Ana içeriğe atla

Kazanmak ve Kaybetmek

Yaşadığımız hayat bir imtihan dünyası olduğu kadar aynı zamanda bir yarıştan ibarettir. Bir yerde yarış, müsabaka, rekabet varsa bu yarışın mutlaka bir kazananı, bir de kaybedeni olur. Yani kazanmak ve kaybetmek yaşadığımız hayatın doğasında vardır. Bu demektir ki bir yarışa girmişsek kazanmaya ve kaybetmeye hazır olmamız gerekiyor.

Yarışa giren herkes, kaybetmekten ziyade kazanmaya kendini şartlandırır. Kimse kaybetmeyi aklına bile getirmek istemez. Ama bu dünya hep kazanmaktan ibaret değildir ve kişi sadece kazanmaz, bazen de kaybeder. Ki böyle olmalıdır. Rekabetin iki ucundaki kişilerden bir taraf hep kazanır, diğer taraf kaybederse yarışın bir anlamı kalmaz. Zaten böylesi durumlarda yarışmaya da gerek yoktur.

Kazanan, kazanma kurallarını yerine getirdiği, yaşadığı çağı okuyarak kendini yenilediği müddetçe kazanmaya devam eder. Kaybeden de işi kuralına göre oynayamadığı müddetçe kaybetmeye devam eder.

İçinde rekabeti barındıran hayat hep böyle devam eder mi? Ne zamanki hep kazanan kazanmanın şımarıklığına tutulur, nasılsa hep kazanıyorum deyip işini savsaklamaya başlar ise yozlaşma ve savrulma ortaya çıkar. Bu durum, rakibinin çıtasını yükseltirken kendisini aşağıya doğru çeker. Bu da hep kazananın kaybetmesi demektir. Hemen birden kaybetmese bile bir müddet kıl payı veya zorla kazanmaya devam eder. Sonra da kaybetmeye başlar. Daha önce hep kazandığı için ortaya çıkan bu mağlubiyeti kabullenmek çok zordur. Yine kazanmak için her yolu dener, bunu mubah görür. Daha önce başvurmadığı yollara tevessül eder. Can havliyle attığı her adım birlikte çalıştıklarını da yaralamaya başlar. Çünkü sağlıklı düşünme ortadan kalkar.

Daha önce hep kaybeden sürekli kaybetmeye devam ederse moralman çöküntüye sürüklenir. Hiç kazanma ümidi kalmadığı için rekabetin dışında başka yollara girer veya bu şekil bir beklenti içerisine girer. Bu şekil hep kaybeden bir gün kazanırsa moral kazanır, kendisine güveni gelir. Demek ki düzgün çalışılırsa beraberinde kazanma da gelebiliyormuş der ve başka arayışlar içerisine girmez.

Demek istiyorum ki doğasında kazanmak ve kaybetmek olan rekabetin sağlıklı yürümesi için taraflar kazanmaya ve kaybetmeye hazır olmalıdırlar. Ne hep kazanmak kişiyi ihya eder ne de hep kaybetmek kişi için dünyanın sonudur. Kazansak da kaybetsek de hayat yine devam ediyor. Önemli olan yarışı sonuçları itibariyle bir fazilet ve erdem yarışı olacak şekilde tatlı bir rekabete döndürmektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde