29 Şubat 2020 Cumartesi

Siyasal İslam Çöktü mü? ***

Ülkede zaman zaman siyasal İslam veya İslamcılık çöktü mü tartışması yapılır. Kimine göre çökmüştür, kimine göre ise İslamcılık çökmez. Yine tartışmalar arasında İslamcılık, Batı menşeli olarak bize pazarlanmıştır denirken kimine göre de İslamcılığın kökeni bizde. 

Değerlendirme yapmadan önce İslamcılık nedir, önce buna bir bakalım: "İslamcılık ya da Siyasi İslam, İslam'ın kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen "politik-ideolojik hareketler" olarak tanımlanmaktadır. Modern dönemlerde İslam dini üzerinden hareket edilerek ortaya konulan ideoloji." denilmektedir.

Burada siyasal İslam'ın dış menşeli veya köklerimizden gelen bir ideoloji olduğu üzerinde durmayacağım. Tanıma bakınca İslam'ın, bireysel bir din olmadığı, aynı zamanda sosyal ve siyasi hayatta da referans kabul edilmesi gerektiği anlamı çıkar. Bu tanıma ve içeriğine karşı çıkmak mümkün değildir. Çünkü İslam, ilahi dinler içerisinde Yahudilik gibi tamamen dünyaya, Hıristiyanlık gibi ahirete hasredilmiş bir din değildir; hem dünya hem de ahiret içindir. Aynı zamanda İslam, Allah ile kul arasına hapsedilmiş bireysel bir din olmayıp toplumsal bir dindir. İnsanın doğumundan ölümüne ve ölümünden sonrasına da sözü olan bir dindir. Her şeyimize karışır dense yanlış olmaz. Hasılı -cı ya da -cılık eklerinden hoşlanmasam da tanımdaki İslamcılık tanımı benim kulağıma hoş geliyor. Uygulanabildiği takdirde insanlığa huzur getirir.

Asrı Saadet dediğimiz peygamberimizin ve ilk iki halifenin dönemi hariç İslam, yeryüzünde hakim olmuş mudur? Hakim olduysa da yönetilenlere ve çevresine huzur vermiş midir? Buna gönül huzuru içerisinde evet demek mümkün değil. Bireysel olduğu kadar toplumsal ve yönetimde İslam, bugün tüm kurallarıyla uygulansa sonuç ne olur? Bugün İslam, bireysel, toplumsal, siyasal ve hayatın her alanında geçerli olsa huzur verir mi? Buna da maalesef gönül rahatlığı içerisinde evet diyemiyorum. İslam’ın huzur vermemesinin müsebbibi İslam mı? Değil. Sorun İslam’da değil, bizdedir. Çünkü bizden çektiği kadar İslam hiçbir şeyden çekmemiştir. İslam'ı kendi emellerimize alet ettiğimiz kadar hiçbir şey alet edilmemiştir. 

Diyelim ki dünya bize haydi şu inandığınız İslam’ı hayatınıza tatbik edin, referans olarak İslam’ı alın, başta kendiniz olmak üzere dünyaya adalet dağıtın, huzur verin dese ve İslam bu topraklara ve İslam dünyasına hakim olsa hangi İslam’ı referans alacağız? Çünkü İslam bir tane olmasına rağmen farklı farklı İslam anlayışlarımız var. Kimse kusura bakmasın, bu bölünmüşlük, bu sığ düşünce ve bu bakış açımızla zaten İslam bu topraklara hakim olmaz, olsa da yüz ağartmaz. Ne dünyaya huzur veririz ne de kendimize dirlik veririz. En hafifiyle birbirimizi tekfirle suçlar, boğazımızı keseriz ve siyasal İslam’ı kendi ellerimizle çökertiriz. Söylediklerimin olacağını söylemek için bir bilgi sahibi olmamıza gerek yok. Şu anda bile elimizde imkan ve güç yok iken birbirimizi öldürüyoruz, gücü ele geçirince neler yapmayız…

Bugün siyasal İslam'ı savunan siyasal İslamcıların çoğunun İslamcılık konusunda samimi olduklarını düşünmüyorum. Savunduğumuz İslam, içi doldurulmayı bekleyen slogan İslam’dır. Bunu yaşantımızla gösteriyoruz zaten.

Hasılı anlamı itibariyle siyasal İslam, hayatımızda  bir söylem olarak yer almaya devam eder, uygulanma imkanı olmadan bir ideal olarak yaşar. Ötesi bizim için lükstür, zira buna kumaşımız  el vermez.

***05/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


28 Şubat 2020 Cuma

Sözün Bittiği Yerdeyiz *

Perşembe gecesi Hatay Valisinin yaptığı açıklamaya göre İdlip’te askerlerimize yapılan saldırıda 33 askerimiz şehit oldu. 32 askerimiz de yaralı. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, yakınlarına sabırlar diliyorum. Türkiye’nin başı sağ olsun. Umarım şehit sayısı artmaz. Milletçe temennimiz bu yönde.

Türkiye bu büyük saldırıdan sonra ne yapar ne eder, nasıl bir siyaset izler bilmiyorum. Şu aşamada şöyle olsaydı, böyle olsaydı demenin veya kızmanın da bir anlamı yok. Hal böyle olunca ne yazmak istiyorum ne de bir şey söylemek istiyorum. Çünkü sözün bittiği yerdeyiz maalesef. Olay sıcaklığını koruyor ve hiç olmadığı kadar zor durumdayız. Acımız büyük.

Şu anda zamanı veya değil ama Suriye ve yürüttüğümüz dış politikamız ile ilgili tespitlerde bulunmak istiyorum: Gördüğüm, Suriye bataklığı bizi iyice içine çekti. Suriye bizim iç meselemiz oldu ve çetrefilli bir hal almaya başladı. Bu demektir ki Suriye’de çok bilinmeyenli bir denklem ile karşı karşıyayız ve biz bu denklemi çözemedik. Çünkü çok bilinmeyenli denklemin çözümü bizim elimizde değil. ABD ve Batı'nın düşmanca tavırlarından dolayı Rusya'ya yaklaşmamız işe yaramadı. ABD'den sonra Rusya da bize düşmanca tavırlar içerisine girdi ve gerçek yüzünü gösterdi. Ayıdan post, Rus’tan dost olmaz, sözü bir kez daha gerçek oldu. Rusya önce bizi Batı'dan kopardı, yanına çekti. Sonra da tekme vurdu. Sonuç olarak ne Suriye’ye yarandık ne Rusya’ya ne İran'a ne Batı'ya ne ABD'ye ne de Araplara ve dünyada yapayalnızız. Üstelik bu yalnızlık, onurlu bir yalnızlığa benzemiyor. Bu yalnızlıkta kendi göbeğimizi kesecek gücümüz de yok.

Yaşadığımız bu olaylar göstermiştir ki Suriye politikamız iflas etmiştir. ABD ve Batı liginden Doğu Blokuna yönelme politikamız da işe yaramamıştır. Mısır'la sorunluyuz, Arap ülkeleriyle sorunluyuz, İsrail ile sorunluyuz, Batı ile zaten köprüleri atalı çok oldu. ABD ile kanlı bıçaklıyız.

Suriye konusunda ve diğer devletlerle ilişkilerin bu noktaya gelmesinde irade ortaya koyanların, sorunların çözümünde iyi niyetli olduğundan şüphem yok. Ama gel gör ki iyi niyet tek başına işe yaramadı. Bu aşamadan sonra, 
*yürüttüğümüz dış politikayı önyargısız bir şekilde masaya yatırmak ve gözden geçirmek, yanlışlık varsa politika değişikliğine giderek yanlıştan vazgeçmek,                               
*tansiyonu yükselten söylemlerden kaçınmak, gerilimi düşüren konuşmalar yapmak ve konuşmalarımızda diplomatik dil kullanmak,  
                                         
*yeni politika belirlenirken siyasi partilerin görüşlerini almak ve partileri bilgilendirmek,

*soğukkanlılığı korumak, sinir ve kızgınlıkla hareket etmemek,  

*dış politikada hamaseti terk etmek ve çıkar ilişkisine dayalı politikalar geliştirmek,                                                                          
*Suriye’den en az zararla nasıl çıkılır üzerine, savaş dışında başka seçenekler ortaya koymak gerekiyor.    
                  
Milletçe bir sükunet içinde şehitlerimize son görevlerinizi yapalım, yaralarımızı saralım, bir taşkınlığa sebebiyet vermeyelim. Allah yardımcımız olsun. 

*29/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dış Politikamızı Gözden Geçirme Zamanı ***

Küçüklüğünüzde, Sadık Şendil tarafından yazılmış, tiyatrolarda sahnelenmiş, sinemaya da uyarlanmış “Yedi Kocalı Hürmüz” filmini izlemişsinizdir. Filmde, Hürmüz değişik meslek erbabından altı kişiyle gizlice evlenmiştir. Evlendiği her erkeği haftanın bir günü ağırlayan ve onları hoş eden Hürmüz’ün gözü ve gönlü yedinci kocadadır. Berber kocasının dükkanında gördüğü doktora aşık olur. Bir hastalığını bahane ederek doktorun da evine gelmesini sağlar. Doktor da Hürmüz'e aşık olur. İkili, tüm engelleri aşarak evlilik yolunda adım atarlar.

Mizahi bir şekilde işlenen bu tür bir evlilik şeklinin ne dinde ne ahlakta ne de örfte yeri vardır ve tasvip edilmez. Çünkü bu tür bir evlilik aile yapımıza terstir. Değil yedi kişiyi idare etmek, bir başkası ile aldatmak bile affedilemez. Böyle bir evliliğin en hafif sonucu boşanmadır. Ki çoğu aldatmalar öldürme ile sonuçlanır.

Yedi Kocalı Hürmüz filmindeki Hürmüz'ün yedi kişiyi idare etmesini unutmadan, bu filmi şimdilik bir tarafa bırakalım. Dış politikaya gelelim. Zira ben dış politikamızı Yedi Kocalı Hürmüz'e benzetiyorum. Ne alaka demeyin.

Birinci Dünya Savaşından sonra savaşın galipleri, sadece Osmanlı’yı parçalamakla kalmadılar. Bizden kopardıkları topraklar üzerinde, küçük küçük devletçikler kurdurarak kendilerine bağladılar. Bize de bu küçük Anadolu toprağını bırakırken tam bağımsızlık vermediler. Yönümüzü Batı'ya çevirmemizi, kendileriyle birlikte hareket etmemizi bizden istemediler, dayattılar. İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan iki kutuplu dünyada, başını Sovyetlerin çektiği Varşova Paktına karşı ABD'nin başını çektiği Batı blokunda saf tutma rolü verildi bize. Bu rol “Ben bu rolü beğenmedim, ben oynamıyorum artık, rolümü değiştiriyorum” şeklinde bize bırakılmış ihtiyari bir rol değildir.

Bakmayın siz, sınırları belli bir vatanımız ve üzerinde dalgalanan bir bayrağımız olduğuna... Biz bağımsız bir ülke falan değiliz. Göbeğimize kadar Batı'ya ve ABD'ye bağlı ve bağımlıyız. Kendi göbeğimizi kendimiz kesecek şekilde kendi kendine yeten ne güçlü ekonomimiz var ne savunma sanayimiz yeterli ne teknolojimiz ne de bize kol kanat gerecek güçlü bir ülkeyiz. Kısaca bize biçilen rol, sınır ötesinde inisiyatif alan lider ülke olmak değil, uydu devlet olma rolüdür. Onların ürettiğini alan, onların verdiğiyle yetinilmesi gereken bir pazar olmaktır. Hal böyle iken sınır ötesinde inisiyatif almak, bölgesel güç olmaya çalışmak, haksızlıklara karşı çıkmak, bölgede ben de varım demek, bizim için ateşten gömlek giymektir. Aynı zamanda bize biçilen bu rolü  beğenmeyip kutup ya da cephe değiştirmeye kalkmak da kefen giymektir. Yakın tarihimizde yapılan 60 ihtilalinin, Batı'dan/ABD'den umduğunu bulamayıp yönünü Sovyetlere/Rusya'ya çevirmeye yönelen Adnan Menderes'e karşı yapıldığı söylenir.

Bütün bunları niye anlatıyorum. Türkiye son yıllarda Batı'dan ve  yeterince ilgi ve alaka görmedi. Yalnız bırakıldı. “Stratejik ortağımız” tarafından defalarca hançerlendi. ABD/Batı/NATO zor günümüzde yanımızda yer almadı. Türkiye yönünü Rusya’ya çevirdi, ikili ilişkileri artırdı. Sonuç, ABD ve Batı'dan sonra İdlip konusunda Rusya'dan da büyük bir darbe yedik. İdlip sahasındaki askerlerimize yapılan saldırı sonucunda yazıyı kaleme aldığım saatlerde Hatay Valisinin açıkladığına göre 33 askerimiz şehit düştü. 32 askerimiz de yaralı. Türkiye, geç saatlerde “Ülkemizde yaşayan Suriyeli göçmenler kara ve deniz yoluyla gitmek isterlerse engel olunmayacağını” açıkladı. İdlip sorunu nasıl çözülür, bize bedeli ne olur, bizi bir savaşın içine çeker mi? Bunu zaman gösterecek.

Görünen o ki dış politikada Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında izlediği denge politikası çökmüştür ve yalnızız. Maalesef hem Rusya hem Batı ile hareket etmek bize yaramadı.  Ben işte bu durumumuzu -kızacaksınız ama- “Yedi Kocalı Hürmüz'e benzetiyorum. Tekrar ediyorum, teşbihte hata olmaz...

Allah rahmet eylesin şehitlerimize. Yaralılara da acil şifalar diliyorum. Başta ateşin düştüğü haneler olmak üzere milletimizin başı sağ olsun. Allah ülkemizin yardımcısı olsun.

***02/03/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.