5 Mart 2019 Salı

Bir Başka Açıdan 28 Şubat


28 Şubat dindar-mütedeyyin insanlara yapıldı. Bu süreçte bu kesim mağdur edildi. Bu sürecin asıl hedefi dindarlar mıydı? Esas sorgulamamız gereken bu diye düşünüyorum.

Aslında 28 Şubat süreci, merkeze yürüyen taşranın önünün kesilmesi sürecidir. Devleti sürekli yönetmeye alışmış cumhuriyet elitlerinin, iktidarı yönetmeye ortak kabul etmek istememelerinin bir sonucudur. Bir an evvel başını ezelim ki ileride karşımıza daha güçlü bir şekilde çıkmasınlar. Düşünce bu. Çünkü taşralıya biçilen rol devleti yönetmesi değil, devletin alt kesiminde ara eleman olarak görev yapmasıdır. Çiftçilik yapacak, kapıcılık yapacak, sanayide çalışacak, meslek öğrenecek, işçi olacak, memur olacak. Daha ötesi olmaz. Siyasal ve hukuk okuması kabul edilemez. Çünkü okuma çıtasını yükseltirse yarın ülkeyi yönetmeye kalkar. Bu yüzden Anadolu insanının veya taşralının okuduğu okullara bir darbe vurmak, burada okuyan öğrencileri kaçırmak, bu okullara öğrenci akışının önünü kesmek gerekiyordu. Önce sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle liselerin bünyesindeki orta kısımlar kapatıldı. Ardından katsayı uygulamasıyla meslek liselerinin içi boşaltıldı. Başını kapatarak okumak isteyenler okullara alınmadı.

Aslında 28 Şubat aktörleri, çok iyi düşünülmüş ve planlanmış bir uygulamayı yürürlüğe koydular. Çünkü merkeze yürümek isteyen taşralıların okuduğu ve başarılı olduğu okullar İHL'lerdi. Hileleri işe yaradı. İHL ve meslek liseleri kapatılmaktan beter edildi. Buradan kaçan çocuklar o zamanlar hizmet hareketi diye bilinen yapının kucağına düştü. Bu çocuklar bu yapının elinde istediği okullara gitti gitmesine. Ama beyin ve zihin olarak devşirildi. Taşralı özelliğini kaybetti.

Anadolu insanının merkeze yürümesinin önü sadece İHL'lerle kesilmedi. Aynı zamanda diğer meslek liseleri de bundan nasibini aldı. Çünkü diğer meslek liselerinin öğrencileri de tıpkı İHL'liler gibi taşralıdan oluşuyordu. Diğer meslek liseleri de kapatılmaktan beter yapıldı. Aslında iyi incelenirse İHL dışındaki diğer meslek liselerine yapılan, bu memleketin geleceğine vurulan en büyük darbedir. Çünkü bu okulların çökertilmesiyle çıraklık, kalfalık bitti, ara eleman yok oldu. Mesleklerin köküne kibrit suyu döküldü. Bugün ihtiyacımız olan meslekler son ustaların eliyle yürütülmekte. Onların emekli olması ve ölmesiyle bu meslekler yok olacak.  Çünkü çırak-kalfa-usta mektepleri yok artık. Bundan sonra bir şeyin yenisini alacağız, bozulunca atıp yenisini alacağız yeniden. Çünkü tamir eden ve tamirden anlayan olmayacak.

Gördüğünüz gibi durum vahim. Biz boşuna bin yıl devam edecek denilen 28 Şubat sona erdi, başta taşralılar var diye sevinmeyelim. Bu ülkenin geleceğini yok etmeye azmetmiş aktörler bugün aktif olarak işin başında olmasalar da uygulamaları aynen devam ediyor.  Üstelik onların niyetlerini hala anlayamamış olmalıyız ki meslekleri yok etmeye yemin etmiş bir sürecin, başlattığı 8 yıllık eğitimi12 yıla çıkardık. Hem de taşralıların eliyle yaptık bunu. Biz bir filden şikayetçi iken fil sayısı ikiye çıkarıldı.

28 Şubat devam ediyor mu ne?


4 Mart 2019 Pazartesi

Kendini Anlatmanın Yolu, Rakibini Kötülemek Değildir ***

Adamın biri işsiz kalır, araya araya bir yerde iş bulur. Kendisinden arazideki çamuru temizlemesi istenir. Adam kısa zamanda çok miktardaki çamuru atar. Patron bu duruma çok sevinir. Çünkü işçinin ilk günkü temposundan memnun kalmıştır.

Patron, ikinci gün işçinin önüne soyması için bir çuval patates koyar. İşçi, akşama kadar çuvalın yarısını bile soyamaz. Patron bu duruma şaşırır ve sorar: "Be kardeşim! Dün akşama kadar birkaç kişinin ancak atabileceği çamuru tek başına atarak bir zoru başardın. Bugün sana daha kolay bir iş verdim. Oturduğun yerden bir çuval patatesi soyamadın, bu ne iş" der. İşçi: "Efendim! Ben daha önce siyasetçiydim. Çamur atmayı çok iyi bilirim. Ne de olsa mesleğim. Ama patatesi soymak bana zor geldi" der.

Malumunuz yine bir seçim arifesindeyiz. Parti liderleri ve adaylar seçim çalışması için sahadalar. İsterdim ki adaylar veya parti liderleri sahada kendilerini ve yapacaklarını anlatsın. Maalesef varsa yoksa rakip gördüklerini kötülüyorlar. Rakiplerini neredeyse yerin dibine geçirecekler. Fıkrada olduğu gibi durmadan birbirlerine çamur atıyorlar. Doğru mu bu yaptıkları? Bence doğru değil. Sahada veya ekranda rakibi kötüleyerek seçim propagandası yapmak hiç etik ve doğru değildir.

Propaganda sürecinde olması gereken, şehrin eksikliklerini tespit etmek, bunları hangi kaynakla, nasıl çözeceğini açıklamak olmalıdır. Tüm bunları yaparken rakiplerine karşı centilmenliği elden bırakmamalıdır, saygıda kusur etmemelidir. Tüm mücadele, şehrin sorunlarını diğer rakiplerimden daha iyi nasıl yapabilirim üzerine olmalıdır. Yapamayacağı vaadi dillendirmemelidir. Üç-beş oy için birbirlerinin yüzüne bakamayacak sözleri söylememelidir. 

Açıkçası siyasilerimizden temiz siyaset yapmalarını istiyorum. Eski siyaset tarzı bırakılsın artık. Siyasetin bir fazilet ve erdem yarışı olmasını canı gönülden arzu ediyorum. Kazanan, siyasi partilerden ziyade ülke olsun, şehirlerimiz olsun. Çünkü bugüne kadar şehirlerimizi hep bir belediye başkanı yönetti. Hiçbir şehir başkansız kalmadı. Hep kazanan bir başkan oldu. Başkanlar kazanırken şehirler kaybetti. Çünkü beton yığını binalar, kaçak yapılar, trafik keşmekeşliği, alt yapı sorunları aynen devam ediyor ve borçlu olmayan belediye yok gibidir. Maalesef belediyelerimizde şeffaflık eksik. Doğru dürüst denetim yok. Başkanların öncelikleri ile şehrin öncelikleri aynı değil. Her gelenin yaptığı, yeni gelene yüklü bir borç bırakmaktır.

Hasılı şehirlerin sorunu çok. Hepsi sorunlarını çözecek şehru'l eminini bekliyor. Başkan adaylarından ve parti liderlerinden beklediğim şehre katacakları kalitelerini konuşturmalarıdır. Rakipler kötülenerek şehir yönetilmez. 

*** 23/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Bir Tarım Politikamız Var mı? *

Lisede okurken yedi bölgemizin hangisinde hangi tarım ürünlerinin yetiştirildiğini öğrenirdik. Hocalarımız bize "Ülkemiz bir tarım ülkesi. Tarım ürünlerimiz kendimize yettiği gibi başka ülkelere de ihraç edebileceğimizi" söylerlerdi. Biz de teknoloji, enerji ve sanayide yeterli değiliz ama en azından tarım ve hayvancılığımız var, kendi kendimize yeteriz derdik. Halkın büyük bir kesimi de geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlardı.

Günümüz ve son yıllara geldiğimizde, bir zamanlar tarım ve hayvancılık ülkesi olan ülkemin yetiştirdiği tahılın ülkemize yetmediği, çoğu ürünümüzü dışarıdan ithal ettiğimiz görülmektedir. İthal ettiğimiz bu ürünler ülkede yetiştirilmiyor mu? Her biri bu ülkede ekilip dikiliyor. Burada "Madem bu ülkede ekim dikim var. Buna rağmen dışarıdan niçin ithal ediyoruz diyebiliriz. Dışarıdan gelen ürün, bizim burada yetiştirdiğimiz üründen daha ucuza geliyor. Yani bizim ürünümüz daha pahalı. Garip bir durum değil mi?

Devlet tarım ve hayvancılığı kalkındırmak için her yıl destek veriyor, teşvik açıklıyor, para dağıtıyor, uygun kredi veriyor, çiftçinin kredilerini yapılandırıyor. Doğal afetler dolayısıyla ürünü zarar gören üreticinin zararını karşılıyor, borcunu erteliyor. Sonuç, sıfır elde var sıfır. Biz yine birçok ürünü ithal etmeye devam ediyoruz ve çiftçi de öldüm-bittim diye ağlıyor. Gerçekten bir gariplik yok mu ortada?

Açıklamalara bakılırsa çiftçilik ve hayvancılık yapana devlet durmadan destek veriyor. Çiftçi ise gübre bu kadar oldu, ilaç şu kadar oldu, tohum bu kadar oldu, mazot uçtu gitti; girdi maliyetleri arttı. Tabir yerindeyse "Hakı b.kunu kurtarmıyor" diyor.

Eskiden çoğu kişi geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlarken şimdi kırsal kesimde fazla genç nüfus da kalmadı. Tarım işiyle uğraşan ya ihtiyarlar kaldı ya da belli başlı köklü aileler. Tarımla uğraşacak insanımız kalmadı desek yanlış olmaz. Dua edelim ki bu işleri yapan Suriyeli ve Afganlılar var. Onlar da olmasa ne hayvanları güdecek çobanımız var ne de tarlada çalışacak insanımız.

Tahılın, gıdanın ve etin her geçen yıl silah olarak kullanıldığı günleri yaşıyoruz. Belki de yaşadığımız bu günler iyi günlerimiz. Böyle giderse tarlalarımız ekilip dikilmezse hiç şaşırmam. Çünkü şimdiden ürettiğimizi pahalı yiyoruz. Gıdayı pahalı tükettikçe gıda fiyatlarındaki bu artış, ister istemez enflasyon canavarını azdırmaktadır. Artan gıda fiyatlarından çiftçinin cebine üç kuruş daha fazla girse gam yemeyeceğim. Maalesef bu zamlardan üreticinin cebine para girmiyor.

Tüm bunlardan anladığım hangi ürüne ne kadar ihtiyacımız var, ne kadar ekildi? Verilen teşvikler nereye gitti, yerinde kullanıldı mı? Doğru dürüst planlama ve denetimin yapıldığını düşünmüyorum. Maalesef tüm iyi niyetlere rağmen bu ülkede planlı, programlı bir tarım politikamız yok. Bu ülkenin her türlü ürün ihtiyacının büyük bir kısmı ithal yoldan karşılanacaksa merak ediyorum bu ülkede Tarım Bakanlığı, il ve ilçe tarım müdürlükleri, ziraat odaları niçin var, anlamış değilim. 

* 13/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.