3 Haziran 2019 Pazartesi

Yeniden Ayağa Kalkmak İstiyorsak...

Bir zamanlar fikrimizi, zikrimizi ve görüşümüzü açıklarken herkesi ötekileştirmeden kucaklamaya çalışan biz yeniden şaha kalkmak istiyorsak,
*İnsanları olduğu gibi kabul etmeli ve sevmeliyiz. Tıpkı eskiden "Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü" dediğimiz gibi.
*Eleştiriye açık olmalıyız. Her eleştireni düşman görmemeliyiz.
*Emanet, ehliyet ve liyakat temel prensibimiz olmalı.
*Aleyhimize bile olsa daima hakkı söylemeliyiz. Adaleti elden bırakmamalıyız. Hakkı üstün tutan neferler olmalıyız.
*İnsanlara güven ve itimadı şiar edinmeliyiz. Kendimiz dışında herkesi suç makinesi görmemeliyiz.
*İsraftan sakınmalıyız. Elimizdeki bütçeyi yetim malı bilmeliyiz.
*İnsanlara nazik ve kibar olmalıyız. Tatlı ve yumuşak bir üslup kullanmalıyız. Muhataplarımıza değer vermeliyiz. 
*Rakiplerimizi yok etmeye çalışmak yerine onları kazanmak için mücadele etmeliyiz. Çünkü rakipleri yok etmek bizi rehavete iter. Bu, yok oluş demektir. Çünkü bir fikir, düşünce ve hareket zıddıyla kaimdir. 
*Kendimizi rakiplerimize göre değil, olması gerekene göre konuşlandırmalıyız. Unutmayalım ki biz doğru yolda isek başkalarının sapıklığı bize zarar veremez.
*İşlerimizde istişareyi ihmal etmemeliyiz. Ekip ruhuna önem vermeliyiz. Kazanımlar ve kayıplar ekibin başarısı ve başarısızlığıdır. Ekibin önüne geçmek suretiyle kendimizi göstermeye çalışmakta enaniyet olabilir. Enaniyetin ön plana çıktığı yerlerde elde edilen başarı uzun soluklu olmaz. Bir müddet sonra tökezleme, duraklama ve gerileme başlar.
*Beraber yola çıktıklarımız ile enerjilerimizi birleştirerek iyi bir sinerji meydana getirmeliyiz. Kimseye yol vermemeli, küstürüp incitmemeliyiz. Birlik ve beraberliğimiz daim olsun. Biri illaki ayrılacaksa konuşmalarımız, yazdıklarımız ve çizdiklerimizle onun biletini biz kesmemeliyiz. O, kendi biletini kendisi kessin. Bizden uzaklaşanların sayısı her geçen gün artarsa bunu gidenlerde değil, kendimizden bilmeliyiz. Kendimizi, gidenlerin yerine gelenlerle avutmamalıyız. Bilelim ki menfaatsiz çekip giden dostun yerini kimse dolduramaz.
*Bir şey yaparken dünkü dediğimizle çelişmemeliyiz. Prensiplerimize bağlı kalmalıyız. Dünkü savunduğumuz fikrin yanlışlığı ortaya çıkmış, yerine yeni bir prensip oluşturacaksak geçmiş yanlışımızı kimse bize söylemeden biz kendimiz söylemeliyiz. Çelişkimizi ortaya koyanı da düşman bellememeliyiz.
*Kimseye kızıp bağırmamalıyız. Unutmayalım ki kızgın sirke kendi küpüne zarar verir.
*Bir gün kendimizi tekrarlamaya başlar, işler eskisi gibi gitmez ise başkasını nankörlükle ve ihanetle suçlamamalıyız. Yaptıklarımızı tekrar ederek başa kakmamalıyız. Niçin durakladık, niçin geriledik, nerede hata yapıyoruz diye bir özeleştiri yapmalıyız. Yani hatayı kendimizde aramalıyız. Eğer bizden daha iyi biri çıkmadığı halde biz her geçen gün gerilemeye doğru gidiyor, mevziler kaybediyorsak oturup adamakıllı kendimizi sorgulamalıyız.  

Bu dediklerimizi yeniden yapmaya başlayalım. Biz yeniden şaha kalkarız, alternatifimiz olmaz. Bunları yapmak için de ilk önce en tepeden en aşağıya kadar kendimizi sorgulamalıyız. Başka yolu yok. Yoksa bu gemi duvara toslayacak.

Öğretmenlik ve Fahişelik *

Milli Eğitim Bakanı 2019-2020 öğretim yılından itibaren öğrenciler kasım ve nisan aylarında birer hafta tatil yapacaklar açıklaması yapınca Ekşi Sözlükte biri öğretmenleri fahişeye benzeten bir açıklama yapmış. Yapılan açıklama, bir açıklamadan ziyade  açıklayan kişinin bilinçaltındaki herzeyi yumurtlama şeklinde olmuş. Güya aklınca mantık yürütmüş: Fahişeler yatarak para kazanıyor, öğretmenler de bol tatil yapıp yatarak para kazanıyorlar. Akıl ve mantığını yiyeyim senin.

Sayın Bakan'ın ara tatil açıklamasının uygulaması ile önümüzdeki yıl tanışacağız. Belirtilen tatillerde öğrenciler tatil yaparken öğretmenler de tatil yapacak mı? Bunu uygulamada göreceğiz. Farz edelim ki öğretmenler bu ara tatillerde öğrencilerle birlikte tatil yapacaklar. Bu tatilde öğretmen ve öğrencilere ilave bir tatil yok. Kasım ve nisan aylarında verilecek birer haftalık toplamda iki haftalık tatilin bir haftası haziran ayına, diğeri de eylül ayına ekleniyor. Yani eğitim ve öğretim yılı yine 180 iş günü.

Anladığım kadarıyla öğretmenleri fahişeye benzeten bu aklı evvel, fahişenin bedenini satarak para kazandığını göz ardı ediyor. Öğretmen ise alın terleterek, bilgisini satarak, bilgisini öğrencisine öğreterek para kazanıyor. Demek ki öğretmenler bundan sonra bu tipleri göz önünde bulundurarak okullarda fahişe ile öğretmen arasındaki farkı da öğretmesi gerekiyor. 

Eğer bu aklı evvelin karın ağrısı öğretmenlerin fazla tatil yapması ise yine bu eblehe biri, öğretmenler tatil kararını kendisi vermiyor demeli. Mantık hatası yapan bu kişi bilmeli ki öğretmenlerin tatilini Meclis, kanunla belirliyor. Eğer bu kişi öğretmenlerin tatiline kafayı takmışsa bunu Meclise taşımalı ve uzun tatili kısaltmak için girişimde bulunmalı. Çünkü tatilin muhatabı öğretmenler değil. Adam, mantık özürlü olunca kime çatacağını da bilmiyor. Eğer illa birine çatacaksa sorumlulara çatsın. Tavsiyem cami duvarına işememesi. 

Anladığım kadarıyla bu kişi bir hazımsızlık sorunu yaşıyor. Bu sendrom kendisini fazla götürmez. Yazık eder kendisine. Belki de öğretmen olmak istedi, olamadı. Şimdi egosunu tatmin etmeye çalışıyor. Bu kişi, tatil üzerinden öğretmenlere vurmak istiyorsa bu ülkede öğretmenlerden daha fazla tatil yapan kesim var. Görmek ister ve gücü yeterse Meclisin tatiline bir göz atsın. Meclisin ne zaman açılacağı, ne zaman  kapanacağı kanunla belli olmasına rağmen bir bakmışsın ki tatile girmiş. Seçim öncesi tatil, seçim sonrası tatil vs. 

Hasılı öğretmenler kendi tatilini bilir, kimsenin tatiliyle uğraşmaz, dert edinmez. Bu kişinin de aklın varsa boş versin başkasının tatilini, kendi elleriyle oluşturduğu hayatını yaşamaya devam etsin. Yaşarken de ekşi ekşi yazmasın. Çünkü ekşiyerek yazması etrafını ekşi  ekşi kokutur. 

*12/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Haziran 2019 Pazar

Hangi Oruç Daha Makbul Olur? *

Birkaç genç ramazan ayında yaşlı birinin kuytu bir köşede gizliden yemek yediğini görürler. Gençler amcayla dalga geçmek isterler ve gençlerle amca arasında şu konuşma geçer:

Hayırdır oruçlu değil misin dede?

Tabi ki oruçluyum sadece su içip yemek yiyorum.

Gerçekten mi?

Gerçekten tabi!

Yalan söylemiyorum.

Kimseye kötü gözle bakmıyorum.

Kimseyle alay etmiyorum. 

İsraf etmiyorum.

Kimseye hakaret etmiyorum.

Kimsenin gizlisinin saklısının ardına düşmüyorum.

Gıybet etmiyorum.

Kimsenin malına göz dikmiyorum.

Lakin bir hastalıktan dolayı mideme oruç tutturamıyorum o kadar. Peki, siz oruçlu musunuz?

—Hayır, oruçlu değiliz sadece yemek yemiyoruz.

Hikâye bu şekilde. Benim hikâyeden anladığım, ihtiyarın orucuyla gençlerin tuttuğu orucu birleştirmek. Oruçtan maksat da bu olsa gerek. Ne güzel olurdu değil mi? Hem yememek hem içmemek hem de bütün güzellikleri bir arada bulundurmak.  İkisini birleştirmek. Yapabiliyor muyuz? Maalesef yapamıyoruz. Yapıyorsa da kaçımız yapabiliyor? En azından ben yapamıyorum.
Yıllardır oruç tutuyoruz ama nedense açlık ve susuzluk dışında bize verdiği ya da bizim ondan aldığımız bir şey yok. Tuttuğumuz oruç; ahlakımıza, yaşantımıza ve davranışımıza yansımıyor. Çünkü oruçtan maksat, açlık ve susuzluk olmasa gerek. Şayet bu olsaydı Allah niçin aç kalmamızı emretsin? Bize kalkan olması gereken oruç, bizi kötülüklerden korumuyor. Hâlbuki oruç ayetinde Allah "Sizden öncekilere fark kılındığı gibi korunasınız diye size de farz kılındı” buyurur. Bu ayetten de anlaşılıyor ki oruç bizi korumalı. Onca yıl tuttuğumuz oruç bizi korumuyorsa o zaman oruç tutmamızda bir sıkıntı var.

Oruç, ahlakımıza sirayet etmiyor diye oruç tutmayı bırakacak mıyız? Hayır, sonuna kadar oruç tutmaya devam edeceğiz.

Hâsılı, midemize tutturduğumuz orucu; elimize, dilimize ve belimize de tutturmamız gerekiyor. Tıpkı ihtiyar amcanın tuttuğu gibi. İnşallah bu da bir gün olur.

Tuttuğumuz ve tutacağımız oruçlar kabul ve makbul olsun.

*14/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.