22 Şubat 2019 Cuma

Sınavlarda Kopya ile İmtihanımız

Ne zaman bir kopya meselesi konuşulsa kopyanın bir hırsızlık olduğu söylense hemen biri "Siz hiç hayatınızda kopya çekmediniz mi" diye sorar. Bazıları "Çok çektim" der hatta ballandıra ballandıra hangi dersten nasıl çektiğini anlatır. Aslında geçmişte kopya çekenlerin daha sonradan bunu anlatmasını çok tasvip etmiyorum. Çünkü "Zulme uğramış kimse dışında kişinin yaptığı kötülüğü açıklamasını Allah sevmez" buyurur Allah. En doğrusu yapılan kötülüğün ve çekilen kopyanın insanın içinde kalması, hatta tevbe edilmesidir.

Acizane kopya konusunda hassasım. Notum bol olmasına rağmen sınavlarda kopya çekilmemesi konusunda azami gayret gösteririm. Bana hiç kopya çekmediniz mi öğrencilik hayatında derseniz kopya çekmedim. İster inanın, ister inanmayın. Kopya çekmemem çok dürüst olduğumdan değil: Ya çalıştığım için gerek görmedim ya kopya hazırladım, sınavda ihtiyaç hissetmedim ya beceremedim ya da korktum. Sebep ne olursa olsun iyi ki çekmemişim. Kendim kopyaya yeltenmemekle beraber yanımda, önümde veya arkamda oturup da yardım isteyenlere kah söyledim kah kağıdımı gösterdim kah onun sorusunu kağıdımın boş yerine yazarak kopya çekmesine yardım ve yataklık ettim. Aslında bu da bir nevi kopyadır. Bu bir itiraftır. Allah affetsin. 

Kopya konusunda şimdiki düşünceye öğrenciliğimde sahip olsaydım, başkasına da yardım etmezdim. Çünkü kopya göründüğü kadar masum değildir. Maddi hırsızlıktan daha tehlikeli bir hırsızlıktır. Çünkü ekmek çalan biri aç kaldığı için ekmek çalmak zorunda kalmış olabilir. Açlıktan ölecek değil ya. Ama kopya böyle değildir. Kopya çekmediği zaman bir öğrenci ölmez. En kötü ihtimalle sınıf tekrarına kalır. Bu da dünyanın sonu değildir. Kopyanın içinde kul hakkı vardır, haksız rekabet vardır, yalan söyleme vardır, insanın zaafından faydalanma vardır, gözetmenin gözünün içine baka baka onu ayakta uyutma vardır. Var oğlu var anlayacağınız.

Öğrenciliğim kopyasız geçtikten sonra öğretmenliğimde de kopya konusunda hep hassas oldum. Sınavdan önce kopyanın vebal olduğu üzerine bir ders saatimi ayırıp öğrencilerimden kopyaya yeltenmemeleri gerektiğini işledim. Onlara "Oldukları her bir sınavda aslında iki sınav olduklarını; bunun birinin derslerde yaptığımız sınav, diğeri ise dürüstlük sınavı. Sınıf tekrarına kalmayacağınız bir sınavdan geçer not veya yüksek not almak için dürüstlüğünüzden  ödün vermeyin. Bu sınavın telafisi var. Bunda düşük alır, diğerinde yükseltirsiniz. Ama dürüstlük sınavını kaybetmemeniz gerekir. Önemli olan da ahiret sınavını kazanmanız. Size cenneti şu olduğumuz sınav değil, dürüstlüğünüz kazandıracaktır..." derdim. 

Sınavlarda çok hassas olmama rağmen öğrencilerimden kopya çeken olmuş mudur? Olmuştur mutlaka. Çünkü benim iki gözüm var. Aynı anda birkaç öğrenciyi görebilirim. Çekmek isteyen çekebilir. Çünkü sınıfta onlarca öğrenci vardır. Bir tarafa bakarken diğer taraftan kopya çeken olabilir.

Allah hepimize kopyasız dersler geçmeyi, okulları bitirmeyi nasip etsin. Çünkü dürüstlüğümüz için işe buradan başlamak lazım. Belki de kopya, dürüstlüğümüzden verdiğimiz ilk tavizdir. Bir konuda taviz verilmişse arkası maalesef geliyor.

Ne diyelim? Kopyasız günler hepimize...


21 Şubat 2019 Perşembe

"Yok Bir Şey!"

Bir tanıdığınla karşılaşınca selamlaşmadan sonra "nasılsın" dediğinde "şükür, iyiyim" cevabını almak yaygındır. İyi olmasa da şükretmek bizim kültürümüzde var. "Ne var, ne yok" dediğinde "ne olsun" cevabını almak da eksik olmaz. Herhalde görüyorsun nasıl olduğumu anlamına geliyordur. Bir de Konyalı'nın tabiriyle "ne görün" anlamında "nörün" veya "nöğrün" dersen "nöğreyim" cevabı alman farz gibi bir şey. Yukarıda verdiğim hal-hatırlara verilen cevaplar rutin cevaplar. Hayat normal ediyor demektir. 

Bir diğer hal-hatır sorma yönümüz daha var. Bunun üzerinde durmak istiyorum. Muhatabının moral bozukluğu, yüzünden okununca "neyin var, sen iyi görünmüyorsun, bir şey mi var" dediğinde aldığın cevap "yok bir şey" dir. Bu, "var bir şey" anlamına gelir. Söyle, sende bir şey var deyip üstelesen "yok bir şey, dedim ya" cevabı alırsın kızarcasına. Yanına geliyor ama konuşmak, derdini sana anlatmak istemiyor. Sen üstüne üstüne gittikçe pek söylemek istemez. Derin bir sessizlik olur çoğu zaman. Çünkü "yok bir şey" diyen somurtuyor. Sadece yaptığı çay içmek, içiyorsa arka arkasına sigara içmek. Baktın olmuyor sen de konuşmamaya başlayınca yok bir şey diyen yavaş yavaş açılmaya ve "Aslında var bir şey" demeye başlıyor. Dostun açılmaya kadar verdi ya da üstelesin diye nazlanıyor belli ki. İlk önce konuşmaya tutuk başlar. Konuştukça açılır. Sonuç, yok bir şey ile başlayan konuşma var bir şeye dönüşür.

Bir şey olduğu halde bir insan, yok bir şey diye niye söyler? Bunun farklı farklı nedenleri olabilir:
Konu ailevi bir mesele olduğu için meseleyi arkadaşına açmak istemeyebilir.
Kendisi için önemli olan bir konu arkadaşı tarafından gereksiz görülme endişesi taşıyabilir.
Soruyu sorana kırgın olabilir. Çünkü konu onunla kendisi arasında olabilir. Bir duyum almış olabilir.
Sorun o kadar büyük ki konuşsan da boş. Çünkü çözülecek gibi değildir.
Kendi sorunumla başkasını rahatsız etmeyeyim düşüncesi olabilir.
Sorun, kendisini o kadar etkilemiş ki psikolojisi konuşmaya müsait değildir.
Sorun, şimdilik gizli kalmalı. Zamana yayarak kendi içinde halletmeye çalışabilir.

Denemesi bedava. Yok bir şey diyen kimseye biraz üsteleyin. Yok bir şeyin altından kuvvetle muhtemel var bir şey çıkar.

Öldükten Sonra Cenazenizin Nereden Kalkmasını İstersiniz?

Her türlü sıkıntısına rağmen ölmemek için bu hayata tutunmaya çalışıyoruz. Ama ne kadar çabalasak da ölümden kaçış yok. Er veya geç bir gün her canlıyı yakalayacak.

Öleceğiz ölmesine ama nasıl öleceğiz? Nerede, ne şekil ruhumuzu teslim edeceğiz? Doktorlar ölüm sebebimize ne yazacak? Cenazemize katılım olacak mı? Hangi mezara gömüleceğiz? Bunlar bizden sonra geride kalanların bilebileceği bir şey. Zira ölenin bunları bilme durumu yok. Gerçi öldükten sonra ne şekilde ölmüşsün, cenazen nereye defnedilmiş, cenazene kimler katılmış...çok önemli değil. Gücün yetiyorsa salın içine girme. Benim size önerim bu şekilde.

Sizin için belki fark etmez ama öldükten sonra cenazeniz için şöyle mükellef bir veda töreni yapılsa… Evinizin önünden eş ve dost ile sessiz sedasız mezarlığa götürülme yerine Meclisin önünden canlı yayınlar eşliğinde cenazeniz kılınsa nasıl olur?  Eski ve yeni tüm siyasi aktörler arkanda saf tutsa herhalde fena olmaz. Hem bu vesileyle birbirinden hazzetmeyen siyasi partilerin temsilcileri yan yana seni uğurlamış olurlar. Böyle bir tören, senin için de bir itibar olur. Belki zamanında Mecliste görev yapamamış, lokantasındaki 550 çeşit yemekten tatmamış olabilirsin. En azından öldükten sonra cenazen eski ve yeni vekillerin önünde beklerken siyasilerden biri eline mikrofonu alıp "Bu faninin verdiği oylar sayesinde biz bu Meclis çatısı altında toplandık, yemek ve maaş dahil her türlü imkanlarından faydalandık, dokunulmazlıklarından yararlandık. Kendi yemedi, bize yedirdi. Bizim kadar maaş almadı. Kendisi yerine bize bakmayı tercih etti. Şu anda önümüzde duran mevta bizim velinimetimizdir. Vekili olarak gelin şu asılın arkasında saf tutup onun için dua edelim, ona olan son görevimizi yerine getirelim" der. Namazın ardından nereye defnedileceksek uçakla o şehre götürülüp defnedilsek... Ağzınızın suyu aktı, hatta gerçekmiş gibi ölmeyi bile düşündünüz biliyorum. En azından ben böyle kaldırılmayı isterdim. Kendi kendime "Bak ölmeden önce kıymetim bilinmedi ama öldükten sonra değerim anlaşıldı" derdim.

Olur mu olur? Niye olmasın! 600 vekilden biri bize acır, Meclise bir kanun teklifi verir. Gerekçesinde "Arkadaşlar! Vekil olan bizlerin cenazesi Meclisten kalkarken asılımız olan milletin cenazesinin Anadolu'nun ücra köşesinden sessiz sedasız kalkması halkçılık ilkemize aykırıdır. Gelin bundan sonra ölen velinimetlerimize son görevimizi Meclisin önünden yapalım. Bu kanunla en azından vekil ile asılın ölürken eşit olduğu ortaya çıkacaktır" şeklinde bir açıklama yaparsa 600 vekilin oyuyla bu kanunun Meclisten oy birliğiyle geçeceğine inanıyorum.