18 Kasım 2019 Pazartesi

Cevabı Bende Olmayan Sorular

1.Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra Anadolu'yu işgal eden İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tek kurşun atmadan niçin Anadolu'yu terk ettiler? (Bir hakkı teslim edelim. Kahraman Maraş, Gaziantep ve Şanlıurfa'da Fransızlara karşı bir direniş olmuştur. Bu yüzden bu illerimiz kahraman, gazi ve şanlı ünvanlarını almış oldular.)
2.Giderlerken bizi niçin sadece Yunanistan ile karşı karşıya bıraktılar? Anadolu'yu Yunanistan'a vermek için İtilaf Devletleri niçin Yunanistan'a destek olmadılar?
3.Biz Kurtuluş Savaşını 14.asırdan 19.asıra kadar bir Osmanlı toprağı olan bir eyaletimize karşı mı verdik?
4.Misaki Milli sınırlarını biz mi çizdik yoksa kuracağınız devletin sınırları buralar mı dendi?
5.Mondros Mütarekesi ile Osmanlı'nın ordusu terhis edilir iken Kazım Karabekir komutasındaki Doğu cephesi niçin terhis edilmedi?
6.Milli mücadeleyi biz mi başlattık yoksa bizi işgal eden devletler haydin bir mücadele başlatın mı dedi? 
7.Mustafa Kemal Atatürk'ün milli mücadeleyi başlatacağını İngilizler bilmiyor muydu? Atatürk'ün Samsun'a gidişinden İngilizlerin haberi yok mu idi?
8.Atatürk'ün Samsun'a çıkışıyla başlayan Milli Mücadele, İngilizlerin bilgisi dahilinde başlamış olabilir mi? Yani Atatürk ile İngilizler karşılıklı anlaşmış olabilir mi?
9.Osmanlı'ya ait birçok toprak hakkından vazgeçmek karşılığında Misaki Milli ile belirlenen alanda bir  cumhuriyet kurabilirsiniz denmiş olabilir mi? Bu cumhuriyeti kurmak için yalnız Yunanistan ile sizi biraz oyalayacağız denmiş olabilir mi?
10.Atatürk, tüm Osmanlı toprağı olmasa da en azından Türklerin yoğun olduğu bölgelerde bir devlet kurmayı kabul ederek küçük olsa da bir devletimiz olsun diye düşünmüş olabilir mi? İngiliz, Fransız ve İtalyanlar bize ölümü gösterip bizi sıtmaya razı etmiş olabilirler mi?
11.İngilizler İstanbul'u terk ederken sınırları ve yönetim şekli belli bir devleti belirleyip gitmiş olabilir mi?
12.İşgal ettikleri Anadolu'yu kısa zamanda terk eden İngiliz, İtalyan ve Fransızlar, Osmanlı'dan kopardıkları Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Libya gibi devletleri niçin uzun süre işgalde tutmuşlardır?
13.Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı toprakları, ırklar hatta aşiretler arasında pay edilip her birine adeta cetvelle çizilmiş bir toprak parçası verilirken; Irak, Suriye, İran ve Türkiye'de azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Kürtlere bir devlet kurmaları için bir toprak parçası verilmedi? Kürtler mi devlet kurmak istemedi? İtilaf devletleri Kürtler için bir devleti ihtiyaç duymadılar mı? İtilaf devletleri bize komşu olabilecek bir Kürt devleti için TC'den mi çekindi yoksa biz bu Kürtleri ileride Türklere karşı kullanırız mı diye düşündüler? Osmanlı'dan irili, ufaklı o kadar devlet çıkaran sömürgeci devletler, devlet kuracak kadar bir toprak parçasını da Kürtlere verip bir Kürdistan devleti kurdursalardı; kim, ne diyebilir ve karşı çıkabilirdi?
14.Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu haritasını bir baştan öbür başa değiştiren ve kurdurduğu küçük devletlere kraliyet yönetimini uygun gören İtilaf Devletleri Türkiye için niçin cumhuriyet yönetimini layık gördüler? Biz onlara rağmen mi cumhuriyeti kurduk yoksa onlar mı bize cumhuriyeti dayattı?

Sorular sorular sorular... Benim cevabını bulamadığım sorular bunlar. Bu soruları sorarken kimseyi töhmet altında bırakma, birilerini suçlama gibi bir niyetim yok. Kimse öküzün altında buzağı aramasın. Varsa sorularıma ikna edecek bir cevabınız, sizi önyargısız bir şekilde dinlemeye hazır olduğumu bilmenizi isterim.

17 Kasım 2019 Pazar

Sahici Kadın Vefat Etti ***


Sinema ve tiyatro dünyasına yabancı birisiyim. Tüm sinema kültürüm öğrenciliğimde gittiğim sinemalardan ibaret. Birkaç defa tiyatroya gitmişliğim vardır. TV’de zaman zaman film izler, dizileri takip ederim. Birlikte sinema, tiyatro veya dizi izlediklerim, konuya yoğunlaşırken ben konusuyla birlikte oyunda rol alan sanatçıların rolünü de önemserim. Rolünü sahici yapan aktör veya aktrisi görünce izlediğimin, rol gereği oynanan bir oyun olduğunu unutur,  izlediğimi daha sahici izler, oyuna kendimi kaptırırım.

Gözlemlerime göre Türk sinema, tiyatro ve TV dizilerinde rolünü sahici oynayan oyuncu sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Rolünü iyi yapan, oyuna kendini kaptıran sanatçılar üstlendiği görevini iyi yapanlardır. Sektörde de hep aranan kişilerdir. Sinema ve tiyatro tarihimize isimlerini altın harflerle yazdırırlar. Toplumda ayrı bir yerleri ve saygınlıkları olur. Aldıkları roller gereği çok para kazanmalarına ve şöhret olmalarına rağmen kişilik ve kimliklerini kaybetmezler. Bunlar gerçek sanatçılarımızdır ve gözümüzde birer yıldızdırlar. İşte bu yıldızlardan biri de adı gibi yıldız olan tiyatro ustası Yıldız Kenter’dir.

Pazar akşamı TV’yi açınca alt yazıda  “Tiyatro oyuncusu Yıldız Kenter 91 yaşında vefat etti” yazısını okuyunca sahici kadın vefat etti sözü çıktı ağzımdan. İster tiyatro oyununda ister sinemada rol alsın, aldığı tüm rolleri sahiden oynayan, işini düzgün yapan, işine kendini kaptıran bir kadındı. 100’ün üzerinde tiyatro oyunda, 19 sinema filminde ve 3 dizide rol alan Yıldız Kenter, aldığı her kuruşun hakkını hakkıyla vermiş usta bir sanatçımızdır. Ne zaman bir rolünü görsem onu izlemeye kaptırırım kendimi. Çocukluğumda Yıldız KENTER, Hulusi KENTMEN, İzzet GÜNAY ve Selma SAR'ın başrollerini paylaştığı 1964 yapımı “Ağaçlar Ayakta Ölür” filminde Yıldız Kenter’i izlemiştim. Filmde torununu kaybeden, onu arayan, bir gün gelecek diye bekleyen acılı bir babaanne rolünü üstlenmişti. Bu filmdeki sahici rolü beni çok etkilemişti Yıldız Kenter’in. “Kızım Ayşe” filmindeki rolü de etkileyici idi. Belki bu sahici rolünden olsa gerek. Yıldız Kenter’in almadığı ödül yok gibi.
 “1964 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, Ağaçlar Ayakta Ölür
1966 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, İsyancılar
1974 Antalya Film Şenliği, Kızım Ayşe filmi ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
1984 Roma’daki İtalyan Kültür Birliğince "Adalaide Ristori" ödülü.
1989 Korsika - Bastia Film Festivalinde "Hanım" filmindeki rolüyle "En İyi Kadın Oyuncu" ödülü.
1991 Uluslararası Lions Kulübü The Melvin Jones Ödülü, iki kez Ulvi Uraz "En İyi Kadın Oyuncu" Ödülü, üç kez Avni Dilligil "En İyi Kadın Oyuncu" Ödülü.
1994'te "Konken Partisi" oyunundaki Fonsla rolü ile "Olağanüstü Yorum" ödülünü aldı.
Finlandiya Dünya Kadın Kuruluşu tarafından yüz yılın en başarılı yüz kadınından biri olarak onurlandırıldı.
1995'te Kültür Bakanlığı, Tiyatro Sanatına katkılarından ötürü Onur ödülüne layık gördü.
1995 "Mevlana Kardeşlik ve Barış" ödülü verildi.
1996’da Magazin Gazetecileri Derneği tarafından Ramiz ile Jülide’deki Jülide rolü için "En İyi Kadın Oyuncu" ödülü, 1997'de Uluslararası İstanbul Festivali tarafından ömür boyu Tiyatro Sanatına katkısından dolayı ödülü, 1998’de Ankara Sanat Kurumu "Yılın Kadın Sanatçısı" ödülü, 1998 - 2. Afife Tiyatro Ödülleri - Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü, 1998 Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat Ödülü, 1999 "Martı" adlı oyunda Madam Arcadina rolüyle Afife Tiyatro Ödülleri - En İyi Kadın Oyuncu ödülü, 2012 Ondokuz Mayıs Üniversitesi 2. Medya Ödülleri'nde Onur ödülünü aldı.”(Habertürk)

Vefatı ülkemiz için bir kayıptır. Umarım giderken kendisi gibi işini düzgün yapan sanatçılar bırakmıştır geride. Günümüzde işi ne olursa olsun, işini düzgün yapan kişilere ne çok ihtiyacımız var. Sevenlerinin başı sağ olsun. 

***19/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu Ülke Başka İnançların Yolgeçen Hanı Olmamalı ***


İnsanın yeme, içme gibi fiziki ihtiyaçlarının yanında inanma gibi doğuştan gelen ihtiyaçları vardır. İnsanın bu inanma ihtiyacını gidermek ve onları doğru inanca yöneltmek için Allah sayısız peygamberler göndermiştir. Hz Adem ile başlayan ilahi dinlerin sonuncusu İslam, peygamberi Hz Muhammed, kitabı da Kur’an-ı Kerim’dir.

İnsanların inançları kendilerinedir. İstedikleri dini seçme özgürlükleri vardır. Fakat bir milleti millet yapan değerlerden bir tanesi de dindir. İslam ülkesi olarak bilinen bu ülke insanının ne kadarı İslam dinine inanıyor? Burası muamma. Gerçi kaba ifadeyle bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman diye söylenir. Gerçekten öyle mi? İnsanımıza tek tek inançları sorulsa “Müslüman’ım” diyenlerin dışında başka bir inanca inananların çoğu inançlarını gizleme yoluna gideceğini düşünüyorum. Hatta Müslüman olmadığı halde toplum içinde Müslüman’ım diyenlerin sayısının da az olacağını düşünmüyorum.

Bu ülke insanının ne kadarı Müslüman bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, bu ülke başka inançların yolgeçen hanı gibi. Aşağı yukarı tüm inanç sahipleri, misyonerleri vasıtasıyla bu ülke insanının inanç yapısını değiştirmeye çalışıyor. Bu konuda epey mesafe kat ettiklerini düşünüyorum.
Adana’da bulunduğum yıllarda “Yehova Şahitleri” olduğunu söyleyen bir karı-koca ile birkaç saat bir görüşme imkanım oldu. Tanışma esnasında isimlerinin Davut-Emine olduğunu işitince şaşırdım. Davut diğer ilahi dinlerin mensupları tarafından da verilen bir isim. Fakat Emine bize ait bir isim. Kadına “Sizin adınız Emine. Nasıl Yehova oldunuz” dediğimde “Evet, ben daha önce Müslüman idim. Zamanında namaz kılıp oruç da tuttum. Sonradan Yehova Şahidi oldum” demişti.  Bastırdıkları broşürlerde ana tema “İsa-Mesih’in yeryüzüne ineceği” inancı idi.
Yine Adana’da iken Kore’den gelmiş, Hıristiyanlık propagandası yapan Musa adını almış bir misyonerle görüşme imkanım oldu. Daha önce Konfüçyüs iken Hıristiyan olmuş ve yetiştirildikten sonra Adana’yı mesken seçmişti Musa. Bana Adana’da 50 kadar kilise evlerinin olduğunu söylemişti.
Lisede derse girerken okulda ender namaz kılan ve oruç tutan bir öğrenci kadir gecesi günü yanıma gelip Hıristiyan olacağını söylemişti. Çok mu beğendin dediğimde “Tek amacım var, yurtdışına gitmek. Geçen hafta arkadaşımla birlikte kiliseye giderek oradaki yetkililerle görüştük. Hıristiyan oldukları takdirde kendilerine pasaport çıkartabileceklerini söylemişler. Arkadaşım Hıristiyanlığı seçti ve kendisine pasaport çıkartıldı. Ben düşünmek için zaman istedim. Hıristiyan olursam beni de Yurtdışına gönderecekler” demişti.

Verdiğim örnekler Adana’dan. Konya’dan yok mu derseniz, size bir de Konya’dan bilgi vereyim: Geçen gün bir veli benimle görüşmek istediğini söyledi. Ayaküstü biraz lafladık. Orta kısmını İHL’de okumuş bu velimiz öp öz Konyalı, bir ilçenin köyünden. Biz ailecek Bahai’yiz dedi. Çocuğunun da şu anda Bahai olduğunu 15 yaşına gelince inancını seçmede serbest olacağını ifade etti.  Nasıl Bahai oldun dediğimde Antalya’da Bahai biriyle tanıştığını ve Bahailiği seçtiğini söyledi. Bana cep numaranı verir misin, uygun bir zamanda sizinle konuşmak istiyorum, dedim. Karşılıklı numaramızı aldık. İnşallah uygun bir zamanda kendisiyle Bahailik üzerine konuşacağım. Ayrılırken şunu söyledi: “Kur’an öğrenmek için … Kur’an kursunda çok dayak yedim” dedi.

Verdiğim örnekler benim karşılaştığım örnekler. Türkiye’nin diğer yerlerinde hangi inanç sahipleri ülkem insanının ne kadarının inancını değiştirmek için çaba sarf ediyorlar? Varın sayısını siz düşünün. Yalnız şu kadarını söyleyeyim. Biz birbirimizi “Hadis düşmanı, sünneti inkar ediyor…gelenek dinine inanıyorlar…bunlar oryantalistlerin ülke içindeki uzantıları…bunlar sapık…bunlar modernist…” diye suçlayalım, bu kavgayı bitirmeyelim, yaşantımızla insanlara güzel örnek olmayalım, birbirimizin altını oymaya çalışalım, camiye gelene toplu vaaz verelim, hutbe okuyalım, görüşlerimizi İslam budur diye dayatmaya devam edelim, insanımızın ayağına gitmeyelim, insanımıza dokunmayalım, Kur’an ve din öğretimi için şiddeti mubah görmeye devam edelim…bu ülkede başka inançlara geçenlerin sayısı her geçen gün artacaktır. Halihazırda deist olanların sayısında bir artışın olduğu hepimizin malumu zaten. Bunların bir ileri merhalesi ya başka inanca geçecekler ya da ateist olacaklar.

Görüyorum ki doğuştan gelen bu inanma ihtiyacını biz giderememişiz. Bizim boş bıraktığımız alanı başkaları dolduruyor. İsterim ki bu ülke insanına başkaları inançlarını allayıp pullamadan biz ulaşalım.

***21/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.