21 Şubat 2019 Perşembe

Kibir Afettir *


Gaziantep Nizip'te görev yaparken oturduğum evi değiştirmem gerekiyordu. Kiralık ev aramaya koyuldum. Bir yerde boş bir evin olduğunu duydum. Bir öğretmen arkadaşla birlikte ev sahibinin ziline bastık. Kapıyı 50-55 yaşlarında bir teyze açtı. 

Eve bakmak istediğimizi belirterek kendimizi tanıttık. Teyze, evin anahtarını alarak boş daireyi en ince ayrıntısına kadar gösterdi. Evin her bir köşesini gördükçe hayran kaldım. İçerideki oda sayısını unuttum. Ev için hiçbir masraftan kaçınılmamış. Evi gördükten sonra teyze! Kira olarak ne düşünüyorsunuz dedim. Söylediği rakamı da unuttum. Ama unutmadığım bir şey var. İstenen kiranın aldığım maaştan yüksek olduğuydu. Teyze! Ben bir öğretmenim. Tek maaşla çalışıyorum. Kira benim için yüksek ama evinizin kirası bu fiyata değer. Çünkü eviniz çok konforlu ve kullanışlı. Bu durumda sizi rahatsız ettik, dedim. "Önemli değil yavrum! Biliyordum tutamayacağınızı" dedi. İyi günler diyerek evden ayrıldık.

Yolda giderken bize ev gösteren hanım teyzeyi düşündüm. Nasıl düşünmem? Zengin, görgülü ve yaşantı bakımından toplumun üst kesiminden olduğu hal-hareket ve konuşmasından belli olan kadın, evi tutamayacağımızı bilmesine rağmen  bir tevazu örneği göstererek bize evini gösterdi. Tevazu sahibi diyorum. Gerçekten öyle. Eve bakmadan öğretmen olduğumu söylemiştim. Öğretmenin aldığı maaş belli. Bize evi göstermeden "Kuzum, siz bu maaşla bu evi nasıl tutacaksınız, bu evin kirası şu kadar. Lütfen beni oyalamayın" diyebilirdi. Böyle deseydi kibrini göstermiş olurdu. Ama teyze mütevazılığı seçti ve insanlığından bir şey kaybetmedi.

Günümüzde kibri yüzüne sirayet etmiş, insanlara tepeden bakan bazı bürokrat ve makam sahiplerini görünce 92 yılında evine baktığım mütevazı teyze gözümün önüne geldi. Gerçekten öyle koltuk sahipleri vardır ki yanına yaklaşabilene aşk olsun. Seninle konuşursa itibarının kaybolacağı endişesini taşıyor. Halbuki insanın itibarı konuştuğu insanlarla artmaz ve azalmaz. Ona itibar katan mütevazı insan yönüdür. İnsan ne oldum delisi olmamalı, ne olacağım demeli. Bir gün kendisine  itibar kazandırdığını sandığı makam, altından kayıp gittiğinde bugün kendisine taltifte bulunanlar ve gözlerine girmeye çalıştığı insanlar kendisini görmeyeceklerdir. Bu tür makam sahipleri unutmasınlar ki bugün kendilerine verilen koltuklar o işe çok layık oldukları için değil, sadık oldukları için verilmiştir. Sadakatlerine devam ettikleri müddetçe o koltuğa bağlı kalırlar. Kendilerinden daha sadık biri bulununca o koltuklar kendilerinden alınır. Bu durum teşbihte hata olmasın, tıpkı kapının önündeki köpeğe benzer. Köpek ev sahibine sadık olduğu ve efendisi tarafından verilen görevi yaptığı müddetçe evin önünde bağlı kalır. Hane sahibi daha iyi bir köpek bulunca öncekine yol verir.

Durum bu iken bir koltuk uğruna kibre, büyüklenmeye, makamca kendisinden daha aşağıda olanlara kapıyı kapatmanın bence bir gereği yok. Çünkü bugün kendilerine verilen koltuklar birer emanettir. Emanete ihanet yakışmaz. O koltuklar derdi ve talebi olanlara da açık olmalıdır. Oralar gönül eğlendirme ve egolarını tatmin etme yerleri değildir. Dikkat edin! Kibir afettir. Tüm kazanımları yok eder. Şeytanı bitiren de budur.

* 26/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Tabela Partilerini Şimdi Daha İyi Anladım *


Hep düşünmüşümdür, girdiği her seçimde bir varlık gösteremeyen bizde yığınla siyasi parti var. Diyelim ki siyasete bir soluk getirmek ve siyasette temsil ettiğim benim görüşüm de var olacak denir, partiler kurulur ve Türkiye çapında teşkilâtlanılır. Bir, üç, beş seçime girdi. Ama hiçbirinde kendini gösteremedi ya da birkaç seçim gösterdi, tabanını kaybetti. Kurulan bu tür partiler niçin fesih yoluna gitmez? Bildiğim kadarıyla 90'ın üzerinde bu şekil partimiz var. Dört-beş partinin dışında hemen hemen hepsi birer tabela partisi bunların.

Bereket bu tabela partilerinin hepsi seçime katılmıyor. Bir an için bu partilerin hepsi seçime girse YSK'nın sandıkta seçmen tarafından kullanılmak üzere bastıracağı birleşik oy pusulasının uzunluğunu gözünüzün önüne bir getirin. YSK her bir partiye bir cm'lik bir sütuna yer verse oy pusulasının uzunluğu en az 90 cm olur. YSK böyle bir pusulayı bastırdı. Ne zarfa girer ne de kabine giren seçmen partisini bulur. İşte o zaman çık çıkabiliyorsan bu işin içinden! Niye varlar, niçin varlıklarına devam ettiriyorlar diye hayret ettiğimiz bu tabela partilerine, seçime girmemeleri yönüyle ne kadar teşekkür etsek azdır. Seçime girmeyerek ülkeye ne büyük katkıda bulunduklarını bilmemek için insanın saf olması lazım. 

Şükür ki her seçimde 12-15 arasında bir parti seçime giriyor. Diğerleri seçime bile girme gereksinimi duymuyor. Tabela partilerinin çoğu Türkiye çapında teşkilatlanma yoluna gitmiyor, bu yüzden pek masrafları olmuyordur. Ama tabela partilerinin bir kısmı ülkenin her ilinde örgütlenmiş durumda. Bunlar bildiğim kadarıyla hazine yardımından mahrumlar. Ne yerler, ne içerler, masraflarını nereden ve nasıl karşılıyorlar bilmiyorum. Sadece teşkilat binalarının kiraları bile bu partilere kısa zamanda iflasa götürür. Ama içlerinde müflis yok. Bu paranın kaynağı nereden geliyor, anlamak zor. Ama bir gün bu merakımı gidereceğim.  Nasıl derseniz? Bir tabela partisi kurarak... Çünkü ancak o zaman gelir ve gider ayan beyan ortaya çıkar.

Düşün düşün bir türlü varlık sebeplerini anlayamadığım tabela partilerinin, siyasi hayatımızda niçin hala varlıklarını devam ettirdiklerini geç de olsa galiba anlamaya başladım. Bu partiler stepne görevi yaparak demokrasiye katkıda bulunuyor ve bu vesileyle adlarından söz ettiriyorlar. Nasıl ki her seçimde aday yapılmadığı için partisine küsen ve kızan aday ve belediye başkanı eksik olmuyor. Bu cevherler üyesi bulundukları partiden aday gösterilmeyince ne yapacaklar? Çekilip köşelerine otursalar küflenip giderler ve memleket bir hizmet aşığından  mahrum kalır. Böyle bir duruma tevessül vatana ihanet demektir. Çünkü bu vatan  onlardan hizmet bekler. İşte bu durumda bu stepne partilerine gün doğar. Küskün ve dargınlar bunların kapısını çalar ve adı-sanı duyulmayan bu partilerden aday olur. Kazanır mı kazanmaz mı bilmiyorum ama böylesi durumlarda parti, adından söz ettirerek ilgi odağı olur. Reklam reklamdır. Gördüğünüz gibi reklamın kötüsü olmaz. 

Tabela partilerini sadece küskün ve kırgınlar ziyaret etmiyor. Kendi partisinden adaylığı, YSK tarafından belirlenen saatte ilçe seçim kurullarına yetiştirilemeyen adaylar da aşındırabiliyor ve bu partiler kendi adaylarını çekerek daha güçlü olan mağdurun gönlünü de alıyor ve oy oranını, sayesinde artırma yoluna gidebiliyor. Bekleyip göreceğiz sonuçları hep birlikte.

Bu ve benzeri nedenlerle bu tabela partilerinin misyonunu anlayabiliyorum. İyi ki varlar! Yoksa maazallah, partisinden aday yapılmayan, takvimde belirtilen saatte adaylık müracaatı yapılamayanlar ne yapacaklardı? Siz siz olun, adına ister tabela partisi  veya stepne parti deyin, ama asla küçümsemeyin. Çünkü bir gün gelir, bu partilere gün doğar.

*23/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





20 Şubat 2019 Çarşamba

Bu Koltuğu İstiyorum ***


—Gel bakalım yeğenim! Ben istediğim yere geldim. Güçlü bir yerdeyim. Şimdi dile benden, ne istersen söyle?

—Canının sağlığı dayıcığım! Sana iyi çalışmalar!

—Olmaz yeğenim! İste benden bir şeyler... Ben burada etkili bir durumdayken sana bir iyiliğim dokunsun...

—Ne isteyeyim dayı?

—Serbestsin.

—Bir koltuk olur mu?

—Neden olmasın, yakışır yeğenime! Yeter ki boş bir koltuk olsun!

—TBMM başkanlığı?
—Bunun için önce vekil olman gerekir. O kadar uçma. Kendi alanınla ilgili iste. Orada benim gözüm var. Üstelik yakışır da…

—Milli Eğitim Müdürlüğü olur mu?

—Olur, niye olmasın! Ama yapabilir misin? Bunun için vizyon ve misyona sahip olmalısın. Ayrıca bu koltuğu doldurabilecek ehliyet ve liyakat var mı sende?

—Neden olmasın! Saydıkların fazlasıyla var bende. Ayrıca bu makama gelenlerin hepsinde -ne demekse o dediğin- vizyon ve misyon var mı? Sonra herkes bu işi yapabiliyor iken niçin bana gelince yapabilir misin deniyor ve ehliyet ve liyakat aranıyor? O makama oturanların hepsinde bunlar var mı?

—Fazla karıştırma oraları!

—Tamam, o zaman Milli Eğitim Müdürlüğünü istiyorum.

—Yeğenim, yapamazsın. Zor o makamlar! Göründüğü gibi değil. Seni yakmak istemem.

—Dayıcığım, niye zor olsun! Bu işler sana anlatıldığı gibi değil. Ben bu iş için bulunmaz bir kumaşım. Niye yapamayacakmışım?

—Haydi aracı oldum, o koltuğa oturdun, neler yapacaksın? Bir anlat bakalım.

—Bir defa, başta sen olmak üzere beni bu koltuğa layık görenler ve kendimden üstte olanlarla iyi geçineceğim. Onların bir dediğini iki etmeyeceğim.

—Başka?

—Şehrimde hatırı sayılır elit insanların öğretmen olan aile efradını koruyup kollayacağım. İster gelini-damadı, ister oğlu-kızı olsun; bunların haftalık ders programlarını onları memnun edecek şekilde hazırlamaları için aracı olacağım. Yaptığı programda bu tür özel öğretmenleri memnun etmeyen okul müdürlerini önce uyarır, yapmazsa görevden alırım. Bu konuda asla taviz vermem ve huzurumu bozmam. Benim huzurum kaçacağına bir başkasının huzurunu kaçırırım.
—Başka?

—Hangi okula, hangi yöneticiyi vereceğimi belirlerim, beğenmediğimi alırım. Yerine bir başkasını getiririm. Bir yere müdür atayacağımda okulu yaptıran hayırseverin veya onun yakınlarının isteklerini gözetirim. Atadığım müdürü beğenmezlerse hemen o müdürü arar, istifasını isterim. Hayırsever ve yakınları kimi isterse onu getirir, o koltuğa oturturum.

—Başka?

—Bir okulu ziyaret ettiğimde o okula hizmette bir kusur görürsem o müdürü yerin dibine geçiririm. Mesela benim oturacağım masaya, masa örtüsü ayarlamayan müdürü anasından doğduğuna pişman ederim ki bir daha beni masa örtüsü olmayan masaya oturtmasın. Yapamıyorsa çeksin gitsin. O gitmezse zaten ben alırım. Yerine, bekleyenlerden birini görevlendiririm hemen.

—Peki yeğenim! Fakat bu anlattıklarının içinde ben eğitim ve öğretimi göremedim.

—Dayı! Dikkatini çekerim, eğitim ve öğretimi öğretmen yapacak, ben değil. Ben sadece protokol takılacağım. Zaman zaman da seni desteklemek için siyasi paylaşımlarda bulunurum. Bu iyiliğimi de unutma. Bir vefadır ne de olsa…
—Maşallah yeğenim! Sen baya hazırlamışsın kendini bu işe. Sende ne cevherler varmış böyle! Bunları nereden öğrendin?

—Teşekkür ederim dayıcığım. Sana çekmişim. Fakat o koltuğu yönetmek için illaki hazırlık yapmam gerekmiyor. Mevcut bazılarının yaptıklarını taklit etmem yeterli. Hasılı, benim bu konuda en iyi öğretmenim onlar. Üzüm, üzüme baka baka kararır.
—Anladım yeğenim! Yine de bu işin gelişi kadar bir de gidişi var. Giderken kubbede hoş bir seda bırakmak iyi olmaz mı?
—Dayı! Yapma Allah aşkına! Her giden o dediğin kubbede bir hoş bir seda mı bıraktı sanki? Bana gelince dürüstlük abidesi kesilmeyin.
—Anlaşıldı yeğenim! Yalnız göz kırptığın koltuğa bir büyük geldi. Annenin hatırına sana bir yer bulacağız artık!



***23/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.