10 Mart 2019 Pazar

Pasif İyiler İnisiyatif Alamaz? (1)

2015 veya 2016 yılında bir TEOG sınavı sonrasında bir STK, kendi üyesi olan okul müdürlerini ve okul temsilcilerini istişare toplantısı adı altında öğretmen evinde yemekli bir toplantı yaptı. Kenarda küçük bir okulda görev yapan ben de katıldım bu toplantıya. Toplantıdan sonra akşam namazları kılındı, çaylar içildi. İstişare için salona geçildi.

İlçe şube başkanı başta olmak üzere toplantıya katılan şube müdürleri kısa bir selamlama konuşması yaptılar. Bildik konuşmaydı hepsinin yaptığı konuşma. Her konuşmacı alkışlarla uğurlandı yerine. Kürsüye bir şube müdürü daha çıktı: Arkadaşlar! Bu müdürlerle bu TEOG sınavının altından nasıl kalkacağız diye endişelenmiştim. Bereket bir sorun çıkmadı, korktuğum başımıza gelmedi. Hepinize iyi akşamlar diliyorum" diyerek konuşmasını bitirdi. Bu konuşmacı da tıpkı diğerleri gibi alkışlarla yerine uğurlanırken en arkada oturan ben, elimi kaldırarak ısrarla söz istedim. Nasılsa bu toplantı bir istişare toplantısıydı. Hep monolog şeklinde devam edecek değildi ya. Ben de bu konuda bir şeyler söyleyerek toplantıya katkı sunmak istedim. Ama konuşmacı şube müdürü, söz istediğimi gördüğü halde "sonra sonra" diyerek söz hakkı vermeden yerine geçti.

Protokol konuşmalarıyla devam eden istişare toplantımızın son konuşmacısı STK'nın il temsilcisiydi. Sayın başkan diğer konuşmacılara göre doğal olarak daha uzun bir konuşma yaptı. İyi dilek ve temennilerle toplantıyı bitirirken fazlaca alkış aldı.  O kürsüden ayrılmadan şansımı bir kez daha deneyeyim deyip elimi tekrar kaldırdım. Sayın başkan ismimi zikrederek buyur hocam dedi. Ayağa kalktım, söz hakkı verdiği için kendisine teşekkür ettim. Ardından "Sayın hocam, az önce okul müdürleri hakkında 'Bu müdürlerle bu sınavı nasıl yapacağız' şeklinde endişesini dile getirerek okul müdürlerine güvensizliğini izhar eden sayın şube müdürü için okul müdürleri adına bir şey söyleme istiyorum: Biz okul müdürleri, bu şube müdürleriyle eğitim ve öğretim işleri nasıl yürüyecek diye hiç endişe etmedik. Çünkü biz onlara güvendik" dedim, bitirdim konuşmamı.

Sonra ne mi oldu? Salonda bir alkış tufanı koptu. Kim bu konuşan diyerek oturduğu yerden arkaya dönerek bakan bakana. Ardından salon boşalmaya başladı. Ben yerimden kalkmadan beni tanıyan, tanımayan çok kişi yanıma geldi: "Hocam! Duygularımıza tercüman oldunuz, sizi tebrik ederiz" diyerek teşekkürlerini ifade ettiler. Tebrik  sadece salondan ibaret kalmadı. Birkaç hafta sonra beni çarşıda görüp "Hocam, beni tanımıyorsunuz ama öğretmen evindeki toplantıda şube müdürüne verdiğiniz cevap konusunda sizi tebrik edememiştim. Sizi tekrar tebrik ediyorum" diyen de oldu.

Şube müdürüne verdiğim cevabın salondan olumlu tepki göreceğini, daha doğrusu nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Doğrusu gelen tepkiler hoşuma gitti, gururumu okşadı. Ben neymişim be abi dedim kendi kendime.

Şimdi geleyim sadede. Bayram değil, seyran değil, başımdan geçen bu anıyı niçin anlattım? Bunu da yazımın devamında ifade edeyim. (Devam edecek)

9 Mart 2019 Cumartesi

Koltuğunda Rahat Etmek mi İstiyorsun?

—Efendim, bugüne kadar hep küçük kurumlarda idareci oldum. Çalışmalarımı beğenmiş olmalılar ki beni büyük bir kurumun başına getirdiler. Kurumu yönetebilmem için ne tavsiye edersiniz?
—Öncelikle hayırlı olsun! İyi bir vizyon sahibi olmalısın. Kurumda bir misyonun olmalı. Her şeyden önce taşın altına elini koymalısın.
—Hiç sevmem sorumluluk almayı, hele taşın altına elimi uzatmayı.
—Kuruma müdür olmadaki niyetin ne o zaman?
—Çok sorumluluk almadan kurumda işlerin tıkırında yürümesini istiyorum. Açıkçası çok çalışma niyetim yok. Ama çalışır ve iş yapar gibi görünmek istiyorum.
—Varsa böyle bir yer, ben de müdür olayım.
—Böyle yerleri herkese vermezler. Çok özel kişilere verirler. Bunun için önce sadakat gerek. Benden sadığını da bulamazlar.
—Madem sadık birisin. O zaman seni getirenleri mahcup etmemen gerek. Onların sana olan güvenlerini boşa çıkarma. Çalışacaksın o zaman.
—Emekliliğim geldi. Bu süreçte biraz uzatmalara oynayacağım. Çok çalışmaktan ziyade rutin işleri yürüteceğim.
—Personelin ile ilişkileri sıkı tut, diyalogu eksik etme, istişareye önem ver.
—Bunları yaparsam personel şımarır. Benden durmadan bir şey isterler. Böyle bir şeye imkan vermek istemiyorum. Çünkü ağrımaz başımı ağrıtmış olurum. Biraz gizemli ve kapalı kutu olmak istiyorum.
—Şimdi anladım sizi. Bu kafa yapınıza göre bir reçete sunayım size. Bunu uygularsan hiç başın ağrımaz. Gününü gün edersin.
—Çok memnun olurum. Zaten benim istediğim de bu.
—İlk işin personeline mesafe koy, karşılaştığın zaman selam verme. Selam verirlerse selamlarını alma. Güler yüz gösterme. Hal-hatırını sorma. Onlarla hiçbir şeyi istişare etme. Aralarına girip fazla konuşma. Hiçbir şeyi onlarla paylaşma. Her şeyi yazıya dök. Whatsapı iyi kullan. Oradan durmadan emir yağdır. Tüm sorumluluğu personeline yık. Her türlü iş ve işleyişleri yardımcıların vasıtasıyla hallet. Personelinle fazla muhatap olma. Çünkü yüzünü eskitir, itibar kaybına uğrarsın. Hiç şeffaf olma. Hep gizemini koru. Hele para pul işlerinde personeline ne ihtiyacınız var, bizim önceliğimiz nedir deme. Bütçeyi kendi kafana göre harca.
—Bunları yapıyorum zaten. Faydasını da görüyorum.
—Güzel! Yalnız böyle durumların bir riski var. Personele mesafe koyduğun zaman hakkında yapılan eleştirilerden haberdar olamazsın. 
—Ben onun da yolunu buldum. Personel aleyhimde konuşursa aynı anda haberdar oluyorum.
—Nasıl yaptın bunu? Personelin bulunduğu yere gizli kamera mı yerleştirdin?
—Gizli kameraya masraf etmeye gerek yok. Bu işi gönüllü yapan personelim var. Kim hakkımda ne konuşuyorsa aynı anda bana getiriyorlar. Yani istihbaratım iyi. Sonra hakkımda konuşanı odama çağırıyor, söylediklerini tek tek sayıyor, ardından bir fırça kayıp ağzını kapatıyorum. O yüzden kolay kolay konuşamazlar.
—Eskiden sınıflarda olup biteni okul idaresine gelip aktaran muhbir öğrenciler vardı. Demek bu işi  koca koca adamlar da yapıyor. İlginç! 
—Hem de çok. Hiç zorlanmıyorum.
—Peki, personele mesafe koydun, onları muhatap almıyorsun. Kurumun bazı angarya işlerini nasıl yürütüyorsun?
—Hepsine mesafe koymuyorum tabi. Benim de kendime göre bir A takımım var. Onlarla yürütüyorum bu işleri. Onlar benim etrafımda pervane gibi dönüyorlar. 
—Nasıl yaptın bunu?
—Kurumun nimetlerinden biraz fazla faydalandırıyorum. Bu, onların hoşuna gidiyor. Het istediğimi onlara yaptırıyorum.
—Kurum yönetiminde hiç başın ağrıdı mı?
—Yok hiç ağrımadı bugüne kadar. Şükür, rahatım da iyi.
—İyi maşallah! Sen böyle müdürlük yaptıktan sonra emekli olmana bile gerek yok. Kendini yıpratmadan daha uzun yıllar  çalışabilirsin. Ama bir gün bu görevi bıraktığında ardından hayırla yad edenin olmaz, kubbede hoş bir seda bırakamazsın.
—Ardımdan kimin ne demesi önemli değil. İstersen hayırla anmasınlar. Yarını düşünmüyorum. Ben bugünkü rahatıma bakıyorum.
—Altlarınla böylesin. Ya üstlerinle aran nasıl?
—Yukarıyla aramda sorun yok. Onlarla iletişimi kesmiyor, saygıda kusur etmiyor, gereken ilgi ve alakayı gösteriyorum. Bugüne kadar onlara hiç sorun götürmedim, öneri de götürmedim. İstedikleri sadakat. Onu da fazlasıyla yapıyorum.
—İlginç! Böyle müdürlüğü miden kabul ediyorsa sana o koltukta iyi oturmalar...

Şu Çocuktaki Samimiyet Bende de Olsaydı! *

Recep üç ayların ilk ayıdır. Cuma günü Recep ayının ilk günü idi. Konya yöresinde bugüne ilk namaz da denir. Peygamberimiz "Recep Allah'ın, Şaban benim, Ramazan ümmetimin ayı" demiş ve üç ayları özellikle recep ayının çoğunu oruçlu geçirmiştir. Yine peygamberimiz "Ey Allah'ım! Recep ve şabanı bize mübarek kıl ve bizi ramazana kavuştur" diye dua etmiştir.

Ramazanın muştusu recep, bir ayrı karşılanır Konya'da. Gecesi Regaip olan gecenin gündüzünü oruçlu geçirdi çoğu kimse. Akşamında fener alayları düzenlendi. Lastikler yakıldı, üzerinden atlandı, her sene olduğu gibi.

Çocuklar için adeta bir bayramdı bugün, hatta bayramdan öte özel bir gün. Topluca okuldan firar ettiler. Okullar resmen tatil değilse de fiili tatil yaptılar. Birlikte ellerinde poşet, ev ev gezerek  tanıdık-tanımadık  herkesin kapısını çaldılar: Şivlilik topladılar.

Çaldıkları her evden hiçbiri boş dönmedi. Çünkü evlerimiz hazırlığını yaptı önceden. Çocukları sevindirmek için bakkal ve marketten çekti geldi gücü nispetinde herkes. Bayramda bu kadar misafir gelmez, bu kadar zile basılmaz. Çocuklar neşelenirken evlerimiz de şenlendi bu şekilde.

Ev ev gezerek poşetini veya torbasını dolduran çocuğun keyfine diyecek olmaz. Yediğini yer, yemediğini "Ben bunu toplayıncaya kadar anam ağladı" demez, nasibinden büyüklere de dağıtır. Çocuklar bu mutluluğu yaşarken büyükler de çocuklara gıpta ederler: Çocuk olmak varmış bu devirde. Benim de çıkıp toplayasım geldi, derler.
*
Çocuklar dersi kırıp bayram ederken biz de öğrenci yokluğunda okulda pinekledik gün boyu.

Cuma günü okula vardığımızda perşembenin kaçakları okuldaydı. İlk dersime girdiğim 5.sınıftan bir öğrenci, dersimi işlerken yanıma geldi. Benim duyacağım  şekilde "Öğretmenim oruç musun," dedi. Değilim dedim. Az sonra yanından geçerken "Ben orucum da" dedi. Maşallah, Allah kabul etsin dedim.

Büyüklerin bir kısmı, rebiülahirin son günü olan perşembeyi ve recebin ilk günü olan cumayı oruçlu geçirirken daha 11 yaşında 5.sınıf bir çocuğun oruçlu olması beni duygulandırdı. Duygulandırmakla kalmadı, utandırdı beni. Daha doğrusu ben utandım. Gıpta ettim kendisine. Helal olsun be çocuk sana dedim. Bir daha utandım kendimden. Nasıl utanmam ki! Çocukluğunun baharında daha ergen bile olmamış, sorumluluğunu üslenmemiş, masum mu masum bir çocuk, sevap diye oruç tutuyor. Hiç zerre kadar riya da yok tuttuğu oruçta. Bir ayağı çukurda biri olarak keşke şu çocuktaki samimiyet bende de olsaydı dedim. Öyle ya, bu yaşta bu çocuk sevap diye oruç tutuyorsa ben hayli hayli tutmalıydım.

Çocuğu derste ve teneffüslerde gözlemledim. Hiç oruç emaresi bile yoktu hal ve hareketlerinde. Ders boyunca herkesten çok derse katıldı.

Geriye dönüşümüz, çocuk olmamız mümkün değil. Ama bu çocuk gibi bir çocuk olmak isterdim geriye dönüşüm olsaydı. Allah bu çocuktaki samimiyeti biz büyüklere de versin. Bu çocuk ve diğer çocuklar büyüdükleri zaman şimdiki içtenliklerinden hiçbir şey kaybetmesinler. İnşallah! Hep şimdiki gibi doğal ve masum kalsınlar...

* 11/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.