31 Mart 2019 Pazar

"Ey İman Edenler! İman Ediniz…" *

Nisa süresi 136.ayette Allah: "Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine ve peygambere indirdiğine ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Her kim Allah'ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse apaçık bir sapıklık içerisindedir" buyurmaktadır. Ayeti diğer ayetlerden ayıran ve dikkat çeken yönü,  Allah'ın iman eden müminlere iman edin demesidir. Müfessirler bu ayetten ne anladıklarını tefsirlerinde açıklamışlardır. Müfessir değilim. Yarım mürekkep yalamış biriyim. Okudukça beni etkileyen bu ayet üzerine kalem oynatmaya çalışacağım.

Allah bu ayette iman edenleri yeniden imana çağırıyor. Buradaki iman edenlerden kasıt içinden inanmadığı halde dıştan inanmış gibi görünenler olsa gerek. Yani Allah münafıklardan bahsediyor. Münafık kime denir? İçi, dışı bir olmayan. Müslüman mahallesinde Müslüman görünen kişilerdir bunlar. Müslüman’mış gibi görünüp kafirlerle iş tutanlardır. Pirincin içindeki beyaz taştır bunlar. Yerken ayırt edemezsen dişini kırar. Peygamberimiz bunların üç özelliğinden bahseder:
1.Konuştuğu zaman yalan konuşur,
2.Söz verir, sözünde durmaz,
3.Kendisine bir şey emanet ettiğin zaman emanete ihanet eder.
Bu tip münafıklığı alimlerimiz itikadi münafıklık olarak görür. Kafirlerden daha beter olarak değerlendirir. Bir başka tip daha vardır ki bunlara da amelde münafık denmektedir. Bu tiplerin inancı var, fakat bu inançları pratiğe dönüşmüyor. Bugün itikadi münafıklıktan ziyade amelde münafıklığı ele almamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü inancını fiiliyata geçirmeyen insanımızın sayısı inancına göre yaşayanlardan daha fazladır.

Ayette Allah'ın iman etmiş görünenleri yeniden Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe imana çağırdığını dikkate alırsak ayetten kastedilen münafıklığın itikadi münafıklık olduğu anlaşılır. Çünkü Allah burada iman esaslarını saymıştır. Biz bu tipleri samimiyetsiz olarak değerlendirebiliriz. Çünkü din, her şeyden önce samimiyettir. Samimiyetin olmadığı yerde din olmaz.

Şimdi bu ayetten hareketle günümüzde  çoğunluğu oluşturan ameli münafıklara bir pay çıkarabilir miyiz? Yani inandığı gibi yaşamayan bizleri de Allah yeniden Müslüman olmaya çağırmış olabilir mi? Niye olmasın? Çünkü Allah bu ayette Müslüman görünümlü münafıkların samimiyetini sorgulamaktadır. Din samimiyet olduğuna göre bu samimiyet hem inançta hem de amelde olmalıdır. Maalesef bugün inandığını söylediği halde bu inancını pratiğe dökemeyen başta ben olmak üzere o kadar insanımız var ki dilimizle vücudumuz ayrı tellerden çalmaktadır. Mademki samimiyet sınavına tabi tutuluyoruz. O halde ha inançta münafık olmuşuz ha amelde münafık olmuşuz. Ne fark eder?

Anlatmak istediğim uzuvlarımız amel etmiyor. Uzuvlarla amel denince hem Allah'a karşı yapmamız gereken görevlerimiz var hem de kullarına karşı. Allah'a karşı görevlerimiz deyince namaz, oruç gibi ibadetler akla gelirken kullarına karşı görevlerimiz ise toplumsal barışı zedeleyen her türlü davranış ve tasarrufumuz akla gelir. Bugün Müslümanların çoğunda hem Allah'a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmede hem de kullarına karşı yerine getirmemiz gerekenler de ihmallerimiz büyüktür. Dini yaşamada bir çıkmazın içerisindeyiz. Dilimiz ne güzel ayet, hadis okuyor, Müslümanlığı kimseye kaptırmıyoruz. Ama uygulamamız tam tersi olabiliyor. Allah adil ol diyor ama biz bir hakkı tam teslim etmek için çaba sarf etmiyoruz. Tek başına bu örnek bile içinde bulunduğumuz içler acısı durumu anlatmaya yeter.

Gönül ister ki hem itikatta hem amelde Müslüman olalım, dinimizin emrettiği şekilde dini samimiyetle hayatımıza yansıtalım, insanlara iyi örnek olalım. Bunun için çok bir şey yapmamıza gerek yok. Yapacağımız tek şey dilimizin söylediğini pratiğe dökmek. Allah bizleri böylelerinden eylesin.

*12/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Atıyorum" *


Son yıllarda çocuğumuzun, gencimizin ve orta yaşlı insanımızın dilinden düşürmediği tek kelimelik bir söz var: “Atıyorum.” Bu kelime neredeyse moda oldu. Elbisenin modası olur da kelimelerin modası olmaz mı? Önüne gelen kullanıyor bu kelimeyi şimdi. 

Çoğu kimseden duya duya kanıksadığım "atıyorum" kelimesini ilk duyduğumda ne atacak acaba? Atma, ne olur diyesim gelirdi. Bugün bu kelimeye alışsam da hala kulağımı tırmalıyor. Nedense bu kelimeye alışamadım gitti. 

Hepiniz bilirsiniz bu sözün anlamını. Çünkü benim duyduğum gibi siz de çokça duymuşsunuzdur. Yine de sevmediğim bu kelime ne anlama geliyor? Önce onu açıklayayım. Atıyorum: "Gerçek değil ama örnek olsun diye söylüyorum" anlamına geliyormuş. TDK bu sözü argo olarak kabul etmiş ve "Varsayımlı örnek veriyorum" anlamında kullanılan bir söz demiş.

Anlayacağınız düne gelinceye kadar atıyorum yerine "Mesela...misal vermek istiyorum...örnek...örneğin...faraza...farzı muhal...farz edelim ki" diyorduk. Bugün ön plana atıyorum çıktı. Neyi vardı bu söz ve kelimelerin de şimdi "atıyorum" denmeye başlandı, anlamış değilim. Bereket, TDK bu söze sahip çıkmamış, argo demiş. 

Her duyuşumda kulağımı tırmalayan bu sözü ilk önce kim kullanmışsa iyi yapmamış. “Atıyorum” diyen birisini görünce adı üzerinde atacak diyorum. Atanı da, atmasyonu da sevmiyorum. Çünkü söz bana çok itici geliyor. Her ne kadar bu söz örnek vermek anlamında kullanılsa da örneğin, misalin ve meselanın yerini tam tuttuğunu söyleyemem. Misalde konunun anlaşılması için örnekleme yoluna gidilirken meramın tam anlaşılması murat edilmektedir. Atıyorum, adı üstünde atmaktır, hem de işkembeyi kübradan atmak.

Dilimize geçmiş, anladığım ve anlaştığım her bir kelimeye eyvallah diyorum. Kelime ister Arapçadan, ister Farsçadan, ister Fransızcadan geçmiş olsun hiçbirine karşı bir önyargım yok. Yeri geldiği zaman kullanırım da. Nedense "atıyorum"a için ısınmadı. Bu sözü duydukça güzel Türkçem birilerinin elinde katlediliyor diyorum. Öyle ya, insanın katli olur da bir dilin katli olamaz mı? Bir an için yerine kullanılacak bir sözümüz, kelimemiz olmasa eh diyeceğim, ben de atacağım. Ama yukarıda bahsettim. Dilimize mal olmuş o kadar kelime ve söz varken atıyorum demeyi, söyleyenin kastı olmasa da içime sindiremiyorum ve nerede atıyorum diyen olsa atma diye aklıma geliyor. Örnek vermek istiyorum diyen kişi için bu adam yalan söylüyor demiyorum. Ama atıyorum diyene yalancı diyesim geliyor. Belki de bu yüzden "Atma Recep! Din kardeşiyiz" diyoruz.

Ne diyelim, örnek, misal, mesela, faraza gibi alternatif güzel kelimelerimiz varken atıyorum diyenlerin dillerini eşek arıları soksun. 

Son söz “atıyorum”, ”atma Recep! Din kardeşiyiz.” Çünkü atmalara karnımız tok. Siz en iyisi örnek verin. Hem böylece atmamış olursunuz.

*22/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Mart 2019 Cumartesi

Çocuklarına Saçını Süpürge Eden Anneler

TRT1 kanalında gündüz kuşağında yayımlanan "Aileler Yarışıyor" diye bir program var.  Genelde ailelerden oluşan iki grup yarıştırılıyor programda. Yüz kişiye sorulan sorulardan en popüler cevapları bulmaya çalışıyor aileler.

Güldüren ve eğlendiren bu programı, evde olduğum zamanlarda denk gelirse izlerim. İzlediğim bir bölümde sunucu "Yüz kişiye su iç dedikleri bir durumu sorduk, altı popüler cevap aldık" dedi. Düğmeye ilk basan gruptan cevaplar alınmaya başlandı. Burada niyetim bu programı anlatmak değil, verilen bir cevabı irdelemek ve sonucunda da bir yere varmak istiyorum. Yanında annesi olan 20-25 yaşlarındaki kız çocuğu "Susadığım zaman anneme susadım derim. Annem de su iç, der ve bana su getirir, dedi. Ardından annesi söz alarak kızının verdiği bu cevabı açıklamaya çalıştı: Kızım su ister, ben de kalkar su veririm" dedi.

Nasıl, cevabı ve açıklamayı beğendiniz mi? Eğer beğendi iseniz benzerini çokça yaşadığımız durumu iyice özümsemişiz demektir. Bu durumda yaşı kaç olursa olsun, anne olarak çocuğunuza su vermeye devam edeceksiniz. Herhalde çoğunuz, kızın verdiği "Annemden su isterim" cevabını garipsemişsinizdir. Ki öyle de olması lazım. Çünkü suyu annesinden isteyen üç-beş yaşında bakıma muhtaç bir çocuk değil, evlilik çağı gelmiş;  belki de evli, koca bir kız çocuğu. Bu yaşta kızı su istiyor, annesi de kalkıp ona su getiriyor ve bunu anne-kız ekran karşısında milyonlara normal bir şeymiş gibi anlatıyor. Sunucu da "Kızım sen bu yaşta hala annenden su mu istiyorsun demediğine göre sunucu da bu durumu kanıksamış görünüyor.

Benzerini çokça gördüğümüz bu durum biz büyüklere "Biz nasıl bir nesil yetiştiriyoruz" sorusunu sordurması lazım. Size basit bir şeymiş gibi gelebilir ama bence bu anekdot basite alınacak bir durum değil. Yemeden yedirdiğimiz, içmeden içirdiğimiz, giymeden giydirdiğimiz, bir dediğini iki etmediğimiz bir neslin geldiği nokta. Annemizi, babamızı sanki bir hizmetlimiz gibi kullanmaya devam ediyoruz. Ben burada bu kız çocuğuna kızmıyorum. Çünkü ailesi onu böyle alıştırdı. Burada sorgulamamız gereken bizim çocuk yetiştirme tarzımız. Bizim bu tarzımıza korumacı aile anlayışımız denebilir.

Öyle değil miyiz? Ta küçüklükten başladık onlara hizmet etmeye. Düştü. Kendi kalksın demedik, kaldırdık. İstedi. Evde var veya imkanımız yok demedik, gidip aldık. Yemeği biz yaptık. O oturdu, yedi. Ardından sofrayı biz kaldırdık. Ne sıkıntısı varsa koştuk. Kendi yapabileceğini bile biz yaptık.  Çünkü biz çektik, çocuğumuz çekmeyecekti.

Evlendirdik. Yine biz imdadına koşuyoruz. Niye koşmayalım ki! Hayatı boyunca onlara sorumluluk vermedik; el bebek, gül bebek yetiştirdik. Saçımızı süpürge ettik. Kendi kendine hayatta pişsin, ayakları üzerinde dursun demedik. Böyle yetiştirdiğimiz birisini evlendikten sonra da koruyup kollayacağız. Yeri geldi mi evini temizleyeceğiz, yeri geldi mi yemeğini yapacağız. Çünkü hem çocuğumuz çalışıyor hem de bilmiyor bunları. O halde iş başa düşünce çocuğumuzun arkasını toplamaya devam edeceğiz. Bilmemesi ayıp değil. İsterse öğrenebilir. Ama uçan kuştan koruduğumuz çocuğumuz çok yoruluyor. O halde biz yapmalıyız onun yapması gerekeni. Zaten çocuklarımız ve onların mutluluğu için yaşamıyor muyuz? Üzülmesine ve sıkıntıya girmesine hiç tahammülümüz olmaz. O zaman elimiz ayağımız tutarken onları hoş tutmak için elimizden geleni ardımıza koymamalıyız.

Çocuklarımız için yaptıklarımız yeterli mi? Ne mümkün efendim! Ölmeden önce son görevimizi de yapmalıyız. Baktık ki bakıma muhtaç bir duruma düştük, elden ayaktan kesildik. Bu durumda çocuğumuza yük olmamalıyız. Soluğu huzurevine atmakta bulalım. Çünkü işi-gücü arasında çocuğumuz bize nasıl bakacak? Onu sıkıntıya sokmaya gerek yok. Canım benim! Kıyamam ona. Devlet baba değil mi? Baksın bize orada.

Bakıma muhtaç hale geldiğimizde gideceğimiz yer olarak belirttiğim huzurevi seçeneği size garip gelmesin. Çocuğunun üzerine titreyen bir öğretmen: "Hocam yaşlanınca huzurevinde kalırım. Çünkü çocuğuma kıyamam" demişti. Bu, tek örnek değil. Bu şekilde düşünen anne ve baba sayısı az değil.

Sonuç, yaşama sebebi çocuklarımız büyüyüp anne ve baba olsalar bile biz onların üzerinde titremeye, onlara hizmet etmeye, köleleri olmaya devam edelim. Nasılsa bizi, huzur bulacağımız huzurevleri bekliyor.