Luppo, Türkiye gündemine oturdu. Firma, uğraşıp didinse Luppo'nun bu kadar reklamını yapamazdı. Firma, o hengamede reklamını yapan kişiyi bulup ödüllendirse çok iyi olur. En azından belli bir miktar Luppo gönderebilir adama.

Nedir, ne değildir, nasıl bir şeydir diye merak ettim doğrusu. Çocuklarıma sordum. Baba, bilmiyor musun dediler. Hiç bozuntuya vermeden sanki getirdiniz de gördüm mü dedim. Merak ettimse de Luppo için markete gitmedim.

Bugün zaruri bir ihtiyacımı almak için markete uğradım. Bu arada sosyal mesafeye riayet ettim, maskemi de taktım.

Ödemeyi yapıp tam çıkacağım vakit, kasiyerin yanı başındaki Luppo'yu gördüm. Kızım, meşhur Luppo bu mu dedim. Evet amca dedi. Fiyatını sordum. Çok yüksek gelmedi. Paraya kıyıp ver bir tane dedim ve içimde, içim içime sığmayacak(nasıl bir şeyse) şekilde bir sevinç ve mutluluk belirdi. Hemen evin yolunu tuttum.

Akşam yemeğini yer yemez, hafta sonu sokağa çıkma yasağı esnasında yemeyi beklemeden, bir görgüsüzlük yaptım ve içinden nasıl bir şey çıkacak heyecanıyla Luppo'yu özenle açmaya kalktım. Ekmeği, vesair alışverişi bana yaptırtan 18'indeki sokağa çıkma yasaklısı oğlum, "Dur baba! Bu anı ölümsüzleştirelim. Ayrıca sen bunu yazı konusu edinirsin" dedi. Bu fotoyu çekti. Tabi, çekinceye kadar içinde ne var diye içim içimi yedi. Sonunda açtım. Hay Allah! Yabancısı değilmişim bu Luppo'ya. Görüntüsü, ambalajı ve iç dizaynı tanıdık geldi. Bildiğim Halley'miş. Tek farkı, içindeki adedin Halley'den az oluşu. Evdekilerle miras paylaşır gibi kardeş payı yaptık. Payıma düşen Luppo'yu löpür löpür mideme indirdim.

Beni ayıplayıp sen çocuk musun, onu çocuklar yer, hele bu yaşta demeyin. Benim de canım çekmiş olamaz mı? Sonra çocuk ne ise yaşlı da odur. Ayrıca ne varmış yaşımda? Unutmayın ki ne ilk yirmideyim ne de altmış beşin üzerindeyim. Özgür bir bireyim. Luppo almaya bile gidebiliyorum.

Bunu anlatıyorum ki Luppo'nun ne olduğunu bilmeyen ve tatmadığı için merak edeniniz varsa hem öğrensin hem de bir özlemle marketin yolunu tutmasın istedim.

İlerleyen günlerde market ve bakkalların camlarında "Bu iş yerinde Luppo bulunmaktadır" yazar mı, yazar. Bunu bilemiyorum ama Luppo'yu yedikten sonra üzerine sıcağı sıcağına bu yazı çıktı.

Fanatiklerin Arasında Kalmak *

Hayatın en güzel bir o kadar da zor yönü fanatikler arasında kalmaktır. Güzel yanı, aşırı gidenlerin yanında yer almamak, kimseden, hiçbir yerden bir beklenti içerisinde olmadan kendi doğrularınla yaşamaktır, bağımsız düşünmektir. Zor tarafı, fanatikler arasında doğrularının para etmemesidir. Onlara doğrunu anlatamamandır. Anlatamazsın. Çünkü dinlemezler. Konuşmana veya yazına o değilden bir kulak misafiri olurlar veya göz atarlar kendi tarafında değilsen vay haline! Ağzınla kuş tutsan dahi kendini ve doğrunu kabul ettiremezsin. Doğruyu kabul etmemesi problem değil. Çünkü herkesin, beklentilerinden müteşekkil kendi doğruları vardır. Yanında olmadığın için seni kara listeye alır ve mimler. Seni ayrıca muhaliflerin ekmeğine yağ sürüyor diye itham eder.

İki tarafın fanatiklerinin de tek istediği ortada duran, orta yolu tutmuş; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen özgürlüğün tadına varmış kişileri, kendi saflarına çekmektir. Ya bendensin ya da karşıdansın. Ortası yok bunlar için. Farklı fikre ve bakış açısına tahammülleri yoktur. Çünkü özgün fikre karşıdırlar. Aşırı fanatiklikleri özgün fikir üretmelerine de engeldir. Çünkü bir başkası adına, gönüllü savunmacı rolü üstlenmek bu tiplere fikir ürettirmez. Bir müddet sonra üretmeye kalksalar da  kafaları basmaz artık. Durum böyle olunca aklını, fikrini, hayatını adadığı kişi veya düşünceye teslim ederler. Onların ortaya koyduğu fikir ve düşünceleri ölümüne savunurlar. Tüm savunmaları/fikirleri, kendi tuttuğu tarafı göklere çıkarmaktan, karşı tarafı da yerin dibine batırmak için kötülemekten ibarettir. Konuşurlarken de fanatik olmadıklarını sana bir güzel söylerler. Ortada duran seni de hem nalına hem mıhına vuruyor diye değerlendirirler. Çünkü onlara göre hayat, zıt iki kutuptan ibarettir. Biz ve onlar. Biz iyiliği, güzeli, doğruyu; karşı taraf ise hep kötülüğü temsil eder. Ortada kalmak ve ortada olmak onlar için renksizliktir. Ne şiş yansın ne de kebap yansın yeridir. İki tarafı da memnun etmeye çalışmak demektir. Ortada durmak korkaklığın alametidir. Bu yüzden bir tarafı tutmak gerekir.

Ne zamanki bu ülkede orta yolu tutanların sayısı artar, sözleri dinlenir, fanatikler küçük marjinal bir grup kalır, bu ülkede birçok değer, yerli yerince oturur. İşte o zaman bu ülke normalleşir. Halihazırda sayıları çok olduğu için fanatiklerin borusu ötüyor ve sesleri çok çıkıyor. Ülke de bu yüzden normalleşemiyor zaten.

Hasılı orta yolu tutup fanatik olmayanlar iki arada bir derede kalırlar, arasatta yaşarlar. Ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranırlar. Böyle olsa da orta yolu tutanlar fanatikler arasında aslında bir denge unsurudur. Aşırı uçlar arasında tampon bölge görevi görürler ve en güzel yoldur. 

*22/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Namütenahi İnfaz Yasaları *

Adı ister af yasası, ister ceza indirimi, ister infaz yasası olsun, adil yargılama sonucu, suçu sabit görülmüş ve meri kanuna göre ceza almış ve cezası onanmış her kim ve suçu ne olursa olsun, mahkumların cezaevinden çıkmasına yönelik yapılan her bir düzenleme, adalet dağıtmaktan ve adaleti tesis etmekten uzaktır. Bugüne kadar mahkumların salıverilmesine yönelik değişik adlarla çıkarılmış ne kadar düzenleme yapıldıysa hiçbirinde bir kamu yararı oluşmadı. Yapılan bu düzenlemelerden halkın kahir ekseriyeti, özellikle suçun mağdur kesimi hiç hoşnut olmadı. Cezaevinden çıkanların çoğu yeniden suça karıştı. Buna rağmen Meclisimiz bu tür yasaları çıkarmaktan geri durmadı. 

Bir faydaya haiz olmadığı gibi zararının daha fazla olduğuna dair toplumun kahir ekseriyetinde bir konsensüs olmasına rağmen seçim vaadi, “kader mahkumları” veya hapishanelerin doluluk oranını düşürme gerekçesiyle çıkarılan her bir infaz yasası, “Problem değil, sen suç işle, ben arkandayım” demek olup suça teşvik anlamına gelir. Buna rağmen siyasi partilerimiz ve içimizden seçerek gönderdiğimiz vekillerimiz, bu tür düzenlemelere niçin alet olurlar, çok anlamış değilim.

Meclisin başta af olmak üzere bir ceza indirimi düzenleme yetkisi olsa da bu hak ve yetkiyi kullanmamalı. Kullanacaksa da devlete karşı işlenmiş kabul edilen suçlarda bir tasarrufa gitmelidir. Şayet vekiller, verilen bu hakkı biz, tepe tepe kullanırız düşüncesiyle hareket ediyorlarsa yaptıkları tasarrufla mahkumları salabilirler ama halkın maşeri vicdanında kendilerini mahkum etmiş olurlar. Çünkü bu tür düzenlemelerde birden fazla taraf vardır. Orta yerde bir suç varsa suçlu vardır, aynı zamanda suçlunun mağdur ettiği kesim vardır. Bir düzenlemeye imza atarken işlenen suçlardan mağdur olan kesimleri de dikkate almak gerekir. Çünkü esas affetme yetkisi onlardadır. Eğer Meclis bir düzenlemeye ihtiyaç duyuyorsa çıkaracağı kanun için mini bir halkoylaması düşünebilirdi. Bu oylamaya suçun mağdurları katılır. Oylamanın sonucunda mağdurlar, kendilerini mağdur edenleri affederse bu düzenlemenin başımız üstünde yeri vardır.  Kimsenin söyleyecek sözü olmaz.

Meclis, bir hak ve yetki kullanacaksa cezaların caydırıcı olmasına dair düzenlemeye imza atmalıdır. Maalesef bugüne kadar çıkarılan yasalar, caydırıcı olmadığı için suç oranlarında düşme de olmuyor, cezaevlerimiz yine hınca hınç doluyor. İçeride yatanların çoğu da aldığı ve yattığı cezadan dolayı pişmanlık duymuyor ve cezaevinden çıktıktan sonra da  kendisine çeki-düzen vermiyor. Hasılı yapılan onca düzenlemeye rağmen bu adalet anlayışımız, adalet dağıtmadığı gibi sürekli suç üretmeye devam ediyor. Bunda da en büyük pay Meclisindir. Ya adam gibi herkese şamil, her devre uygun kanun çıkaramıyor ya da değişik saiklarla çıkardığı kanunların arkasında durmuyor.

Ezcümle, bizim adımıza yetki kullanan devlet ve Meclis, suçluları korumaya yönelik adımlardan vazgeçmelidir. Adalete olan güveni yok eden bu tasarrufların, halkın kahir ekseriyetinde bir karşılığı olmadığı için sosyal barışa da katkısı yoktur. Unutmayalım ki çıkarılan ve çıkarılacak her bir infaz düzenlemesi, MEB’in yıllar yılı eğitim ve öğretimde uyguladığı mantığa benzer. Nasıl ki MEB, eğitim ve öğretimin içinde tutayım, onları topluma kazandırayım düşüncesiyle okullardaki başarısız ve okulların altını üstüne getiren, haylaz öğrencileri korumaya yönelik adımlar atıyor ve olan okullardaki masum ve bir hedefi olan çocuklara oluyorsa infaz düzenlemeleriyle de bilerek veya bilmeyerek suçlular korunmuş oluyor. Burada da olan suçun mağdurlarına ve topluma oluyor. Sonuçta eğitim ve öğretimimiz de yerlerde sürünüyor, adaletimiz de… Keşke suçluları korumak adına adımlar attığımız kadar dışarıdaki masum ve mağdurları korumaya yönelik adımlar atabilseydik…Yine okullarda “Ben okumak istemiyorum” diyenleri zorla sınıf geçirterek onları korumaya çalıştığımız kadar -ki bu mantık ile onlara da kötülük yapılıyor- bir hedefi olan, başarılı çocuklara yönelik adımlar atabilseydik…

*17/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.