7 Mart 2019 Perşembe

Sakarya'yı Yeniden Yüzüstü Yere Düşürenlere... ***


Türkiye giyim-kuşam ve fiziki görüntüden çok çekti. 2000'lere giden Türkiye'nin, 90'lı yılları bu kısır çekişmeyle geçti. Başörtülülerin yarasa, sıkma baş olarak görüldüğü ve kamusal alanın kendilerine zehir edildiği yıllardır o yıllar. Çok hayırla yâd edilmeyen bu yılların kudretli aktörleri şimdilerde pek ortalarda görünmüyor. Çünkü kimsenin yüzüne bakacak yüzleri yoktur. Üstelik prim yapmıyor.

2020'lere doğru yol aldığımız bugünlerde biz, bu milletin değerleriyle uğraşan, kılık kıyafetiyle insanımızı ayrıştıran zihniyet yok oldu, gerilerde kaldı derken bir bakmışsın etiketi prof olan bir psikolog, Sakarya'da içindeki kurtları döküveriyor, geçmişi yeniden hortlatıveriyor. Gündemi takip etmeyenler için Sayın Üstün Dökmen'in sözlerini buraya alayım. Sayın Dökmen konuşmasının satır arasında "Nasıl bir pilot sarhoş olmamalı, bir Hristiyan psikolog haç takmamalı ise; Rehberlik Öğretmeni de başörtülü olmaz! Meslek icra edilirken inşallah, maşallah, hayırlısıyla gibi cümleler sarf edilmemelidir!" deyiveriyor. Daha doğrusu bilinçaltında tuttuklarını kusuveriyor, başörtüsüne ve bir zihniyete düşmanlığını gösteriveriyor. Hem de bu konuşmayı, kendisini konuşma yapmak üzere davet eden başörtülü bir MEM müdürüne rağmen yapıveriyor. Bu konuşmanın üzerine başörtülü müdürümüz de "Çok haklısın hocam. Benden bir plaketi hak ettiniz. Bakmayın siz benim başörtü taktığıma. Ben de benden milli eğitim müdürü olmaz dedimse de başörtüm beni buraya taşıdı. Helal olsun size" dercesine kendisine bir plaket takdim ediyor.


Psikologların "Yaşamın sırrı çocukluk yıllarında gizli. Önemli olan çocukluğuna inmek gerek" dedikleri gibi bir psikolog olan Üstün Dökmen de içinde sakladığını böylece ortaya çıkarıveriyor. Bence program başarıya ulaşmış. Çünkü Üstün Dökmen'in çocukluğu ve zihniyeti, programda ayan beyan ortaya çıkmıştır. Yani tedavisi var mı bilmiyorum ama konuşmacının bir klinik psikologa gitmesinde fayda vardır. Kendisi de bir klinik psikolog olan Sayın Dökmen, bugüne kadar kaç kişinin yarasına merhem oldu, bilmiyorum. Ama umarım kendisini tedavi edecek bir psikologumuz vardır. Yoksa yazık olur, Prof olmuş ama ... olamamış profumuza.


Bir söz de taktığı başörtünün sorumluluğunu taşıyamayan MEM müdürümüze söyleyelim. Be müdürüm! Kendi üzerinden tüm başörtülere hakaret ettirmek için mi organize ettin bu programı? Başka birini bulamadın mı? Böyle konuşma yapması için Sayın Dökmen bu cesareti kimden aldı, yoksa sizden mi aldı? Haydi bilmiyordun, zihniyetine düşman birini konuşmacı olarak şehrine davet ettin. Sayın Dökmen de fırsat bu fırsat deyip içindeki zehri boşalttı. Ya Rabbi, şükür dercesine plaket vermeni nereye koyacağız? Bir şehrin eğitim liderliğine soyunan olarak böyle nahoş bir durumda, aynı anda karar alabilen biri olabilmeliydin ve mikrofonu eline alarak “Sayın Dökmen’in bu konuşması talihsiz bir konuşma olmuştur, etiketine yakışmamıştır” diyebilmen gerekirdi…Ama gördüğüm kadarıyla bu liderliği yapamadınız.


Bence oturduğunuz koltuk size birkaç numara birden büyük. Ananızdan müdür olarak doğmadınız. Bu iş bana göre değil, taktığım örtünün altında eziliyorum. Bu iş, buraya kadar" deyip çekilin köşenize veya gidin öğretmenliğini yapın. Çünkü biz, dışlanmış ve horlanmış bir zihniyete “Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!” diyerek ayağa kaldırmaya çalışırken siz, Sakarya’yı yeniden yüzüstü yere düşürdünüz. Bundan dolayı birileri istifanı ver demeden o başörtünün hatırına verin istifanızı. Bir daha da dostunu, düşmanını bil, olmaz mı?


Not: Skandal seminerle ilgili bu yazıyı kaleme aldıktan sonra Sakarya Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş, "Kendisinin de 28 Şubat başörtüsü mağduru olduğunu, o süreçte 6 yıl örtüsü sebebi ile mesleğini yapamadığını, rehber öğretmenlere yönelik seminer boyunca programda olmadığını, programın bitiminde salona geldiğini, Dökmen’in programda sarf ettiği sözleri duymadığını ve orada herhangi bir arkadaşının bu konuda kendisine bilgi vermediğini ve bundan dolayı herhangi bir tepki göstermediğini ve toplantıyı bitirmediğini, böyle şeylere prim verecek biri olmadığını" açıklamış. Açıklamasına göre burada Sayın Müdirenin bir suçu ve kastı yok. Ama bu konularda uyanık olmasında fayda var. Zihniyeti belli, köhnemiş bir ideolojiyi savunan birinin rehber öğretmenlere verebileceği bir şeyi olamayacağını hesaba katmalıydı.


***09/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Vatandaşın Verdiği Kredi Hoyratça Kullanılırsa...

Çok partili sisteme geçildiğinde başta İzmir olmak üzere sahillerimiz, sloganı "Yeter söz milletin" diyen Demokrat Partiye oy vermiş, ardından bu partinin kalesi olmuş. Bu illerimiz ne zamana kadar DP'ye ve sonrasında o partinin devamıyız diyen partilere oy verdi, bilmiyorum. Çünkü siyasi geçmişimizi analiz yapmaya yaşım el vermez. Bildiğim, bugün sahiller DP'nin devamı olduğunu söyleyen partilere oy vermiyor. 

Sahi sahiller niçin siyasi tercihini değiştirdi? Bugün niçin solun kalesi? Üstelik seçtikleri başkan veya vekil doğru dürüst çalışmasa bile gözleri soldan başkasını görmüyor. İnadım inat dercesine sola oy vermeye devam ediyor. 

Sahillerimiz DP tercihinden sonra yönünü sola döndürürken İç Anadolu ise başlarda CHP'nin kalesi iken bugün DP'nin devamıyım diyen milliyetçi-muhafazakar partilere oy veriyor. Anlayacağınız günümüzde ne sahiller, soldan ne de İç Anadolu, sağ-muhafazakar partilerden vazgeçiyor. 

Sahillerin ve İç Anadolu'nun bu siyasi değişiminin neden veya nedenleri iyi bir analize muhtaç. Siyasi analiz yapanlar bu bölgesel parti tercihlerin nedenlerini tespit etmiş olabilirler. Bu konuda bilgi sahibi değilim.

Türkiye'nin ana gövdesi milliyetçi-muhafazakar olmakla birlikte bugün Türkiye üç renge bürünmüş durumda. Ege ve Akdeniz solun, Güneydoğu bölgesel milliyetçiliğin; Marmara, Karadeniz, İç Anadolu bölgeleri ise milliyetçi-muhafazakar partilerin kalesi durumunda. Doğu Anadolu bölgemiz muhafazakar parti ile bölgesel milliyetçi parti tarafından paylaşılmış vaziyette.

Benim merakım, daha doğrusu endişem bugün muhafazakar partilerin kalesi durumunda olan bölgelerin tekrar sola kayması veya yeniden solun kalesi olması söz konusu olur mu? Bugünden yarına böyle bir kayma söz konusu değilse de geçmiş tecrübe ve siyasi değişim tercihi bunun olabileceğini gösteriyor. Bölgesel milliyetçilikte karar kılan Güneydoğu kolay kolay oyunun rengini değiştireceğe benzemiyor. Sahiller hakeza.

Sahil ve Güneydoğu dışındaki bölgelerimizde bulunan seçmeni milliyetçi-muhafazakar partiler, nasılsa bize veriyor deyip onların oylarını çantada keklik görmemeli diye düşünüyorum. Eğer seçmen umduğunu bulamaz ve kendisinin verdiği oyların hoyratça kullanıldığını düşünürse "Sen benim kredimi iyi kullanamadın" deyip milliyetçi ve muhafazakar partilere bir gün sırtını dönebilir ve sola dönebilir. Söylemedi demeyin.




6 Mart 2019 Çarşamba

TRT1'in Dizi Furyası *


Haber kanallarının dışında diğer televizyonların genelde her akşam bir dizisi, her dizinin de bir izleyici kitlesi var. 21.00 ile 00.00 arası seyirciyi ekranlara kilitliyor. Bazı diziler yeterince seyirci çekemediği için TV'nin sahipleri tarafından yayından kaldırılıyor. Bunun bir istisnası TRT1 kanalıdır.

TRT1'de yayımlanan dizinin haddi hesabı yok. Bileniniz var mı TRT1'deki dizi sayısını? Belki de TRT Genel Müdürü de bilmiyordur. Çünkü sayısı üç-beş falan değil. Haftanın yedi akşamı TRT dizileri evlerimize misafir oluyor. Dizinin biri bitiyor, diğeri başlıyor. Dizi o kadar çok ki haftanın akşamları yeterli gelmiyor olmalı ki bazı dizileri TRT1, gündüz kuşağında yayımlıyor. Dikkatinizi çekerim, gündüz kuşağında yayıma giren bu diziler, akşam yayımlanmış dizilerin tekrarı değil, yeni dizidir. Özel kanallar maliyet hesabı yaparak bazı dizileri yayından kaldırırken TRT1'deki bu dizilerin bolluğunun hikmeti nedir, bunun nedenini anlayabileniniz var mı? Her kanalın maddi sıkıntı çektiği günümüzde TRT1'in para sıkıntısı yok mu?  Yoksa çektirdiği dizilerden kar mı ediyor? Kar ediyorsa problem yok. Eğer zarar ediyorsa TRT1, bu kadar diziye rağmen nasıl ayakta duruyor? Sahi nereden geliyor bu değirmenin suyu?  Devlet durmadan para mı aktarıyor bu KİT'e?

Ben de laf olsun diye soru soruyorum. Bu değirmenin suyunun nereden geldiği belli değil mi? Hepimizin sürekli kullanmak zorunda olduğu elektriğimiz var. Her ay ödediğimiz elektrik tüketim bedelinin % 2'i TRT'ye katkı bedeli olarak aktarılmakta. Kanunen böyle. İster diziyi izle, ister izleme, ister televizyonun olmasın. Her ay ödemekle yükümlü olduğumuz elektrik faturasından TRT'ye destek veriyoruz. Bu kadar hazır ve peşin parayı gören TRT, niye dizi çekmesin. Nasılsa masraflar vatandaştan. Her kanal batsa bile TRT'nin elinde altın yumurtlayan bu vatandaş olduğu müddetçe TRT, ayakta durmaya ve dizi üzerine dizi çekip yayımlamaya devam eder. İsterse hiç reklam almasın. Vatandaştan gelen para yeter de artar bile. Gerçi ben böyle diyorum ama TRT'ye aktarılan elektrik bedelinin TRT'nin dişinin kovuğunu bile doldurduğunu sanmıyorum. O kadar dizi çekimine bu katkı payı falan yeterli gelmez. Öyle zannediyorum bütçeden de para aktarılıyordur. Çünkü dizi demek yüksek maliyet demektir.

TRT'ye aktarılan tüketim bedeli zaman zaman kamuoyunda dile getirilse de kanun yapıcı bu eleştirilerin üzerine yatıyor, kulak ardı ediyor. Niye üzerine yatmasın ki sürekli gelir getiren altın yumurtlayan tavuğu kim keser? 

Dizilerin bizi oyaladığını ve mayıştığımızı saymıyorum bile...

*25/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.