5 Mayıs 2019 Pazar

Ramazan ve İnfak ***


06/05/2019 Pazartesi itibariyle on bir ayın sultanı ramazan ayına girmiş ve ilk orucumuzu tutmuş olduk. Yazıma başlarken “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş” olan ramazan ayının hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Ramazanın feyzinden yararlanmak hepimize nasip olur inşallah. Bu ayda oluşacak hoşgörü ikliminin tüm yıla yayılmasını canı gönülden arzu ediyorum. İçinde riyanın olmadığı belki de tek ibadet olan -tutacağımız- oruçların kabul olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Ramazan bizim için sadece oruç tutmaktan ibaret değil elbet. Aynı zamanda Kur’an ayıdır. Mukabelesi, teravih namazı, itikaf, sadakayı fıtır, fidye gibi ibadet çeşitlerini bünyesinde barındırmaktadır. Bunun yanında ramazan hayır ve hasenatın bol olduğu, yardımlaşmanın zirveye çıktığı aydır. Tuttuğumuz oruçla bu ay, nefsimizi terbiye ederken yaptığımız yardımlarla da paramızı temizlemekte ve bereketini artırmaktayız. Normal şartlarda ramazana özgü sadakayı fıtırın dışında dinen zengin sayılan insanımızın çoğu zekatlarını da bu ay ihtiyaç sahiplerine vermektedir. Belki de bundan hareketle Diyanet İşleri Başkanlığı 2019 Ramazan ayı teması olarak “Ramazan ve İnfak” başlığını belirlemiş. İsabetli bir konu. Öncelikle DİB’i tebrik ediyorum. Çünkü her ne kadar ramazan denince aklımıza oruç tutmak gelse de infak, ramazan orucundan ayrılmayan bir ibadettir.

Diyanet, 2019 Ramazan temasını belirlerken halkımızın daha çok kullandığı “Ramazan ve Zekat” yerine “Ramazan ve İnfak”  başlığını seçmesi bana daha anlamlı geldi. Çünkü nisap miktarı mal veya paraya ulaşan, dinen zengin sayılan kişilerin malından veya parasından kırkta bir oranında vermekle yükümlü oldukları zekat ibadetini de kapsayan bir ibadettir infak. Ne demek infak? “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. Bu bakımdan infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir.” (İslam Ansiklopedisi-Mustafa Çağrıcı) Özellikle ekonomik bir darboğazdan geçtiğimiz bu günlerde ihtiyaç sahiplerinin daha fazla görüp gözetilmesi gerekiyor. Ben Diyanet’in zekat yerine infakı seçmesinden “İçinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntı dolayısıyla bu yıl daha fazla fakir-fukarayı görüp gözetin, her yıl verdiğinizden daha fazlasını verin” şeklinde bir mesaj çıkarıyorum.

Zekat, sadaka, infak, yardım kolisi vs adına ne dersek diyelim, yardım yaparken -hepimizin bildiği- dikkat edeceğimiz hususları aşağıda tekrarlamak istiyorum:
1) İnfak gösterişten uzak, yalnız Allah rızası için yapılmalıdır. 
2) İnfakta bulunan kişi onu alıp kabul edenin onurunu zedeleyecek davranışlardan kaçınmalıdır. 
3) Yapılan yardım en iyi ve en kaliteli mallardan seçilmelidir. 
4) İnfakın yerine ulaşması için gerçek ihtiyaç sahipleri tespit edilmelidir. Zekâtın öncelikle kendilerine zekât verilebilecek akrabaya ödenmesi, daha sonra diğer yakınlara, komşulara ve çevreye verilmesi uygun görülmüştür. Zekât dağıtımında malın bulunduğu/kazanıldığı yerdeki fakirlere öncelik tanınır. (İslam Ansiklopedisi)

Allah yapacağımız infakları kabul etsin. Ramazanımız mübarek olsun!



***07/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Mayıs 2019 Cumartesi

Ramazan Ayına Girerken Ben

Son çare olarak 31 Mart seçimlerine odaklanmış. Bir il veya ilçe belediye başkanı adayı olup kazanabilirsem ülkeme hizmet ederim diye düşünmüştüm. Beklentim tüm daha önceki beklentilerimde olduğu gibi gerçekleşmedi. İstanbul seçim sonuçları arap saçına dönecek gibi olmazsa bu metropolde denge unsuru olarak görev yapabilirim diye göz kırptım, o da olmadı. 

Beklentilerimi bir başka bahara saklayayım dedim. Baktım ki 2023'e kadar ufukta seçim yok. Bekleyemem ki 4,5 yıl. O zaman ne yapmalıyım, kendime bir meşgale bulmalıyım derken imdadıma aylardır beklediğimiz ramazan geldi. Beklentilerimle ramazanın ne alakası var diye düşünebilirsiniz? Şimdi kendime koyduğum hedef bir TV kanalında iftar veya sahur programı sunmak. Yapamaz mıyım? Niye yapamayacakmışım ki? Bal gibi yaparım. Hatta programı tek başıma bile sunabilirim. Ayet okur, anlamını veririm. Hadis okurum. Ramazanda neler yapmalıyız sorusunu sorar, gerekli izahatı yaparım. Orucu bozan şeylere ayırırım bir günümü. Ramazanda neler yemeliyiz, sahurda hangi yiyeceklerden kaçınmalıyız konusunu işlerim. İzleyicilere canlı yayınla bağlanır, sorularını alır, anında cevap veririm. Eski ramazanlar konusunu ele alırım. Rü'yetü hilal konusuna değinirim. İtikaf ve Kadir gecesinin önemi üzerinde dururum. İftar sofralarına işaret eder, israf konusuna vurgu yaparım. Sadaka, zekat, infak, sadakayı fıtır, ramazan kolisi gibi konulara yer veririm. Kimler oruç tutmalı, kimler tutmaz, oruç kimlere farz gibi nice konuları bir ay boyunca işlerim.

Gördüğünüz gibi program yapmaya ve sunmaya bilgi ve birikimim var. Bunu en güzel şekilde yapacağıma  öz güvenim tam. Artı yönlerim fazla. Tek dezavantajım ramazana ramak kalması. Televizyoncular şu ana kadar iftar ve sahur programlarını hazırlayıp sunacak kişileri belirlemişlerdir. Bir diğer handikabım bugüne kadar hiç televizyon tecrübem yok. Bunu da -cahil- cesaretimle yeneceğime inanıyorum.

Yapacağım TV programları için bir bedel alacak mıyım? Elbette! Almaz olur muyum.  Her hizmetin bir bedeli olmalı değil mi? Ben orada saatlerce gırtlak patlatacağım. Ne kadar paraya çalışırım konusuna gelince pazarlık yapmam. Şu kadar paraya çalışırım demem. Birinci önceliğim hizmet olmakla beraber kanal sahibinin takdir edeceği para kabulümdür.

Bugüne kadar bana öyle bir teklif geldi mi? Gelmedi. Takdir edersiniz ki böyle bir göreve geç uyandım. Ha benim gibi ramazan programı yapmak için daha önceden plan yapmayıp geciken kanal varsa diyorum. Son ana kadar bekleyeceğim.

Biz Bu Taht Kavgalarından Kurtulamayacak mıyız?

Lise 3.veya 4.sınıfta okurken tarih dersi öğretmeninin dersini dinlemek için okul müdürü dersimize gelmiş, arka sıraya geçip oturmuştu. Konu, yanılmıyorsam Osmanlı'daki Celali İsyanları idi. Öğretmenimiz dersini anlattı. Tecrübeli hocamız -belki de heyecandandır- zilin çalmasına 15 dakika kala konuyu bitirdi. Okul müdürüne "Müdür Bey! Öğrencilere konuşmak ister misiniz" dedi. Müdür, hayır cevabı verdi. Öğretmen bize dönüp konuyla ilgili sorusu olan var mı dedi. Sınıftan tık yok. Öğretmen aynı soruyu birkaç defa daha sordu. Yine kalkan parmak olmadı. Öğretmen ayakta, biz öğrenciler sessizce bekliyoruz. Arkamda oturan müdür de oturuyor, kalkıp gitmiyor. Niye gitmiyorsa? Herkes sessiz sessiz bekliyor. Vakit de geçmek bilmiyor. Öğretmen kızardı, bozardı. Yüzümüze bakıyor, haydin bir soru sorun dercesine. Baktım olmayacak, parmak kaldırma ve soru sorma adetim olmamasına rağmen parmak kaldırdım.  Niyetim hocamızı içine düştüğü durumdan kurtarmaktı. Hocamızın gözleri güldü: Buyur Ramazan dedi. Hocam! Celâli İsyanlarından öte tarihimizin geneli üzerinden bir soru sormak istiyorum. Bizim Türk tarihinde genelde kardeş ve taht kavgaları olmuş. Kim zaman birbirleriyle savaşmaya kadar gitmiş. Düşmandan ziyade kendi devletlerimizi biz zayıflatmış hatta yıkmışız. Yıkmışız yerine bir başka isimle yeni devletler kurmuşuz. Hatta taht kavgalarının önüne geçmek için Osmanlı'da kardeş katline fetva bile verilmiş. Türklerdeki bu iktidar olma mücadelesinin önüne geçilemedi. Bu da bizim gücümüzü zayıflattı. Bizim kendimize verdiğimiz zararı düşman vermemiştir. Bu konuda ne dersiniz dedim. Bundan sonra hocamız zil çalıncaya kadar soruma cevap vermeye çalıştı. Dersi böylece bitirdik. Maksat böylece hasıl oldu.

Şimdi gelelm sadede... Sahi bizdeki bu kanlı taht kavgalarının ne kadarı diğer devlet ve milletlerde vardır? Herhalde bu konuda rekor bizim Türk tarihindedir. Hele Ankara Savaşın'da Timur'a yenilip esir düşen Yıldırım Bayezit'ten sonra Bayezit'in oğulları arasında süren taht savaşı dillere destandır. Kardeşler birbirlerine galip gelmek için gerekirse Bizans ile işbirliği yapma yoluna bile gitmişler. On bir yıl süren bu taht kavgasının sonunda Çelebi Mehmet devletin birliğini sağlayabilmiştir. Diğer kardeşleri çarpışmalarda ölmeseydi devletin birliği sağlanamayacak, belki de devlet Fetret Devri ile birlikte sona erecekti.

Diyelim ki Osmanlı ve önceki Türk devletlerinde babadan okula geçen bir saltanat vardı. Padişah vefat edince oğullar arasında devlet paylaşamıyordu. Günümüzde durum farklı mı? Güya demokrasi ile yönetiliyor. Her ne kadar seçimle iş başına gelinse de partilerin yetkili kurulları olsa da parti liderleri partilerinin tek hakimi. Bir nevi padişahlık yaptıkları. Seçimlere gidiyoruz. Rakiplerimizi düşman gibi görüyoruz. Kırıp geçiriyoruz. Sadece bununla kalsa iyi. İktidar oluyoruz. Bu sefer ülkeyi yönetmede aynı partinin insanları kendi aralarında iktidar mücadelesi veriyor. Merak ediyorum, bu iktidar kavgası kime zarar verir? Taraflar hiç mi tarih okuyup ibret almazlar? Herhalde en büyük zararı kendilerine, partilerine ve ülkeye vermiş olurlar. Bı mücadelenin sonu hayra alamet değil bilesiniz. Demek ki tipik Doğu toplumu olmaya devam ediyoruz. Dün kardeşler arasında oluyordu bu kavga. Bugün aynı iklimden beslenen, aynı kitleye hitap edenler kendi arasında mücadele ediyor. Yazık ki ne yazık! Unutmasınlar ki bu kavganın kazananı olmaz. Çünkü bu mücadele, elleriyle rakiplerini iktidara getirme sonucunu doğurur.