12 Nisan 2019 Cuma

Pazar Alışverişine Giderken Ben

—Hanım! Bu hafta pazardan ne alınacak?
—Sebze meyve, havuç, bir de soğan.
—Bana soğan deme. Başka ne istersen iste.
—Kalmadı. Ne yapayım? Yemekleri nasıl yapacağım?
—Yemeği soğansız yap.
—Soğansız yemek olur mu? Yemeğin tadı olmaz. Yediğin yemekten bir şey anlamazsın.
—Varsın tatsız olsun. Soğan alarak ağzımın tadı kaçacağına yemeği soğansız yerim daha iyi.
—Soğansız yemek pişmez. Önüne yemek gelince bu yemeğin niye tadı yok diyeceksin.
—Yemeği tatsız da olsa yiyeceğim. Söz, bu yemeğin niye tadı yok demeyeceğim. Üstelik yemeğe bereket gelir.
—Ne bereketi?
—Soğansız yemeğin tadı olmayınca pişirdiğin yemek aynı gün bitmez. Kaldırır ertesi günü bir daha koyarsın. Böylece bugün ne pişireyim derdin olmayacak. Isıtıp ısıtıp koyacaksın önüme.
—Ciddi olamazsın!
—Hiç olmadığım kadar ciddiyim.
—Ben soğansız yemek yapamam ki...
—Sen iyi bir aşçısın. Yapacağına inanıyorum.
—Soğansız yemek nereden çıktı şimdi? Macera mı arıyorsun?
—Macera aradığım falan yok. Bir çıkış yolu arıyorum. Çünkü soğanın yanına varılacak gibi değil. Hani ateş bahası derler ya, işte öyle bir şey.
—Altın mı bu?
—Altını aratmaz. Üstelik rengi de benziyor.
—Ne yapacağız ya?
—Ne zaman ki soğan fiyatları makul fiyata iner. İşte o zamana kadar soğansız yemek yapmaktan başka çare yok.
—Son sözün bu mu?
—Bu.
—Soğansız yemek yapmayı deneyeceğim. Haydi bunu hallettik diyelim. Mesele sadece yemeğin içine atılan soğandan ibaret değil ki salata yaparken de soğan lazım. Sofrada yemeğin yanında yemek için de soğan lazım.
—Tıpkı yemeği soğansız yapacağın gibi salatayı da soğansız yapacaksın. Sofrada soğan bu durumda lüks sayılır. Onu da yemeyeceğiz.
—Yarın bana haydi hanım, iştahım açılsın bir soğan kes demeyeceksin.
—Tövbe billah demem. Şu durumda iştahımı düşünecek halim yok. Cebimi düşüneceğim. Hem bu vesileyle daha fazla yemek yemeyeceğim, atıştırıp kalkacağım. Hem soğandan kaynaklı ağzım acımayacak hem ağzım kokmayacak hem de soğana vereceğim para ya cebimde kalacak ya da başka bir yerde değerlendireceğim.
—Sen böyle değildin, değiştin farkında mısın?
—Hayat şartları değiştiriyor maalesef. Bundan sonra soğanı hayatımızdan çıkarıyoruz. Ben soğandan, soğan da benden uzak olacak. Küslük gibi bir şey yani!

10 Nisan 2019 Çarşamba

İstanbul Seçimlerinin Düşündürdükleri ***


31 Mart Mahalli İdareler seçimlerini yapmaya yaptık. Seçimin üzerinden günler geçti ama biz hala İstanbul seçimlerini sayamadık. Bu da bize şunu gösterdi ki seçim yapmak önemli değilmiş. Esas önemli olan saymakmış. Say say bitmiyor. Görünen o ki işin içerisinde iş var. Sandığa sahip çıkmak dedikleri bu olsa gerek. Sen sahip çıkmazsan sandığın başına birileri akbabalar gibi üşüşüyor demek ki...

Seçimden önceki bir yazımda 2023'e kadar  seçim yok. Sürekli seçim yapan, günlük siyaset konuşan bir ülke olarak biz seçimsiz ne yapacağız, demiştim. Yeter ki sen iste. Bizi oyalayacak bir meşguliyet çıkıveriyor hemen karşına.

Sahi ne olacak bu İstanbul seçimleri? Bugünden yarına çözüme kavuşacak gibi değil. Sonunda bir çözüm bulunup nihai bir karar verilse bile İstanbul seçimleri üzerinden yapılan tartışmalar kısa zamanda biteceğe benzemiyor. YSK nasıl karar verirse versin karar bir tarafı mağdur edecektir. Bu durumda YSK'nın yerinde olmak istemezdim. Ne İsa'ya yaranabilecek ne de Musa'ya. Çünkü işin ucunda sakal-bıyık meselesi var. Partiler açısından da durum hakeza. Ne ipi göğüsleyen memnun kalacak ne de kıl payı ipi elinden kaçıran.

Kaybetsek veya kazansak, seçim yenilense veya mevcut durum tescil edilse bile bizlerin seçimden önce başka şeyleri masaya yatırmamızda fayda var. Çünkü İstanbul seçimleri bize gösterdi ki her itirazın altında bir Çapanoğlu çıkıyor. Bu, her seçim sonrasında sandık sonuçlarına yapılan itiraza benzemiyor. Sanki AK Parti ve CHP dışında üçüncü bir el seçim sonuçlarına müdahil olmuş. Organize bir iş var bu işin içerisinde. Partiler meydanlarda seçim propagandasını yaparken birileri boş durmamış, yazdığı senaryoyu bir güzel oynamış. Çık şimdi bu işin içerisinden. İtiraz edilen hangi sandığı açsan, hangi birleştirme tutanağına baksan oylar el değiştiriyor. El değiştiren bu oylar üç, beş, on, yüz oy değil; binlerce oy yer değiştiriyor. Bu işte kasıt var, art niyet var, bir partinin kazanması için lehine yapılması gereken her şey yapılmış görünüyor. 390 bin iptal oylarında bu kadar oy değişiyorsa 8,5 milyon oy tekrar sayıldığında ne kadar oyun yer değiştirebileceğini hesaba katmak lazım. (Sayılan oy oranı yüzde 4’ü kapsıyor. 28 bin olan fark, 13 bine kadar düşüyor.)

Durum bu iken bir kesimin sandık itirazı devam ediyor, diğer kesim "Mevcut oy farkı sonucu değiştirmez, mazbatam da mazbatam" diyor. Merak ediyorum bu görüntüden doğru sonuç ortaya çıkar mı? Ne karar verilirse verilsin bu denklemden doğru ortaya çıkmaz. Çünkü minareyi çalan kılıfına uydurmuş ve bizimle bir güzel oynamış. Biz seçim sonuçlarından ziyade kılıfı okumaya ve oyunu çözmeye çalışıyoruz. Bu mesele çözülmez. Çözülse de işe yaramaz. Çünkü bu görüntüsüyle İstanbul seçimleri çok su götüreceğe benziyor.

Bu görüntümüzle iyi bir imaj vermiyoruz. Herkese olacağımız kadar rezil olduk. Daha fazla rezil olmadan AK Parti ve CHP yetkilileri bir araya gelerek bir durum değerlendirmesi yapmalı. Her şeyi masaya yatırmalı. Oy sayımı durdurulmalı. Başka itiraz yapılmamalı. Seçimlerde dahili olanlar hakkında iki parti ortak suç duyurusunda bulunmalı. Kanunda yeri var mı bilmiyorum ama İstanbul seçimleri yok kabul edilmeli. Burada seçimler yenilensin demek istemiyorum. Ülke bir seçimi daha kaldıramaz. Kaldırsa bile yapılacak seçim yükselen ateşi söndürmez. Önümüzdeki beş yıl boyunca İstanbul ya bağımsız bir komisyon eliyle yönetilsin ya CHP ve AK Parti'den oluşturulacak bir komisyon marifetiyle yönetilsin ya da AK Parti ve CHP'nin üzerinde anlaştığı bir kişiye İstanbul Belediyesinin yönetimi verilsin. Başka da aklıma bir şey gelmiyor ama bu seçim, hepimizin kulağına küpe olmalı.

***13/04/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Nisan 2019 Salı

Kaybedilen Eşek Bulunabilir mi?***

Nasrettin Hoca dendi mi akla eşeği gelir. Ne Hoca eşeksiz ne de eşeği Hoca’sız yapar. Rahmetlinin eşeği yüzünden başına gelmediği kalmaz. Belki de eşek Hoca'nın imtihanıdır. Eşeği kah ölür kah kaybolur kah çalarlar. 

Nasrettin Hoca kasabanın pazarına gider. Eşeğini bir yere bağlar. Alışverişini yapar. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamaz. Hemen bir tellâl tutar. Tellalı şöyle bağırtır:
–“Eşeğimi kim bulup getirirse semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyiyle beraber eşeğimi ona vereceğim.” der.
 –“Hoca efendi! Eşeği, bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun?” der. Hoca:
 –”Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!” der.
***
Memlekette kıtlık var. Nasrettin Hoca da bu kıtlıktan nasibini alır. Eşeğine verecek arpası kalmaz. Hoca çözümü, eşeğinin her gün yemesi gereken yemini azaltmada bulur. Eşeğine yem verirken "Aman benim emektar eşeğim, sakın açlıktan ölme. Senin için on dönüm yonca ektirdim. Hele bir bahar gelsin, hepsi de senin olacak, bol bol yonca yiyeceksin. Yalnız şimdi biraz tasarruf etmemiz lazım." dermiş. Hoca böyle demiş ama eşek bu tasarruf tedbirlerine alışamamış, neredeyse bir deri bir kemik kalmış ve sonunda ölmüş. Bu duruma üzülen Hoca, “Vah zavallı eşeğim! Şurada yemsiz yaşamaya ne kalmıştı” der.
***
Nasrettin Hoca bir gün bir hana misafir olur. Eşeğini hanın ahırına bağlar. Hoca handa bir müddet kaldıktan sonra görevlilere “Eşeğimi getirin, ben artık gideceğim” der. Görevliler bakar ki ahırda eşek yok. Hoca bu duruma çok sinirlenir. Çabuk eşeğimi bulun, yoksa ben yapacağımı bilirim, der. Hoca’nın sinirlenmesinden han sahibi çok korkar. Sağa-sola adamlarını salarak eşeği aratır ve sonunda eşek bulunur. Eşek Hoca’ya teslim edilir ve han sahibi “Hocam, eşeğini bulamasaydık ne yapacaktın” diye sorar. Hoca: “Şayet eşeğimi bulamasaydım, babamın yaptığını yapacaktım” der. “Babanız ne yapmıştı” deyince Hoca: “Yıllar önce babamın da bu şekilde eşeği kaybolmuştu. Rahmetli eve kadar yürüyerek gelmişti, ben de öyle yapacaktım” der.
***
Şimdi fıkralara bakalım. Çünkü fıkralar güldürürken aynı zamanda düşündürmektedir. Sonuç: (1.fıkra): Zamanında değerini ve kıymetini bilmeden hoyratça kullandığımız şeyler yok olduğunda ahu figan ederiz. Çok değer verdiğimiz ve önemsediğimiz şeyler, elden uçup gidince onları geri elde etmek için servet bile bağışlayabiliyoruz. Ama çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Maalesef son pişmanlık fayda vermez. Çünkü zamanı geri saramazsın.
(2.fıkra): Hoca, çok sevdiği eşeğini kaybeder. Çünkü “Aç ayı oynamaz” misali eşek bu durumu kabullenemez. Sevdiğimiz ve değer verdiklerimizi yaşamın bir cilvesi olarak zamanında bakıp doyurmazsak onları pekala kaybedebiliriz. Burada Hoca, eşeğine tasarruf tedbirleri uygularken aynı tasarrufu kendisine uygulamış mı? Bunu sormak lazım. Çünkü bilmiyoruz.
(3.fıkra): Yokluğuna asla tahammül edemeyeceğimiz bazı değer verdiklerimizi bazen kaybedebiliriz. Çünkü bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Kah kazanır kah kaybederiz. Önemli olan sonuca katlanmaktır.

Kaybettiklerimizde bazen hayır, kazandıklarımızda da şer olabilir. Önemli olan niçin kaybettiğimizi ve nasıl kazandığımızı sorgulamamızdır ve mevcut durumu irdeleyerek başka yanlışlar yapmamaya çalışmaktır. Çünkü hayat şakaya gelmez ve hiçbir başarı ve mağlubiyet tesadüfi değildir, tıpkı kalitenin tesadüf olmadığı gibi. Başımıza gelenlerden dolayı nedeni başkalarından aramaktan ziyade kendimizde aramamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Çünkü ayet “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide 105) buyurur.

Soru: Kaybettiği veya son anda bulduğu eşeklerde Nasrettin Hoca’nın hiç payı yok mu?

***11.04.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayınlanmıştır.