11 Haziran 2019 Salı

Hasta Katılım Payları*

Hastanede muayene olduktan sonra devletin aldığı hasta katılım payını, muayene ücretini ve reçeteye yazılan ilaçtan alınan yüzdeyi sorun edinmiyorum. Devlet alması gerekiyordur, alıyor. Alınan ücret azdır, çoktur iddiasında da değilim. Benim sorun edindiğim eczaneye her varışımda bir borç çıkarılması. Burada eczanelerin para almasına da bir şey demiyorum. Devlet, eczanelere vezne görevi vermiş. Onlar da alıyorlar. Burada bir sorun varsa bu sorun eczacıların sorunu.

Benim derdim devletin tahsil edeceği muayene ve hasta katılım payını peşin tahsil ettirmemesi. Her muayeneden sonra her eczaneye varışında az veya çok bir borç çıkıyor. Borcu duyunca önce ne borcu deyip bir şok geçiriyorsun. Eczacı ya şu şu tarihlerde falan hastanede muayene olmuşsun açıklaması yapıyor ya da geçmiş borcu gösteren bir çıktı veriyor. Tamam, neyse, kapatalım bu borcu deyip ödemeyi yapıyorsun. Eczaneye bir diğer uğradığında yine eski bir borçla karşılaşıyorsun. Anladığım kadarıyla sistem son muayenenin reçetesini görüyor, ilacını veriyor ama son muayeneyi görmüyor. Onu da bir dahaki gelişine saklıyor. Haraca bağlar gibi her defasında önüne bir başka borç çıkarıyor. Merak ediyorum çok mu zor, son muayeneyi  hemen yansıtmak?

Bugün bakkallar bile doğru dürüst borç yazmıyor. Parası olmayan kredi kartını uzatıyor, alışverişini karta geçirtiyor. Hatta çoğu bakkalın görünür yerinde "Veresiyemiz yoktur" levhası asılı. Yani eski çamlar bardak oldu. Fakat görüyorum ki devlet hala borç yazdırmaktan vazgeçmiş değil, eski borç ve veresiye defterlerini yaşatmaya çalışıyor. Tek farkı var. Borcu deftere yazmıyor, sisteme işliyor. Devlet parayı peşin tahsil edecek bir sistem bulamadı mı yoksa başka bir hesabı mı var? Yok bulduğu en güzel sistem bu ve  bu sistem bu şekilde devam edecekse bari bu sistemin mucidi kim, bu yazılımı kim yaptı ise bari her eczanenin önüne bu mucidin bir heykelini dikmeyi şart koşsa. Hiç olmazsa eczaneden her çıkan kafasını kaldırarak bu mucidin yüzüne bakar. Böylece hem mucit her eczaneden çıkanın hayır duasını alır hem de heykeltıraşlara bu vesileyle bir iş çıkarılmış olur. Bu işin, bu sanatın gelişmesine de katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bu bir maliyettir denirse pekala HKP(Hasta Katılım Payı) gibi bir HKP(Heykel Katılım Payı) sütunu daha açılır. (Kısaltmayı değiştirmeye bile gerek yok gördüğünüz gibi) Bu maliyet de hastaların üzerine borç olarak yazılır. Tahsil işini de yine eczacılar yapar.

Burada bir söz de din görevlilerine söyleyelim. Biliyorsunuz ramazan ayı gelince din görevlileri eski ramazan geleneklerinden olan veresiye defterlerine değinirler ve bu vesileyle bakkala borç yazdıran fukaranın borçlarını sildirmemizi teşvik ederler. Artık eskisi gibi bakkal borcu olmadığına göre din görevlileri vaazlarında veresiye defteri konusunu işlerken "Fakir fukaranın eczane borçlarını ödeyin" desinler. Çünkü hasta olup da hastaneye uğrayan herkesin borcu var eczanelere.

*21/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


10 Haziran 2019 Pazartesi

Bayram mıydı yoksa Katliam mıydı?

Dokuz günlük Ramazan Bayramı tatilinde meydana gelen 230 trafik kazasında 106 insanımız öldü, 775 kişi de yaralandı. Bu demektir ki ortalama günde 26 kaza vuku bulmuş, 12'i can vermiş, 86'ı da yaralanmış. Sanki bayram değil de savaş ya da katliam yapmışız.

Her bayramda normalinden fazla meydana gelen bu trafik kazalarını, ölümleri ve yaralanmaları kanıksadık maalesef. Devlet ne tedbiri alırsa alsın her bayramda kazalar oluyor. Sanki bayramlarda kaza yapmak kaderimiz. Öyle zannediyorum kaza nedenlerinin çoğu da sürücü hatasından kaynaklanmaktadır. Bu sürücülerin kahir ekseriyeti de kendisine çok güvenen usta şofördür. Zaten kendisine çok güvenenler çok kaza yapıyor. Mübareler arabaya binince sanki tatile değil de ölüme gidercesine bastıkça basıyorlar. Sanki gidecekleri yere beş, on dakika sonra varsalar itibar kaybına uğrayacaklar. Allah hayırlarını versin.

Dokuz günlük tatilde kaybettiğimiz bu insanları trafik kazasında değil de bir terör saldırısı sonucunda kaybetsek Türkiye ayağa kalkar, duygularımız kabarız. Nedense trafik kazalarında ölen bunca insan gündem bile oluşturmuyor.

Ne yapacağız, ne edeceğiz? Tatillerde özellikle uzun bayram tatillerinde biz her sene bayramlık elbise yerine kefen giymeye devam mı edeceğiz? Yok mu bunun yolu? Ne tedbir alırsak alalım, inisiyatif yine sürücülerde olacaksa biz bu ölümlü kazaların önüne geçemeyiz. Çünkü arabasına ve şoförlüğe güvenen kimseler düzgün yolları gördüğü zaman akıllarına gaza basmaktan başka bir şey gelmiyor. Yazık gerçekten! Bizim bu hız tutkumuz böyle giderse daha nice canlara mezar olacak.

Bu kazaları önlemenin yolu, sürücülerin sorumlu davranmasıyla, trafik kurallarına uymasıyla mümkün olur. Sürücülerde bu sorumluluk yoksa çok faydası olur mu bilmiyorum ama hız sınırına riayet etmeyenlerin aracına el konabilir. Başka da aklıma bir şey gelmiyor. Ölümü göze alana ve ölüme koşana arabasını bağlamak işe yarar mı diyebilirsiniz? Tatil demek araba demek. Yaya kalacağını bilen için bir tedbir olabilir.

Kazanmak ve Kaybetmek

Yaşadığımız hayat bir imtihan dünyası olduğu kadar aynı zamanda bir yarıştan ibarettir. Bir yerde yarış, müsabaka, rekabet varsa bu yarışın mutlaka bir kazananı, bir de kaybedeni olur. Yani kazanmak ve kaybetmek yaşadığımız hayatın doğasında vardır. Bu demektir ki bir yarışa girmişsek kazanmaya ve kaybetmeye hazır olmamız gerekiyor.

Yarışa giren herkes, kaybetmekten ziyade kazanmaya kendini şartlandırır. Kimse kaybetmeyi aklına bile getirmek istemez. Ama bu dünya hep kazanmaktan ibaret değildir ve kişi sadece kazanmaz, bazen de kaybeder. Ki böyle olmalıdır. Rekabetin iki ucundaki kişilerden bir taraf hep kazanır, diğer taraf kaybederse yarışın bir anlamı kalmaz. Zaten böylesi durumlarda yarışmaya da gerek yoktur.

Kazanan, kazanma kurallarını yerine getirdiği, yaşadığı çağı okuyarak kendini yenilediği müddetçe kazanmaya devam eder. Kaybeden de işi kuralına göre oynayamadığı müddetçe kaybetmeye devam eder.

İçinde rekabeti barındıran hayat hep böyle devam eder mi? Ne zamanki hep kazanan kazanmanın şımarıklığına tutulur, nasılsa hep kazanıyorum deyip işini savsaklamaya başlar ise yozlaşma ve savrulma ortaya çıkar. Bu durum, rakibinin çıtasını yükseltirken kendisini aşağıya doğru çeker. Bu da hep kazananın kaybetmesi demektir. Hemen birden kaybetmese bile bir müddet kıl payı veya zorla kazanmaya devam eder. Sonra da kaybetmeye başlar. Daha önce hep kazandığı için ortaya çıkan bu mağlubiyeti kabullenmek çok zordur. Yine kazanmak için her yolu dener, bunu mubah görür. Daha önce başvurmadığı yollara tevessül eder. Can havliyle attığı her adım birlikte çalıştıklarını da yaralamaya başlar. Çünkü sağlıklı düşünme ortadan kalkar.

Daha önce hep kaybeden sürekli kaybetmeye devam ederse moralman çöküntüye sürüklenir. Hiç kazanma ümidi kalmadığı için rekabetin dışında başka yollara girer veya bu şekil bir beklenti içerisine girer. Bu şekil hep kaybeden bir gün kazanırsa moral kazanır, kendisine güveni gelir. Demek ki düzgün çalışılırsa beraberinde kazanma da gelebiliyormuş der ve başka arayışlar içerisine girmez.

Demek istiyorum ki doğasında kazanmak ve kaybetmek olan rekabetin sağlıklı yürümesi için taraflar kazanmaya ve kaybetmeye hazır olmalıdırlar. Ne hep kazanmak kişiyi ihya eder ne de hep kaybetmek kişi için dünyanın sonudur. Kazansak da kaybetsek de hayat yine devam ediyor. Önemli olan yarışı sonuçları itibariyle bir fazilet ve erdem yarışı olacak şekilde tatlı bir rekabete döndürmektir.