3 Eylül 2019 Salı

70'lerin Siyah Bücürleri


1.Karasınır İlkokulu 1.veya 2.sınıfta okurken 1/A ile 1/B sınıfının toplu fotoğrafı. Öğretmen olmadığı zamanlarda çoğu zaman bu iki sınıfı birleştirirlerdi.  Bazen bu birlikte okuma haftalar, aylar sürerdi.
2.Haliyle sıralara üçer kişi otururduk.
3.Yanlış saymadıysam fotoğrafta öğretmen hariç 67 kişi var.
4.Resimdeki öğretmen A şubesinin öğretmeni Kıymet Hanım olmalı.
5.Resmin altında yazılan 1972 tarihi muhtemelen doğru değil. (Şayet sadece fotoğraf çekimi için bir araya gelmemişsek) Resim 1974-1975 yılına ait olmalı. Çünkü A ve B şubeleri 4.ve 5.sınıfta sık sık aynı sınıfta ders işlerdi. 
6.Sınıf birleştiğinde benim şubem olan B sınıfı A şubesine giderdi. Çünkü ilk üçte okuduğum Mustafa Varel öğretmenimiz nakil gittikten sonra bize gecikmeli olarak 4.sınıfta Hacer öğretmen, 5.sınıfta Ramazan Kızıldağ girmişti.
7.Çoğu arkadaşımın simasını unutmuşum, çoğu ile nice yıldır görüşme imkanım olmadı.
8.Sağdan sola oturanlardan üçüncü sıradaki Sefer Akmaz'ın arkasında oturan kişi benim resmim. Nerede bu turuncu kafa demeyin. Resim siyah beyaz olduğu için alametifarikam tam belli değil. 
9.Resimde beni 67 kişi içerisinde farklı kılan bir özelliğimi daha gördüm. Bu özellik benim dışında iki, üç kişide de var: Gömleğin yakasını yakalığın üzerine çıkarmışız. Muhtemelen beyaz yakalık kirlenmesin diye.(Ne diyeyim? Olacak çocuk, ta o zamandan belli imiş(!) Annemize fazla iş çıkarmamışız.)
10.İlk defa gördüğüm bu resimden bizden bir üst sınıfta okuyan Fazlı Şeker arkadaşımızdan whatsapp aracılığıyla haberdar oldum. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.
11.Bu resimde olanların çoğu elan dede olmalı. Vefat edip aramızdan ayrılanlar da var. Allah onlara rahmet eylesin.
12.Resim nereden bakarsanız 47 yıllık bir resim. Yarım asrı devirmeye ne kalmış şurada.
13.Resimdeki tüm arkadaşlara selamlar buradan. Allah hepsine sağlıklı ve bereketli ömürler versin.
14.Bu arada dün okuduğumuz okulun yanından geçtim. Yerinde yeller esiyordu. Zaten bizden sonra orada okuyan kalmamış, okul yukarıya taşınmıştı. O okulun ceremesini biz ve bizden öncekiler çekti.

Fotoğraftan çıkarabildiklerim: 

Sağdan sola oturan erkekler 
1.Mehmet Bulduk 
2.Mustafa Bağcı
3.Sefer Akmaz
4.Mehmet Arıcı 
5.Mehmet Ali Çakır
6.Osman Karagöz
7.Devriş Akar
8.Hayati Demirci
9.Ali Akar
10.Mustafa Gezici 
11.Memiş Bağcı
12.Halil Bakırcı 
13.Osman Bahçıvan
14.Mustafa Kestane
15.Ahmet Öksüz

Orta sırada oturan erkekler (Sağdan sola)
1.Ramazan Dolapçı 
2.Bahattin Durucu
3.Ramazan Yüce
4.Fahri Yazıcı
5.Kamil Karagöz
6.Mehmet Çakır
7.Mehmet Şirin 
8.Şaban Şevik 
9.Ali Coşkun
10.Ali Özçelik
11.Mustafa Kesik
12.Veysel Arslan
13.Mustafa Kesik
14.Veysel Arslan
15.Turgut Kahraman
En arka sağdan sola erkekler
1.Ömer Dolapçı 
2.Hüseyin Doğan
3.Mehmet Ali Özdemir
4.Battal Sümbül
5.Naim Dereli
6.Mehmet Dolapçı 
7.Mustafa Demirci
8.Doğan Çelik
9.Hakkı Sürücü
10.Mustafa Satıcı
11.Musa kazım Özcan
12.Şaban Avcı

2 Eylül 2019 Pazartesi

Kavgamızı Hutbeler Üzerinden Vermeyelim! *

Malumunuz ağustos ayı bu milletin zafer ayıdır. Malazgirt, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidabık, Belgrat, Mohaç, Kıbrıs, Erzurum Kongresi, Sakarya Meydan Savaşı, Büyük Taarruz hep bu ayda olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı da ayın mana ve önemine işaret etmek amacıyla "Vatan bize Emanettir" başlıklı bir hutbe hazırlatarak 30 Ağustos 2019 günü tüm camilerimizde bu hutbeyi okuttu. Hutbede vatanı korumanın kutsal bir görev olduğuna işaret edildi. Bir cümle ile de bu ayda kazanılan zaferlere değinildi: "Malazgirt'ten Kosova’ya, Mohaç'tan Büyük Taarruz'a kadar kazanılan zaferler bunun en büyük şahididir" denildi.

Hutbe, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve diğer zaferlerin anlamına uygun bir şekilde okundu, bitti. Ama tartışması bitmedi. Hatta Ankara'da bir camide hutbede Atatürk'ün ismine yer verilmedi denerek cumaya gelen bazı vatandaşlar okunan hutbeye tepki gösterip camiyi terk etmişler. Bu kadarla kalsa iyi. Aynı tepki bazı siyasilerin de ağzında. Vay efendim! Atatürk'ün ismi hutbede niye geçmedi şeklinde.

Hutbede herkesin fark ettiği benim fark edemediğim bir ayrıntı mı var diye dinlediğim hutbeyi bir defa da okudum. Acaba diğer zaferlerin komutanlarının isimleri anıldı da Atatürk'ün ismi es mi geçildi dedim. Hutbede ne Malazgirt Meydan Muhasebesini kazanmış Alpaslan'a ne Kosova Meydan Muhaberesini kazanan Sultan Murat'a ne Mohaç Zaferini kazanmış Sultan Süleyman'a ne de Büyük Taarruz'u kazanmış Mustafa Kemal'e yer verilmiş. Yani savaşların adına yer verilmiş, ama kahramanlarından bahsedilmemiş. Diğer kahramanlardan bahsedilse de Atatürk'e yer verilmese burada bir kasıt var diyeceğim. O zaman mesele ne? Maksat hasıl olmuş bence. Zaferlerimizden bahsederek bu vatanın kolay kazanılmadığı, ecdadımızın bu vatanı bize emanet ettikleri, bizim de bu vatanı korumada gereken özeni göstermemiz gerektiği izah edilmeye çalışılmış ve hutbeye konan başlıkla da bu durum zaten açık bir şekilde ifade edilmiş. Zaten önemli olan da bu değil mi? Ötesi üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olur.

Kutuplaşmanın bir sonucu olarak gündelik hayatta tartışmadığımız konu, tartışmadığımız mahal kalmamıştı. Sonunda camilerimiz de bu kutuplaşmadan nasibini aldı. Kavgamızı caminin içine kadar soktuk, hem de hutbe okunurken. Olmadı bence. Hepimizin ortak ibadet yeri olan camiler ve okunan hutbeler tartışılır hale getirilmemeli. Birileriyle kavgası olanlara, kavgalarını cami dışında yapmalarını tavsiye ederim. Kavgamızı hutbeler üzerinden vermeyelim. Çünkü camiler tartışma mekanı değildir. Böyle giderse ilerde camilerimiz de senin camin, benim camim şeklinde ayrılır. Bundan da ülkeye hiçbir fayda gelmez.

Şunu kimse unutmasın ki hutbeler tarih dersi vermez, genel hatlarıyla mesaj vermeye ve Müslümanlara bir bakış açısı kazandırmaya çalışır. Ötesi başkalarının işidir.

Burada okuttuğu hutbelerden dolayı zaman zaman benim de eleştirdiğim Diyanet İşleri Başkanlığı’na büyük bir görev düşüyor. Okutacağı hutbe konularını sıkı bir elemeye tabi tutmasında fayda var, yoğurdu üfleyerek yemeli, vatandaşı da doğru bilgilendirmeli. Seçtiği konu ve içeriği en ufak bir tartışmaya mahal vermemeli. Hutbe konusunu belirlerken belirli gün ve haftaları takip etmekten vazgeçmelidir. Konu seçiminde Müslümanların kronik dertlerine yer vermelidir. Belirli gün ve haftaları bıraksın okullar kutlasın, devlet erkanı ve halk resmi törenle ansın. Diyanet de kendi işine baksın.

*04/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

1 Eylül 2019 Pazar

Konya Ölmesin! ***

Konya’nın trafik yoğunluğunu rahatlatmak ve şehir insanının toplu ulaşım araçlarıyla gideceği yere kısa zamanda, daha rahat gidebilmesini sağlamak amacıyla 2012 yılının Ekim ayında “Konya için niçin metro düşünülmez” anlamında “Bilgi Edinme” hakkımı kullanmıştım. Yazıma başbakanlıktan cevap beklerken 30/10/2012 tarihinde Konya Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Planlama Raylı Sistem Dairesi Başkanlığı’ndan “Şehrimizin ihtiyacı olan yeni raylı sistem hatları inşa etmek ve bu kapsamda modern tramvay vagonları alınması ile ilgili çalışmalar sürdürülmektedir. Bilgilerinizi rica ederim.” şeklinde bir cevap geldi.

Belediyemiz bu süreçte dediği gibi Alâeddin ile SÜ yerleşkesi arasında yeni raylı sistem hatları inşa etti ve vagonları da yeniledi.

Metro beklentim sönmeye yüz tutmuş, kendimi yeni raylı sisteme hazırlamış ve gelip gideceğim yerlerin ulaşım durumuna göre pozisyon almış iken Başbakan Ahmet Davutoğlu Konya’ya metro müjdesi vererek umutlarımı yeşertti. (24/04/2015)

Arkası gelmeyecek galiba derken Başbakan Binali Yıldırım, “Konya'ya yapılması planlanan metro hattı ihalesinin bu yıl yapılacağını” açıklayarak umutlarımızı yineledi. (03/03/2018)

Galiba bu iş yattı derken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “İnşallah Konya metrosunun yapımına başlıyoruz. Bu hattın ilk etabının ihalesini eylülde yapıyoruz” dedi. (01/09/2019) 

Metro yapılır mı yapılmaz mı bilmiyorum. Ama yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik gibi görünüyor. Çünkü birinci ağızdan ihalesi yapılacak denilerek müjde yenilendi. İnşallah Konyalının beklediği metro umudu bir başka bahara kalmaz. Ki kalmamalı. Çünkü Konya 2015 yılından beri metro projesinin hayata geçirilmesini bekliyor. Umarım devletin imkanları buna el verir. Şu hikayedeki gibi olmasını kimse temenni etmez:

Kral, dondurucu bir kış günü gecenin soğuğunda nöbet tutan bir muhafıza sorar: "Üşümüyor musun ?"
Muhafız: "Ben alışığım kralım" der. 
Kral: "Olsun sana sıcak tutacak elbise getirmelerini emredeceğim" der ve gider. Ancak bir süre sonra emri vermeyi unutur.
Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini bulurlar. Muhafız duvara bir şeyler karalamıştır. Duvarda şunlar yazılıdır: "Kralım, soğuğa alışkındım, fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü."

Alıntısını yaptığım bu hikayeyi bilmeyenimiz yoktur. Hikayeden çıkaracağımız mesaj; yapmayacağımız/yapamayacağımız veya unutacağımız vaadi vermememiz gerektiğidir. Bunu sadece metro müjdesi/vaadi için söylemiyorum. Tüm müjde ve vaatler de böyledir. Çünkü her müjde bir umuttur, insanları beklentilere iter. Vaat yerine getirilmediği takdirde büyük hayal kırıklığı olur. Kişilerin vaat verene güveni kalmaz. Bu yüzden umutları ve güveni yok etmemek gerekiyor.

Hasılı Konya, nice yıldır metrosuzluğa alışkın. Ama üçtür verilen müjde/vaat boşa çıkarsa ölür…

***03/09/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.