14 Ocak 2020 Salı

Ülkenin En Büyük Kumarbazı ve En Borçlu Olanı Kimdir? *

Size Türkiye’nin en büyük kumarbazı kimdir desem ne cevap verirsiniz? Siz bu soruya ne cevap vereceğinizi düşüne durun. Soruya cevap vermeden önce bazı bilgilere yer vereceğim. Sonra en büyük kumarbazın kim olduğunu hep birlikte görmüş olacağız.

Milli Piyango İdaresi tarafından yürütülen şans oyunları ve günleri:
*Milli Piyango, her ayın 9, 19 ve 29’unda çekilişi yapılır. Aralık ayında 29’unda çekilişi yapılması gereken Milli Piyango, iki gün gecikmeyle 31 Aralıkta yerine getirilir.
*On Numara, her hafta pazartesi günleri.
*Şans Topu, her hafta çarşamba günleri.
*Süper Loto, her hafta Perşembe günleri.
*Sayısal Loto, her hafta Çarşamba ve cumartesi günleri.
*Hemen Kazan, (Halk arasında Kazı Kazan olarak bilinir) her gün.
Türkiye Jokey Kulübü tarafından yürütülen şans oyunları:
*Altılı, beşli, dörtlü, üçlü ganyanlar. Kısaca at yarışları. Bu tür şans oyunlarına müşterek bahis de denir. Türkiye Jokey Kulübü, Tarım Bakanlığının önderliğinde özel bir kuruluştur. Her gün oynanır.
*İddaa, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı eliyle yürütülmektedir. Her gün oynanır.

Verdiğim bu örnekler şans oyunları olarak bilinir. İsmini burada zikretmediğim başka şans oyunları da vardır. Gördüğünüz gibi şans/talih oyunları vasıtasıyla para kazanmak veya şansını denemek isteyenler için yılın her günü bir çekiliş var. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, ismini yazdığım şans oyunları devlet eliyle yürütülmektedir. Bu durumda yazımın başında sorduğum sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu ülkenin en büyük kumarbazı devletin kendisidir.
İçinizden bazıları, şans oyunları kumar mıdır diyebilir. Şans oyunlarının kumar olup olmadığını kumarın tanımına bakarak anlayabiliriz. TDK’ya göre kumar: “Ortaya para koyarak oynanan talih oyunu” demektir. Tanımda geçen talih de şans anlamına gelir. Bu tanımdan anlaşıldığına göre şansa bağlı kazançlar kumar kapsamına giriyor. Kumar konusunda Din İşleri Yüksek Kurulu Taraflardan birisinin kazanıp diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunları kumar kapsamında değerlendirilip haram kılınmıştır. Zira bir taraf kaybederken, diğer taraf da hak etmeden kazanmaktadır. Buna göre şans faktörüne dayalı olan piyango, toto, loto, iddia, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar da kumardır ve haramdır." fetvasını vermiştir. Kısaca şans oyunları kumardır ve haramdır demektedir.
Yine içinizden bazıları “Şans oyunlarından elde edilen hasılat ile bazı hizmetler yapılmaktadır” derse, bu konuda da Din İşleri Yüksek Kurulu “Bu tür oyunların hasılatından bazı kuruluş ve hayır kurumlarının yararlanması, onları meşru hale getirmez ve haramlık hükmünü değiştirmez. Bu yollardan birisiyle elde edilen kazançlar, sevap beklenmeyerek yoksullara veya hayır kurumlarına verilmelidir." demektedir.

Şans oyunları oynayan veya kumar aleti olarak bilinen diğer kumar türlerinden anlayan ve bilen birisi değilim. Ama gördüğüm kadarıyla değeri fazla olmayan biletler bastırılarak satışa sunulan şans oyunlarından en fazla geliri devlet elde etmektedir. Bu durumda en büyük kumarbaz devlet olduğu gibi bu işten de en fazla pay alan yine devletin kendisidir. Devletin şans oyunlarından elde ettiği gelir şu hikayeye benzer: “Duston Lui isimli biri evini 800 bin dolara satışa çıkarır. Evi kimse almaz. Bunun üzerine Lui, evi çekilişle 1 (bir) dolardan satacağını söyler. Çekiliş için iki milyon bilet bastırarak her bir bileti bir dolardan satar. Herkesin gözü önünde çekilişi yapar ve kazanana evini teslim eder.” Evini 800 bin dolara satamayan Lui, bastırdığı biletlerle bir dolara verir ama karşılığında 2 milyon doların sahibi olur.

Şans oyunlarından devlet tıpkı Lui gibi kazançlı çıkmaktadır. Yılın her günü oynanan bu şans oyunlarından devlet çok para kazanıyorsa bu para nereye gidiyor? Bildiğim kadarıyla bu kadar kazanca rağmen devletimiz çok borçludur. Durmadan borç ödemektedir. Haydan gelen huya gider dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Çünkü emek sarf edilmeden elde edilen para haksız kazançtır ve bunun da bir bereketi olmaz. Şans oyunlarına bel bağlayanlara duyurulur.

*17/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

12 Ocak 2020 Pazar

Eleştiri Kültürü

"Ben her türlü eleştiriye açığım" desek de iş ciddiye bindiği zaman çok da eleştiriye açık olmadığımız ortaya çıkar. Ne dersek diyelim, eleştiriyi ve eleştirilmeyi sevmeyiz vesselam. Çok haksızlık yapmayalım, başkasına/rakibimize/sevmediğimiz ve haz almadığımız kişilere yapılan eleştirileri severiz. Buna da eleştiri demeyiz, bir tespit ve hakkın teslimi deriz. Yaptığımız, söylediğimiz, beceremediğimiz bir işimizden dolayı ne zaman ki eleştiri okları bize dönsün, nevrimiz döner, kan beynimize sıçrar. O anda eleştireni elimize geçirsek veya Rab Teala, "Dile benden ne dilersen, dileğin yerine getirilecek" veya "Yaptığından dolayı sorumlu tutulmayacaksın, kimse seni eleştirmeyecek" dese ilk işimiz, bizi eleştireni boğmaya çalışırız. Boğmasak da anasından doğduğuna pişman ederiz. Aslında eleştiriye tahammül etmeyen kendine ve fikrine güvenmiyor demektir. Zira ne yaptığını bilen ve yaptığına güvenen, asla eleştiriden korkmaz. Hatta lüzumundan fazla övgüden de hoşlanmaz. Çünkü eksikliğimizi biliriz. Bunun dillendirilmesini istemeyiz. Hoş, eksikliğimizi bilsek buna da gam yemeyeceğim. Çünkü yaptığımızın doğruluğuna kendimizi öyle inandırmışız ki eleştiriye o yüzden tahammül edemeyiz. Çünkü doğru yoldayız. Kim yolumuza dikilirse düşman belleriz.

Ben etkili ve yetkili bir makamda olsam, her sözümü ve yaptığımı alkışlayan, bana öneri getirmeyen, yaptığımın olumlu ve olumsuz yönlerini söylemeyen, asla eleştiri getirmeyen kişileri yanımdan uzaklaştırırım. Çünkü yanlışlarımla yüzleşmemin, hatalarımı göremememin ve kendimi geliştirememin önündeki en büyük engel bu tiplerdir. Ülkenin yalakaya değil, analitik düşünen, basiret sahibi insanlara ihtiyacı vardır.

Benim bu yazdıklarım kendi tespitimdir. Katılır veya katılmazsınız. Eleştiri sevilmez, eleştiren dışlanır iken sayıları az da olsa düşüncesini açıkça söyleyen ve eleştiri getiren insanlar ne diye eleştirilerine devam ederler? Çünkü bu eleştiri aleyhlerine işletileyecektir. Demek ki vicdanları el vermiyor. Bu şekil vicdan sahiplerinin çoğalması temennisiyle...

Kastettiğim eleştiri, her şeye karşı çıkan bir eleştiri değildir. Bunun adı muhalif olmaktır. Her şeye muhalif olanlar bazen doğru bile söyleseler inandırıcı olamazlar. Çünkü adı üzerinde muhaliftir. Yerli yerinde yapılan eleştiri makbul olandır. Bu şekil eleştiri bir kültürdür. Doğu toplumlarında pek rastlanmaz. Kazara olursa da büyük sessizlik nezdinde boğulur.

Konuşmamanın Ödülü ***

ATV'de yayımlanan Kim Milyoner Olmak İster bilgi yarışması programına, yarışmacı olarak katılan 27 yaşındaki Çevre Mühendisi Ümmü Gülsüm, yarışmadan 125 bin lira ödül alarak geceye damgasını vurdu. Genç yarışmacıyı diğer yarışmacılardan ayıran özelliği, 4 yaşında geçirdiği ateşli hastalıktan dolayı -işitmesine rağmen- konuşamıyor olması. 

Genç kızın aldığı para azımsanacak bir para değil. İki soruya daha cevap verebilse toplam ödül olan bir milyonun sahibi olabilirdi. 

Konuşamama engeline rağmen engel tanımayan ve "Engel dediğin nedir ki" dercesine yarışmaya katılması, kendisine güvenmesi, yarışmada gösterdiği performans takdire şayan. Anladım ki engel denilen şey, engelleri aşma cesaret ve iradesi gösteremeyenler için bir engel ve büyük bir sorundur. Kafada bitirilmediği müddetçe engel engeldir. 

İzleme imkanı bulamadığım konuşma engelli kızın, haber değeri olan başarısını okuyunca takdir ettim kendisini. Kızımızın başarısındaki en büyük payın, konuşamamasında olduğunu düşünüyorum. Bir yaşından sonra konuşmaya başladığını ve dört yaşına kadar toplam da üç yıl konuşabildiğini ve 27 yıllık yaşantısının 24 yılını dinleyerek geçirdiğini düşünürsek, yarışmacının başarılı olma sırrını anlayabiliriz. Konuşmamış; dinlemiş, kitaplara vererek kendisini yetiştirmiş. Konuyu mefhumu muhalifinden ele alırsak, ömrü boyunca konuşan bizlerin niçin başarısız veya yeterince başarılı olamadığımızı çıkarabiliriz. Biz konuşurken kızımız dinlemiş. Zaten öyle değil mi, konuşan hiçbir şey almaz, kendinden verir. Dinleyen ise hep alır. Yani anlayacağımız, biz çenemizi yorarken bu kız, iki kulağını açarak dinlemiş. Çok okuyan değil, çok gezen bilir dendiği gibi burada da çok konuşan değil, çok/hep dinleyen bilir/anlar diyebiliriz. "Söz gümüş ise sükût altındır" misali; biz, pek para etmeyen gümüş biriktirirken o, değerinden hiçbir şey kaybetmeyen altın biriktirmiş. İnanmazsanız 125 bin lira kaç altın eder, bir hesaplayıverin.  

Çok konuşan bir toplumuz.  Gevezelikte üstümüze yoktur. Bu özelliğimizden dolayı kimse elimize su dökemez. Hal ehli değil, kâl (konuşma) ehliyiz. Kızımız ise zorunluluktan da olsa dört başı mamur, tam bir hal ehli. Konuşamadığı için kimseyi de rahatsız etmemiştir bugüne kadar. 

Diğer organların fonksiyonları gibi konuşma da bir nimettir. Allah kimseyi konuşma nimetinden ve diğer nimetlerden mahrum bırakmasın. Ama fazla konuşmayıp çok dinleme konusunda bu kızımızı örnek alalım derim. Zaten iki kulağımız, bir dilimiz var. Bundan da iki dinleyip bir konuşmamız gerektiğini çıkarabiliriz.


ATV'de yayımlanan Kim Milyoner Olmak İster bilgi yarışması programına, yarışmacı olarak katılan 27 yaşındaki Çevre Mühendisi Ümmü Gülsüm, yarışmadan 125 bin lira ödül alarak geceye damgasını vurdu. Genç yarışmacıyı diğer yarışmacılardan ayıran özelliği, 4 yaşında geçirdiği ateşli hastalıktan dolayı -işitmesine rağmen- konuşamıyor olması. 

Genç kızın aldığı para azımsanacak bir para değil. İki soruya daha cevap verebilse toplam ödül olan bir milyonun sahibi olabilirdi. 

Konuşamama engeline rağmen engel tanımayan ve "Engel dediğin nedir ki" dercesine yarışmaya katılması, kendisine güvenmesi, yarışmada gösterdiği performans takdire şayan. Anladım ki engel denilen şey, engelleri aşma cesaret ve iradesi gösteremeyenler için bir engel ve büyük bir sorundur. Kafada bitirilmediği müddetçe engel engeldir. 

İzleme imkanı bulamadığım konuşma engelli kızın, haber değeri olan başarısını okuyunca takdir ettim kendisini. Kızımızın başarısındaki en büyük payın, konuşamamasında olduğunu düşünüyorum. Bir yaşından sonra konuşmaya başladığını ve dört yaşına kadar toplam da üç yıl konuşabildiğini ve 27 yıllık yaşantısının 24 yılını dinleyerek geçirdiğini düşünürsek, yarışmacının başarılı olma sırrını anlayabiliriz. Konuşmamış; dinlemiş, kitaplara vererek kendisini yetiştirmiş. Konuyu mefhumu muhalifinden ele alırsak, ömrü boyunca konuşan bizlerin niçin başarısız veya yeterince başarılı olamadığımızı çıkarabiliriz. Biz konuşurken kızımız dinlemiş. Zaten öyle değil mi, konuşan hiçbir şey almaz, kendinden verir. Dinleyen ise hep alır. Yani anlayacağımız, biz çenemizi yorarken bu kız, iki kulağını açarak dinlemiş. Çok okuyan değil, çok gezen bilir dendiği gibi burada da çok konuşan değil, çok/hep dinleyen bilir/anlar diyebiliriz. "Söz gümüş ise sükût altındır" misali; biz, pek para etmeyen gümüş biriktirirken o, değerinden hiçbir şey kaybetmeyen altın biriktirmiş. İnanmazsanız 125 bin lira kaç altın eder, bir hesaplayıverin.  

Çok konuşan bir toplumuz.  Gevezelikte üstümüze yoktur. Bu özelliğimizden dolayı kimse elimize su dökemez. Hal ehli değil, kâl (konuşma) ehliyiz. Kızımız ise zorunluluktan da olsa dört başı mamur, tam bir hal ehli. Konuşamadığı için kimseyi de rahatsız etmemiştir bugüne kadar. 

Diğer organların fonksiyonları gibi konuşma da bir nimettir. Allah kimseyi konuşma nimetinden ve diğer nimetlerden mahrum bırakmasın. Ama fazla konuşmayıp çok dinleme konusunda bu kızımızı örnek alalım derim. Zaten iki kulağımız, bir dilimiz var. Bundan da iki dinleyip bir konuşmamız gerektiğini çıkarabiliriz.

Not: 09/01/2020 tarihinde “Ahlak Bekçiliğine Soyunmak” başlıklı yazımda, Van’ın Çatak ilçesinde görev yapan bir kadın ve bir erkek öğretmenin birbirine sarılarak doğum günü kutlamasından dolayı şikayet üzere haklarında disiplin soruşturması açıldığını ve soruşturmanın sonucunda iki öğretmene ağır cezaların verildiğini irdelemeye çalışmıştım. Hemen hemen tüm gazetelerde aynı şekilde yer alan bu konuyla ilgili, bu olay basında çıktığı şekliyle sadece sarılmaktan ibaret olmasa gerek. Şayet böyle ise bu yapılanın tamamen ahlak bekçiliğine soyunmak olduğunu yazmıştım. 12/01/2020 günü Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, “Olayın basında çıktığı şekliyle olmadığını, niçin ceza verildiğini, öğretmenlik itibarını zedelememek adına söylemiyorum” açıklamasında bulundu. İçeriğini bilmesek de olayın sarılmadan ibaret olmadığını birinci ağızdan böylece öğrenmiş olduk. Keşke bu haber, gazetelere yansıdığı gün aynı anda yalanlansa daha iyi olurdu. Bence Bakan konuyu bu açıklamayla bırakmamalı. Gizli kalması gereken disiplin soruşturmasını karartmaya yönelik olarak basına sızdıranları da hesaba çekmeli. Umarım kamuoyunu yanıltmaya yönelik bu haberi ceza alan öğretmenler yapmamış olsun.  

***14/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.