25 Nisan 2019 Perşembe

Hastaneler Birilerinin Elini Kolunu Sallayarak Girdiği Yer Olmamalı *

Resmi kurumların içerisinde kimsin, necisin, nasıl birisin, dur bakalım, derdin ne, kiminle görüşeceksin denmeden herkesin elini kolunu sallayarak girip çıktığı benim bildiğim bir okullar, bir de hastaneler var. Bunların dışında diğer kurumların çoğunda girişlerde X-Ray cihazı olur. Nedense bu iki kurumda böyle bir tedbire gerek görülmemiş. Belki de bundandır en fazla şiddete maruz kalan, kafası gözü kırılan, gerekirse vurulup öldürülen bu iki kurumdan çıkıyor. Bu iki kurum da olmasa hasta ruhlu insanımız nerede, kimde deşarj olacak? Hasılı bu iki kurum çalışanlarına gelen vuruyor, giden vuruyor. Bu iki meslek grubuna şamar oğlanları dense yeridir. Milli eğitimde çalışan öğretmenleri bir tarafa bırakarak burada doktorları konu edinmek istiyorum. 
 
Tıp Fakültesi Anestezi Bölümü ağrı poliklinikliğine uyuşturucu bağımlısı bir hasta gelir. Doktordan bir ilacı yazdırmak ister. Doktor, ilacın düşük dozda olanını yazabilirim deyince yazarsın, yazmazsın tartışması üzerine hastamız nerede sakladıysa çıkardığı bıçağı doktorun masasının üzerine bir hışımla atar. Ardından bıçağı eline alarak doktora saplamak için hamle yapar. Doktor yerinden kaçmasa bugün bıçakla yaralanmış, belki de ölmüş bir görev şehidinden bahsediyor olacaktık. Doktorların başına gelen vakayı adiden bir örnek. Daha neler oluyor, ne beterlerini duyuyoruz!

Merak ettiğim bu hasta; evin mutfağında, kurban kesiminde ve  kasapların kullandığı bu Sürmene bıçağını hastaneye nasıl soktu? Katlanan bir bıçak olsa eh cebinde getirir diyeceğim. Hasta bu bıçağı ya gazete arasına sarılı bir şekilde elinde getirebilir ya da arka cebine veya gömleğinin içine koyarak getirebilir. 

Bu bıçak hastaneye nasıl sokuldu derken benimki de laf. Denemesi bedava! Silah, tabanca ne varsa girebilirsin. Çünkü gittiğim hastane girişlerinde ben X-Ray cihazı görmedim. Hastane girişleri yolgeçen hanı gibi desem yanlış olmaz.. İsteyen istediği şekilde içeriye girebiliyor. Kapılarda olsa olsa silah taşıma ruhsatı olmayan özel güvenlik görebilirsin. Onların da çoğu bir kenarda izleme görevi yapıyor ya da başka amaçlı kullanılıyor. İçeriye yaralayıcı aletiyle beraber giren hasta tipler polikliniklerde istediğini yapabiliyor.

Böyle giderse bir zamanların gözde mesleği olan doktorluğu yapan kalmayacak. Çünkü çalışanların can güvenliği yok. Can güvenliği olmayan, kelle koltukta görev yapan bir hekim kimsenin canını kurtaramaz.

Çözüm ne derseniz? En iyi çözümleri de getirip tedbirler alsak bile bizde bu şiddet anlayışı olduğu müddetçe maalesef başta şiddet olmak üzere yaralama ve öldürme devam eder. Caydırıcı olması bakımından en azından hastaneye yaralayıcı bir aletle girmenin önüne geçmek için girişlere X-Ray cihazı konabilir. Özel güvenlikle nerenin güvenliği sağlanacaksa sağlansın. Hastanelerin giriş kapılarında ve riski yüksek polikliniklerin önünde resmi polislere görev verilebilir. 

* 29/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


İstenmediğim Yere Gitmem


Hayatım boyunca ne kedi olabildim ne de fare tuttum. Bir gün bahtım açılır da bir fare tutabilirsem artık bir farem var deyip rastgele her yere gitmem. Bir bakarım: Gideceğim yer beni istiyor mu? Gittiğim takdirde birilerini huzursuz eder miyim? Beni görünce insanlar üzerime çullanmaya kalkar mı? Ben gitmesem işler yürümez mi? Mesela bir cenazeye gitmezsem farzı kifayeyi ihmal eder, cenaze orta yerde kalır. Bu yüzden indi ilahi de sorumlu olur muyum? Gitmezsem aranır, niye gelmedi derler mi?

Haydi hepsini düşündüm, kambersiz düğün olmaz deyip çıktım yola. Beni görünce insanlar cazibeme dayanamadı. Ben de bunun gibi bir fare tutacağım ama bahtımın açılması için buna elimi dokunacağım dedi. El bu. Yumuşak da gelir, biraz sert de. Çünkü sevenlerimin el vermesine hazırlıklı olmalıyım değil mi? Ne de olsa orta yerde benden kaynaklanan bir hengame oluştu. Gülü seviyorsam dikenine katlanmalıyım değil mi? Sert bir el geldi diye ortalığı velveleye vermemin manası var mı? Yumruk acıttı, beni öldürecekler denir mi? Cenazesini kıldığım şehit “beni öldürecekler, kurşun, mayın, top, tüfek beni çok acıtır dedi mi? Sessizce çekti gitti. Hem sonra ben oraya davetsiz gitmedim mi? Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer değil mi? Bazen ilgi görür bazen de şiddet. Bahtıma artık. Haydi acıttı, canımı gücün kurtardım diyelim. Önümde şehit uzanmış yatıyorken ve bir daha aramızda olmayacak iken yediğim yumruğun hesabını yapmam doğru mu?

Başıma gelenlerden ötürü keşke fare tutmaya verdiğim önem kadar bir de insan ve toplum psikolojisine önem versem olmaz mıydı? Gittiğim yöre halkı beni benimseyecek mi yoksa tepki mi gösterecek? Ortam gergin mi? Ben bu gerginliği biraz daha tetikler miyim diye düşünmem gerekmez mi?

Haydi istenmeyen yere gittim, günümü gösterdiler, canımı gücün kurtardım. Aradan günler geçti. Hala ortalığı velveleye vermemin bir alemi var mı? Bana vuranı adli kontrol şartıyla salıvermişler. Ne yapalım yani? Benim keyfim için adamı asacaklar mıydı? Kanun yeni mi aklıma geldi? Bugüne kadar taammüden öldürmeye teşebbüs edenler, yaralayanlar, vurup kıranlar hep adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken ben neredeydim? Böyle kanun olur mu dedim mi? Demediysem bugün ağlamamın gereği var mı? Adli kontrol dedikleri bu. Adamı evire çevire döveceksin. Polis seni yakalamak için günlerce uğraşacak. Sonra seni hakim karşısına çıkaracak. Alacağın ceza 4-5 yıldan az ise sen "Sayın hakimim! Ben suçluyum. Ne olur, beni içeri al" desen bile hakim seni içeri almaz. Haydi git. Bana bir daha böyle gelme. Beni meşgul etme. Bir daha ki gelişinde öldür de gel. İşte o zaman seni muhatap alırım" dercesine sen kapı dışarı eder. Sen bu durumu biliyor olmalısın. Bilmiyorsan şimdi hakkal yakin öğrenmiş oldun. 

Ermeni Meselesi Kabak Tadı Verdi Artık! *


Ben bu Ermenileri anlamıyorum. Neden derseniz, geçmişi bırakıp önlerine ve geleceğe bakacakları yerde bir türlü 1915’ten kurtulamıyorlar. Kendileri kurtulamadıkları gibi yaptıkları lobicilik faaliyetleriyle bizim tehcir (zorunlu göç) dediğimiz olayı dünya gündeminde tutmaya ve bizi de yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Tüm dertleri, tarihte kalmış tarihi bir meseleyi tarihçilere bırakmanın ötesinde konuyu dünya siyasetinin bir parçası yapmak, kendilerinin haklı olduğunu kabul ettirmek ve Türkiye’yi mahkum ettirmek.

Kış uykusuna yatan Ermeni lobisi her nisan ayı geldiğinde harekete geçer. Acaba birkaç ülkenin parlamentosundan Türkiye’nin aleyhine bir karar çıkartabilir miyiz derler. Böyle yapmakla havanda su dövseler de zaman zaman lobicilik faaliyetlerinin meyvelerini topluyorlar. Bizim tarihimizde tehcir olarak geçen zorunlu göçü, geçmişte bazı ülkelerin parlamentosundan “soykırım” olarak geçirttiler, kimi ülkeler de “büyük buhran, büyük felaket” olarak kabul etti ve her 24 Nisan’da anarlar.

Anladığım kadarıyla bu Ermenilerin de bizim gibi adam olacağı yok. Neden derseniz? Çünkü onlar da aynı bizim gibi. Bir türlü geçmişten kurtulup günümüze gelmiyorlar. İşleri, güçleri 1915 veya diğer adıyla soykırım. Herhalde üzüm üzüme baka baka kararır misali onlar da iyice bize benzemişler. Ne de olsa asırlardır Anadolu’da bir ve beraber yaşamışız ve sadakatlerinden dolayı Milleti Sadıka demişiz. Ermeniler ve Türkler unutmasınlar ki hep geçmişle yaşamak, bir türlü günümüze gelmek istemeyen devlet ve milletler geri kalmaya mahkumdurlar. Şekil A da görüldüğü gibi.

Böyle derken tehcir olayını küçümsüyor değilim. 1915’te hiçbir şey olmamıştır, hiçbir Ermeni’nin burnu kanamamıştır da demiyorum. Ermenilerin, asırlardır bir ve beraber kardeşçe yaşadığımız Osmanlı ile 1915’te bizim yollarımız niçin ayrıştı? Bizi niçin zorunlu göçe tabi tuttular? Bize Milleti Sadıka derken niçin hain ilan ettiler diye düşünmeleri gerekmiyor mu? Birinci Dünya Savaşı gibi bir savaş ortamında yedi düvel ile çarpışırken Osmanlı “Yahu fırsat, bu fırsat! Bu arada bir macera fena gitmez. Şu Ermenilere bir had bildirelim, Bu vesileyle Anadolu’yu bir temizleyelim” mi dedi? Biliyorum bizim İttihatçılar maceracı idi. Ama herhalde dışarı ile boğuşurken içeride sorun çıkaracak kadar da maceracı değildirler. Ben tarihçi falan değilim ama bunu anlamak için illaki tarih okumaya gerek yok. Görünen, İttihatçıların bizi savaşa sürüklemesiyle kendimizi savaşın içinde bulmuşuz. Osmanlı cephelerde zor durumda olunca Anadolu’daki Ermenilerin iştahları kabarmış, “Fırsat bu fırsat” deyip ganimet paylaşımına girişmiş, kendilerine bir mevzi kazanmaya çalışmışlar. Bu durumda Osmanlı yetkilileri “Oh oh, ne güzel! Ganimetten Ermeniler de pay alsın, helali hoş olsun” demeyeceklerdi herhalde. Çıkardıkları kanunla Ermenileri Anadolu’dan göç ettirmişler. Ermeni çeteleri bizim insanımıza saldırırken o hengamede bizim insanımızın elleri armut toplamadı herhalde. Elbette göç öncesi ve göç esnasında karşılıklı olarak çatışma, ölme, öldürme olayları vuku bulmuştur. Acınız acımızdır. Sizi anlıyoruz. Aynı şeyi biz de sizden bekliyoruz. Siz de bizim acımızı duyun ve hangi durumda olduğumuzu anlayın.

Kına geldi artık sizin bu “soykırım soykırım” tekerlemenizden. Isıtıp ısıtıp önümüze koyuyorsunuz. Biz bu yemekten bıktık. Kabak tadı verdi iyice. Bu yemek bayatladı çünkü. Kusura bakmayın; bu iddialarınızdan, bu gittiğiniz yoldan size bir ekmek çıkmaz.

Her şeyden öte aradan yüz yıl geçmiş. Bırakıverin artık eteğinizdeki taşları. Olayın failleri öldü, yaşayanı da yok günümüzde. Bugün ne geçmişe gidebiliriz ne de geçmişi günümüze getirebiliriz. Siz de biz de önümüze bakalım. İnanın gelişirsiniz. Biz de sizinle gurur duyarız.

Burada bir söz de Ermeni lobilerinin dümen suyuna girip kendi parlamentolarını vazifesi olmayan işlere alet eden sömürgeci devletlere edelim: Siz kendinize ve tarihinize bakın. Bize taş atacaksanız ilk taşı en günahsız olanınız atsın.

* 27/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.