9 Haziran 2019 Pazar

Seçen ile Seçilen Arasındaki Farklar ***


Seçen(seçmen) derken sen, ben, bizim oğlan yani köylü Ahmet Ağa ve çocuklarını; seçilen derken bizim seçtiğimiz, seçerek gönderdiğimiz ve devletin her türlü imkanından yararlanan üst bürokrasiyi kastediyorum. Buna besleyenler ve beslenenler de diyebiliriz. Seçmen ve seçilen, nimetlerden faydalanmayan ve faydalanan, besleyen ve beslenen, külfete katlanan ve külfet yüzü görmeyen, yönetilen ve yöneten adına ne dersek diyelim, yazılışları farklı olsa da aslında aramızda fazla bir fark yok. Hindistan'daki Kast Sistemi kadar değil mesela. 

Önce eşitliklerimizi yazalım:
*Biz halkız, onlar da halk. Her ikimiz de Halkçılık ilkesine bağlıyız. Eşitiz yani. En azından böyle diyorlar.
*Sandıkta bizim oy ile onların oyu aynı.
*Onlar da bizim gibi bu ülkenin havasını teneffüs ediyorlar. Yurtdışından ayrı bir hava getirmiyorlar. Öldükleri zaman da onlar bizim gibi toprağa gömülüyorlar.

Bir nüans diyebileceğimiz aramızdaki farklara gelince;

*Onlar VİP'ten geçer, biz geçemeyiz. Çok da büyütülecek bir fark değil. Sadece giriş yerlerimiz farklı. Onlar VİP'e girerken kapıda karşılanır, cepleri yoklanmaz. İçeride dinlenirken izzet ve ikram beleşmiş. Bize gelince cebimizdeki bozuk paraya, belimizdeki kemere varıncaya kadar çıkartılıp öyle geçeriz. İçeri girince bizim için de her şey var. Bütçemiz el verirse istediğimizden yiyip içebiliriz. Tek farkı ikramlara para ödüyoruz. Bunda büyütülecek, efendim bu haksızlık denecek bir durum söz konusu değildir. O, yani beleş yiyen amme adına oradadır. Ben ise belki de keyfi oradayım. Amme adına iş yapanla keyfi iş yapan arasında o kadar fark olsun. O, cebi yoklanmadan içeri geçiyorsa buna da kızmaya hakkımız yok. Demek ki bana göre o, güven vermiş. Ben devletime, VİP'e güven vermemişsem devlet ne yapsın?
*Onun altında makam aracı, şoför ve koruması vardır. Bizimse yok. Bu da bizim açımızdan olumlu. Çünkü biz istediğimiz tüm toplu taşımaya bineriz, sıkıldıkça birinden inip diğerine geçeriz. O ise aynı araba, aynı koruma, aynı şoförle olmak zorunda. Aynı şeyden insan sıkılır. Allah yardımcıları olsun. Onlara sabır versin.
*Onlara devletin tüm kapıları açıktır. Biz ise randevu ile gireriz. 
*Onlar protokolde kendilerine ayrılan yere oturmak zorunda. Biz ise protokol hariç her yere oturabilir ve dolaşabiliriz. Beğenmezsek çeker gideriz.
*Onlar her nereye giderse birinci sınıf muamele görür, el üstünde tutulur. Hatta bazen gördükleri muameleden hoşnut kalmazlar. Biz ise Yalova Kaymakamı muamelesi görürüz daima. Bu, bizim için değişmez kuraldır.
*Onların özlük hakları iyidir. Kendileri ve sülalesi ihya olur. Biz ise onlara verdiğimizden arta kalan olursa kendi yağımızla kavruluruz. Kendimiz onlar kadar yiyemesek de daima veren eliz. Bizim elimiz daima havada, onlarınki ise aşağıda. Onlar, bakımdan dolayı sık sık hazım sorunu yaşarken, bol bol soda içmeleri gerekiyor. Bizim ise soda ile pek işimiz olmaz. Çünkü midemizin hazım sorunu yoktur.
*Onlar vekil, biz asılız. Onlar bir müddet sonra vekil ve seçilmişliklerini kaybetseler de biz asla aslımızdan ödün vermeyiz, aslımızı inkar etmeyiz.
*Ülkede çıkarılan her türlü mevzuat onları korumaya yöneliktir. Hiçbir şeyden dolayı onlar asla mağdur olmazlar. Biz ise mevzuattan kendimizi korumaya çalışırız.
*Onlar halkın içerisine seçimden seçime katılırlar. Biz ise daima halkın içindeyiz.
*Onlar beş yıldan beş yıla bizim ayağımıza gelir, oy isterler. Biz ise beş yıl boyunca onların ayağına gideriz. Bir sirkülasyon var yani.
*Onlar girdikleri seçimi kaybederlerse hayatın sonu demektir. Ağızlarının tadı kalmaz. Bizde ise hiç değişiklik olmaz. Çünkü her gelen vurduğu için vücudumuz her türlü artçı depreme karşı dayanıklıdır.
*Onlar ölürse cenazeleri Meclisin önünde yapılan bir törenle kaldırılır. Bizi ise sevenlerimiz sessiz sedasız kaldırır.
*Trafiğe çıktığımızda trafik yoğunluğuna göre seyir ederiz. Yol tıkalı ise yolun açılmasını bekleriz. Trafikte sabrın en güzel örneklerini sergiler, sağı-solu seyrederiz. Onlar ise boşaltılmış yoldan geçer, kırmızı ışık nedir bilmezler. Geçerken cadde sinek avlar. Çünkü hiçbir şey göremezler.

Gördüğünüz gibi aramızdaki farklar çok büyütülecek gibi değil.

***15/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Böyle Oynayın İşte! ***


08 Haziran 2019 Cumartesi günü 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri H grubu 3.maçında Türkiye ile Fransa milli takımları Konya Büyükşehir Stadında bir araya geldi. Son dünya şampiyonu Fransa, sahadan 2-0 mağlup ayrıldı. 

Bayramın ardından gelen bu galibiyet yüzümüzü güldürdü. Millilerimiz bize ikinci bayramı yaşattı. Gururumuz oldu hepsi. Teşekkürler millilerimize.

Nice zamandır özlemiştik böyle galibiyetleri. Susamıştık iyice. Demek ki isteyince, azmedince, oynayınca oluyormuş.  2-0'lık net skor ve güzel bir oyun. Teşekkürler millilerimiz. 

Yendiğimiz takım daha önce hiç yenemediğimiz son dünya şampiyonu Fransa olunca maçın önemi daha bir arttı. Biz ki dünya şampiyonasına gidememiştik bile. İşte o dünya şampiyonu, dünya şampiyonasına gidemeyen bizde dize geldi. Teşekkürler!

Maçı baştan sona çok izlemedim. Ara ara göz gezdirdim. Birçok maçta olduğu gibi ölüp ölüp dirilmedik. Üstelik karşımızdaki son şampiyon demedik. Maç boyunca üstünlüğü elden bırakmadık. Bizimkiler oynadıkça, gol atıp gol kaçırdıkça hah şöyle! Böyle oynayın işte dedim. Maç ve skor bizi memnun etmekle beraber eline geçen fırsatları Burak değerlendirebilseydi skorun artmaması hiçten bile değildi. Şansı yaver gitmeyen Burak'a rağmen millilerimiz bizi memnun ve mesrur etti. Her birine ayrı ayrı teşekkürler.

Net bir galibiyet, bu galibiyetin Fransa'ya karşı alınması ve elemelerde ilk mağlubiyetini Fransa'ya tattırmak ayrı bir sevinç verdi bize. Sağ olun, var olun milliler...

Son yıllarda başarı çıtasını bir türlü yükseltemeyen milli takım, oynadıkları oyunla ve hak ederek aldıkları bu galibiyetle gelecek adına ümit verdi. Bu galibiyet serisini 11 Haziran'da(bugün) deplasmanda oynayacakları İzlanda maçı ile sürdürmeleri en büyük temennimizdir. Umarım futbolcularımız Fransa'yı yendik, bizim karşımızda kim durabilir havasına girmezler. Çünkü önemli olan lokal başarı ile sevinmek değil, bu başarıyı diğer maçlara da taşımaktır. Millilerimizin "sıradaki gelsin" dercesine bir başarı serisini yakalaması gerekiyor. Değilse Fransa galibiyeti kursağımızda kalır, boğazlar düğümlenir. İşte bu maç bu iradeyi gösterdi ve umutlarımızı yeşertti. Teşekkürler milliler.

Yolunuz açık olsun millilerimiz. Yüreğinizi ortaya koydunuz. Galibiyetten galibiyete koşarsınız umarım. Çünkü bu milletin buna ihtiyacı var, özellikle hep olumsuz havadisler aldığımız bugünlerde.

Ne diyeyim? Hep böyle olun. Bu millet yediden yetmişe arkanızdadır, sizinledir.

Sıradaki gelsin!

***11/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


8 Haziran 2019 Cumartesi

"İlahiyata Gitsinler İstiyorum"


Arapça ağırlıklı eğitim ve öğretim yapan bir lise müdürüyle görüştüm bir ara. Yaptıklarını ve anlattıklarını dinleyince müdürü samimi buldum. Zaten çabası da bunu gösteriyor.

Nasıl çocukların durumu? Bu sene mezun vereceksiniz dedim. "Durumları iyi. Fakat ilahiyat yazmak istemiyorlar. Ben ilahiyata gitmelerini istiyorum. Arapça bilgileri boşa gidecek" dedi. Ben de haddinden fazla ilahiyat yazacak öğrenci var ve yüz civarında ilahiyat ve dengi fakülte var. Herkesi ilahiyatçı yapıp da ne yapacağız? Bırakalım çocuklar istediği ve sevdiği bölümü yazsınlar. Sonra Arapça bilgileri niçin boşa gitsin? Çocuklarımız Arapça bilen doktor, Arapça bilen diş hekimi, Arapça bilen mühendis olsunlar. Hayatın bir alanında bu Arapçaları bir işe yarar, hatta insanlara faydalı da olurlar" dedim. Ardından şu örneği verdim: Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliğinde beni genç bir hekim muayene etti. İstediği röntgeni çektirmek için sıra beklerken hastasını muayene eden doktor, hastasının ardından koridora çıktı. Ona gideceği yeri tarif etmeye çalışıyordu. Ama tarifte zorlandı. Çünkü karşısındaki hasta Türkçe bilmeyen -kuvvetle muhtemel- bir Suriyeli idi. Doktor, Suriyeliyle meramını Arapça konuşarak çözmeye çalışıyordu. Aklına bir türlü gelmeyen Arapça kelimeyi ben söyleyince doktorun yüzü güldü. Benden aldığı kelimeyi kullanarak hastasını cerrahi bölüme yönlendirdi. Ardından bana dönerek "Yazın kursunu da gördüm ama kelime bir türlü aklıma gelmedi, teşekkür ederim" dedi ve tekrar muayenehanesine geçti.

Okul müdürüyle yaptığımız ayaküstü konuşmamızı fazla sürdürmedik, vedalaşıp ayrıldım. 
*
Annemi Meram Tıp Fakültesi göz bölümünde muayene eden doktorun Filistinli bir doktor olduğunu sonradan öğrendim. Aspirin gibi bir doktordu. Az önce bizimle zorlanmadan Türkçe konuştu, az sonra önüne gelen Arap bir hasta ile Arapça konuştu. Başkasıyla hangi dilde konuşur bilmem ama öyle zannediyorum İngilizce de biliyordur. Kuvvetle muhtemel İbranice de konuşuyordur. 

Kim istemez böyle birden fazla dil bilmeyi ve insanlara faydalı olmayı. Gördüğünüz gibi öğrendiği Türkçe de, ana dili Arapça da boş değil. Zaten önemli olan insanlara faydalı olmak değil mi? Adam alasını yaptı gözümün önünde.
*
Yeni mezun bir diş hekimi bir ilçede dişçilik yaparken dişinden rahatsız olan bir Koreli gelir. Dilinden kimse anlamaz. İmdada bizim genç diş hekimi yetişir. Koreli hasta ile çatapat Korece konuşur ve yabancının işini görür. Diş hekiminin Korece’den anladığı lisedeyken Korece’ye merak sarmasından. Gördünüz değil mi bir başka dili bilen biri çok farklı bir meslek grubunda çalışırken pekala bildiği bir yabancı dil ile insanlara faydalı olabiliyor.

Ezcümle öğrencilerinin ilahiyat dışında bir tercihte bulunmalarına sıcak bakmayan lise müdürünün bu görüşüne katılmıyorum. Arapça sadece ilahiyat fakültelerinde değil, yeri geldiği zaman her yerde kullanılabilir. Yeter ki biz kendimizi mesleğimizle ilgili güzelce yetiştirelim. İlk önce kendi dilimiz Türkçeyi en iyi şekilde bilip konuşalım. Başka dilleri de öğrenelim. Verdiğim örneklerde de görüldüğü gibi bildiğimiz dil bir zaman gelir, işe yarar. Hele Arapça, içimizde yaşayan Suriyelilerle iletişim kurmak ve onları anlamak için elzemdir.