26 Mart 2019 Salı

Siyasetimiz Ümit Vermiyor

Siyasetin içinde değilim ama içinde olmasam da çok da uzağında olmadım.  Çünkü siyasete karşı merakım var. Türkiye gündemini özellikle siyasetimizi, hangi siyasinin ne dediğini uzaktan da olsa takip ettim. Kendi çapımda her vatandaş gibi siyasi değerlendirmeler yapmaya çalıştım. 

Siyasetten ne zamana kadar uzak durmadım? 31 Mart mahalli seçimlerine kadar. Bu seçim sürecinde ne mi4tinge gittim ne TV açık oturumlarını izledim ne hangi adayın diğeri hakkında ne dediğini merak ettim ne aday ve parti liderlerinin konuşmalarını dinledim ne hangi şehri kim kazanır diye kafa yordum ne de partilerin seçim vaatleri beni heyecanlandırdı. Bu seçim sürecinde tam apolitik oldum desem yeridir. Bir şey kaybettim mi? Hayır. Pişman mıyım? Değilim. Mutlu muyum? Hem de nasıl! Apolitik olduğuma hiç bu kadar sevinmemiştim. Üstelik keyfime de diyecek yok.

Bir zamanlar politik davranırken niçin apolitik oldum? Bir zamanlar siyaseti takip ederken her seçimin ülkeyi daha iyiye götüreceğini, ülkeyi düzlüğe çıkaracağını düşündüm. Geldiğim nokta da siyasetten soğudum. Daha doğrusu benim için bir şey ifade etmiyor. Çünkü gördüğüm kadarıyla siyasette bir tükenmişlik var. Ülkede izlenen siyaset, siyasilerin kendilerini tekrarlamaktan öteye geçmiyor. Her biri kendi yerini sağlama almaktan öte bir şey düşünmüyor. Tüm yaptıkları kendi geleceklerini garantiye almak, inisiyatifi elden bırakmamak, gündemden düşmemek, liderliklerini tartışılmaz kılmak. 

Siyasilerimizde sorun mu var, beceremiyorlar mı? Allah var, görevlerini iyi yapıyorlar, güzel konuşuyorlar, ağızlarından bal damlıyor, gece-gündüz durmadan çalışıyorlar, hepsi ülkeyi çok sever görünüyorlar. Ama bu görüntülerinin arkasında benim gördüğüm her şeyden önce kendilerini, koltuklarını daha çok seviyorlar. Bunun için halkı kutuplaştırmaktan, ötekileştirmekten öte bir şey yapmıyorlar. Aday gösterirken bile bu işi en iyi kim yapardan ziyade kendilerine karşı çıkmayacak muti adayları belirliyorlar. Ülke borçluymuş, halk ekonomik dar boğazdaymış, vatandaşın alım gücü azalmış, işsizlik artmış, belediyeler borç batağındaymış gibi bir dertleri yok. Bakmayın bunlardan konuştuklarına. Bu işin edebiyatını yapıyorlar. Hepsinin tuzu kuru. Siz hiç ekonomik sıkıntı çeken bir siyasi gördünüz mü? Yine siz yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı bedel ödemiş, mağdur olmuş bir siyasi gördünüz mü?

Açıkçası ülkemde izlenen politika içime sinmiyor. Böyle bir siyaset bana ümit vermiyor. Politikacılar bana güven vermiyor. Bu atmosferde vereceğim oyun da bir anlamı yok görünüyor.



25 Mart 2019 Pazartesi

Diyanet Ne Yapmak İstiyor? *


Diyanet İşleri tarafından merkezi olarak hazırlanan Cuma hutbelerinde görmek istediğim,
İslam ve Müslümanları ilgilendiren her türlü konunun minberde ele alınmasıdır. Gönül ister ki her hafta ele alınan konu Müslümanlara yol çizsin, olaylara ne şekil bakmamız gerektiği konusunda İslam’ın görüşüne yer verilsin. Okunan hutbe bir hafta boyunca halk arasında gündem oluştursun.

İslam’ın işlenmesi gereken o kadar konusu, Müslümanları ilgilendiren o kadar mesele varken nedense hutbelerimiz belli konular üzerine yoğunlaşmış, birbirinin tekrarı durumundadır. Ne demek istediğimi bazı tarihlerde okunan hutbelerden birer kesit sunarak açıklamak istiyorum.

 Kur’an ve sünneti birbirinden ayırarak din istismarına kapı aralayanlara, şöhret ve çıkar devşirmeye çalışanlara karşı uyanık olalım. Sünneti bugünlere taşıyan hadis külliyatımızın güvenilir olmadığını iddia eden bir zihniyete asla itibar etmeyelim. Sahih sünneti Peygamberimize ait olmayan sözler ve hurafelerle istismar edenlere karşı da uyanık olalım.” (22/03/2019 tarihli “Kur’an ve Sünnet Bir Bütündür” başlıklı hutbeden)
Dinimizi doğru öğrenme ve yaşama konusunda bu iki kaynaktan taviz vermemektir. Kur’ân ve sünnetin arasına mesafe koymaya, bu en mukaddes değerlerimizi istismar ederek güç ve çıkar devşirmeye çalışanlara karşı uyanık olmaktır.”(02/02/2018 tarihli “Kur’an ve Sünnet” başlıklı hutbeden)
Hiçbir kimse ya da zümrenin, kendisini sünnetin tek hamisi olarak görmeye hakkı yoktur. Aynı şekilde sünneti itibarsızlaştırmaya ve devre dışı bırakmaya yönelik anlayış ve gayretler de beyhude birer çabadan ibarettir. Unutulmamalıdır ki Allah Resûlü (s.a.s)’in sünnet-i seniyyesi üzerinden ötekileştirici, ayrıştırıcı bir takım söylemler; kardeşliğimizi, muhabbetimizi, birlik ve beraberliğimizi zedeleyecektir.” (3.11.2017 tarihli “Sünnet:Nebevi kılavuz” başlıklı hutbeden)
Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz. Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat Efendimiz’dir. O şöyle buyurur: “Sakın sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız; hadis tanımayız!’ derken bulmayayım!” (12 Şubat 2016 tarihli “Peygambere İman Tevhidin Bir Gereğidir” başlıklı hutbeden)

Fark ettiyseniz 12/02/2016, 03/11/2017, 02/02/2018, 22/03/2019 tarihli hutbeler, sünnet yani sünnetin önemi üzerine. Kur’an ve sünnet dinin iki temel kaynağıdır. Elbet konu edilecek ve sünnetin önemine işaret edilecek. Çünkü sünnet Kur’an’ın açıklamasıdır aynı zamanda. Fakat Diyanet, sünnet üzerinde hutbe okutmayı sistematiğe bağladı. Diyanet, konu sıkıntısı mı çekiyor? Bazı konulara karşı bir rezervi mi var? Sık sık aynı konuları işlemek suretiyle “ettekrâru ahsen, velev kâne yüz sensen (180 kere de olsa tekrar güzeldir) diyerek bazı konuların önemine işaret etmek mi istiyor? Yoksa bazılarına cevap mı veriyor? Bahsettiğim haftalardaki hutbe konularının içeriğine bakarsak Diyanet, sünnet konusunu işleyerek birilerine cevap veriyor ve Müslümanları da bunlara karşı uyarıyor.

Hutbe konusu belirleme, hazırlama ve okutma yetkisi Diyanet’in uhdesinde. Hangi konuları seçeceğine kendisi karar verir. Sünnet konusunun işlenmesi konusunda da ihtiyaç hissetmiş olmalı ki üç yılda sünnet üzerine dört hutbe okuttu. İyi mi yapıyor, kötü mü yapıyor bilmiyorum ama bildiğim bu halkın sünnetle ve sahih hadisle bir meselesi yoktur. Halkın bu konuda bildiği birkaç akademisyenin ve birkaç okumuş insanın sadece Kur’an merkezli konuşmalarıdır. Lokal bir alanda cereyan eden bir meseleyi Diyanetin Cuma hutbeleri vasıtasıyla tüm camilere yaymasının tehlikeli sonuçlar verebileceğini düşünüyorum. Diyanetin sünnet üzerine tekraren okuttuğu bu hutbelerden halkın bir kısmı “Sünnette sorun olmalı ki hutbe konusu ediliyor” zehabına kapılabilir. Bence DİB, bu konuyu toplumun tüm katmanlarına yayacağına bu konuda farklı düşünen bir avuç insanı tek tek ziyaret ederek veya onları bir arada toplayarak işin vahametini anlatsa daha iyi bir iş çıkarmış olur. Onları ikna edemese bile en azından bu konuda basın ve ekranlarda hassas olmalarını isteyebilir. Bu alanda sorun varsa hadis alanında uzmanlaşmış kişilerden bir komisyon kurarak bu konuyu ilmi çerçevede masaya yatırmada öncülük yapabilir.

* 27.03.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




24 Mart 2019 Pazar

Mülakatın Mucidinin Sevincine Diyecek Yoktur! *


Kamuya eleman alımında, idareci ve öğretmen seçiminde yazılı sınavlara ilaveten kriter olarak belirlenen sözlü mülakatın mucidi kimdir bilmiyorum. Ama iyi bir iş çıkardığı belli. İcadıyla ne kadar gurur duysa azdır. Çünkü ortaya koyduğu kriter kamuya eleman ve öğretmen alımında, yönetici seçiminde KPSS ve diğer yazılıların önünde belki de tek kriter bugün.

Sözlü mülakatlara şartları tutup istekli olarak müracaat edenlerin arasından en az üç katı aday davet ediliyor.  Sırası gelen aday komisyonun huzuruna girerek üç beş dakika duruyor, kendisine daha önce hazırlanmış sorulardan kura ile kapalı bir zarf çektiriliyor. Adayın sorulan soruları bilip bilmemesi önemli değil. Tüm soruları bilse bile geçer puan alamayacağı gibi hiçbir soruya cevap vermediği halde yüksek puan alabiliyor. Çünkü bu sınavın kriteri komisyonun gözüne, gönlüne  ve daha önceden oluşturulan listeye girmektir.

Mülakat sonuçları açıklanınca mülakata giren üç katı adaydan iki katı elenir, bir katı sevindirilir. Durum üç aşağı, beş yukarı böyledir. Sonuç, bir mülakat sonucundan hoşnutsuzların oranı memnun olanlara oranla iki kat daha fazladır. Kaç yıldır uygulanan bu mülakat sistemi sadece hoşnutsuzların oranını artırmaktadır. Hoşnutsuz olanların sayısındaki artış ne anlama gelir?
*İnsanlar geleceğe dair endişe taşır, umutları yok olur, ümidini keser.
*Kimseye güvenleri kalmaz.
*Ehliyet ve liyakatin geçer akçe olmadığına inanmaya başlar.
*Kendisini mağdur olarak görür. Hakkının yenildiğini düşünür.
*Toplumsal barış zedelenir.
*Hakkını yiyenlere düşman kesilir. Eline imkan geçtiği zaman kendisine yapılanın aynısını veya daha beterini o da yapar.
*Herkes referans arayışına girer.

Niçin böyle olur? Çünkü mülakat dendi mi bizim insanımızın aklına torpil ve adam kayırmacılık gelir. İltimasın olduğu yerde toplumsal barış zedelenir. Devletle toplumun arasını açar. Hal böyle iken sorumlu kişilerin mülakat sistemini hala devam ettirmesini anlamak mümkün değil. Aslında bu uygulamaya devam etmek demek iktidarın kendi topuğuna kurşun sıkması demektir. Çünkü demokrasinin gereği bu ülkede belli periyotlarla halkın karşısına sandık konur. Mülakat sonuçlarından mağdur olduğunu söyleyenler her sene kartopu gibi artmaktadır. Merak ediyorum, bu mağdurlar kime oy verir? Mağduriyetinin müsebbibi olarak iktidarı görecek ve oyunu muhtemelen muhalefete verecektir. Bir puan fazla oy alacağım diye uğraşan ve didinen bir iktidar, mülakat zedelerden oy kaybına uğrayacağını niçin düşünmez? Üstelik oy vermede alternatiflere yönelecek olanlar sadece mülakata giren reşit kişilerden ibaret değil. Her bir mağdurun annesi ve babası var. Pekala, oğlumun hakkı yendi, kızım mağdur edildi deyip faturayı iktidara kesebilir.

Burada her mülakattan elenen haksızlığa uğradı demek istemiyorum. Mülakat, mantığı itibariyle dedikoduları beraberinde getirir. Allah aşkına devlet çalışacak kişiyi seçmede mülakattan başka bir yol bulamadı mı? Bu kadar aciz mi? Eğer devlet terör bağlantısı olanları eleme düşüncesiyle mülakatlara can simidi gibi sarılıyor ve aklına başka bir şey gelmiyorsa herkesin söylediğini ben buradan söyleyeyim. Devlette görev almaya talip olacakları, öğretmen olacakları, idareci olmayı düşünenleri yazılı sınava müracaatlarıyla birlikte güvenlik soruşturmasından geçirmesi, güvenlik soruşturmasından geçemeyenlerin sınava müracaat etmesi yasaklanabilir. Böyle kişiler e devlet'ten kendini sorgular. Orada "Şu gerekçeyle bu sınava giremezsiniz" uyarısını görebilir.

Uzatmayayım, kimsenin memnun olmadığı bu mülakat kriterinin tek memnun olanı öyle zannediyorum mülakat önerisini getirendir. Bunun patenti bana ait, oh ne güzel! Devletle milletin arasını açtım diye sevinir, durur.

*20/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.