4 Kasım 2018 Pazar

Evlilere, Evleneceklere ve Anne-Babalara... ***

Fıkra seversiniz umarım? Kim sevmez ki hele hazırcevaplılığıyla nam salmış Nasrettin Hoca’ya aitse sevilmez mi? İçinde zeka kokan espri yüklü, güldürürken düşündüren bu fıkralar yerinde ve zamanında kelamı kibar bir şekilde taşı gediğine koyarcasına anlatılırsa tadına doyum olmaz. Kıssadan pay almak isteyen herkese Hoca’nın söyleyecek sözü vardır. Tabi almak isteyenlere! Almak istemeyenlere davul zurna bile azdır.

Malumunuz bugünlerde aile içi kavgalar, şiddet olayları gündemde. Her alanda olduğu gibi bu alanda da Hoca’nın okunmaya değer fıkraları vardır. İzninizle yazımı Hoca’nın doyumsuz fıkralarına bırakacağım:

Bir gün Hoca’nın evlendirdiği kızı evine küs gelir. Biricik kızı iki gözü iki çeşme ağlamaktadır. Aralarında şu konuşma geçer:
---Kızım ne oldu?
---Kocam bana tokat attı.
---Niçin dövdü?
(Anlattıklarından kızının suçlu olduğunu anlayan Hoca, hiç beklemediği anda kızına bir tokat atar ve)
---Git o kocana söyle: O benim kızımı döverse ben de onun karısını döverim.
(Umarım bu fıkradan koca ve Hoca şiddet uygulamış, biz şiddete karşıyız sonucu çıkarılmaz. Tıpkı sizin gibi ben de şiddete karşıyım ama burada Hoca, yangına körükle gitmemiş, kızına karşı korumacılık yapmamış ve evliliğin devamından yana bir tasarruf ortaya koymuştur.)
***
Nasrettin Hoca iki kızını gurbete vermiştir. Bir gün hanımı “Hocam! Kızlarımı bir ziyaret etsen, ne yerler ne içerler, durumları nasıldır bir öğrensen” der. Hoca biner eşeğine. Kızının birinin evine varır. Damat yoktur evde. Hoca ile kızının arasında şu diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çiftçilik yapıyoruz. 100 dönüm ekin ektik, hasadın iyi olması için şimdi bol bol dua ediyoruz, yağmur bekliyoruz. Şayet yağmur yağmazsa işimiz kül, anam ağlar…
---Kızım! Allah yardımcınız olsun, der Hoca ve diğer kızının meskun mahalline gitmek için yola çıkar ve o kızının evinde de o kızıyla aynı diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çömlekçilik yapıyoruz. Şu kadar çömlek yaptık. Bunları kurutup satacağız. Geçimimizi bu şekil sağlıyoruz. Şayet çömlekler kurumadan yağmur yağarsa anam ağlar…
---Kızım Allah yardımcınız olsun, diyerek evine döner ve hanımı sorar:
---Bey! Kızlarım nasıl?
---Hanım! Kızların iyi olmaya iyi. Ama bu aralar yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmur yağmasa da sen ağlayacaksın, der.

(Anne ve babalar için evliliklerde asıl olan çocuklarının mutluluğudur. Onlar mutlu olmazlarsa bunun ceremesini “Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar” sözünde de ifade edildiği gibi tarafların anne ve babaları çeker. Evliliklerini devam ettirmeyi düşünmeyen ya da sürekli kavga edip birbirini huzursuz eden çiftler, kendileriyle beraber kimleri de mutsuz edeceklerini hesaba katmalılar. Kavga edilecekse ondan sonra yapmalılar.)

Bu iki fıkra başta evliler, evlenecekler, tarafların anne-babaları ve yangına körükle giden üçüncü şahıslara gelsin.

*** 13/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Bunun Adı Trafik Kazası mı, Evlilik Kazası mı yoksa İntihar mı? **

İnternet haberlerine bir göz atarken “Karı koca kavgası böyle bitti! Yara almadan çıktılar” başlığı dikkatimi çekti. Haberin detayını okuyunca “Seyir halindeyken sebebi bilinmeyen bir nedenle aralarında tartışma çıkan çift yol kenarındaki su kanalına uçar, arabaları yan yatan çift yara almadan çıkar ve sağlık kontrolü için götürüldükleri hastanede birbirinden şikayetçi olurlar. Bunun üzerine polis çifti karakola götürür.” (internethaber) Normal bir aile kavgası, neresi dikkatinizi çekti diyebilirsiniz. Bana göre haber baştan sona ilginç ve bir o kadar da ibretlik. Üzerinde durulması gerekir.

Su kanalına uçtuktan sonra yara almadan kurtulan çiftin ne çektiğini bir Allah bir de kendileri bilir. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar. İzin verirseniz ben buzdağının görünen kısmını ele almaya çalışacağım:

Ne hayallerle bir araya gelip hayatlarını birleştiren çiftimiz anlaşılan mutlu değil, kaç yıldır evliler, çocukları var mı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, evlilikleri kavga ve gürültü üzerine yürüyor. O kadar çok kavga ediyor olmalılar ki ev ve barkta, park ve bahçelerde, ayakları yere basan yerlerde yaptıkları kavgalar yeterli olmamış olmalı ki ayakların yerden kesildiği, canlarının dört tekere emanet olduğu arabanın içinde ve seyir halindeyken kavgalarını devam ettiriyorlar. Neyi paylaşamadılar da bu şekilde ölüme davetiye çağırırcasına seyir halindeyken kavgaya tutuşuyorlar? En ufak bir dikkatsizliğin kazalara sebebiyet verdiği bir ortamda aynı yastığa baş koymuş, evliliklerini başa kadar sürdüreceklerine dair şahitler huzurunda verdikleri sözü bir tarafa bırakarak intihara kalkışıyorlar. İntihar diyorum çünkü seyir halindeki bir araç içinde kavga etmenin bir başka izahı olamaz. Keşke kavga nedenleri incir çekirdeğini dolduran bir kavga olsa yine gam yemeyeceğim. İçlerinden bir tanesi de aklını kullanıp aracı sağa çek, önce kavgamızı yapalım demiyor.

Çiftler aracın içinde kendilerini kaybetti, sinirleri tavan yaptı, kavga ettiler diyelim. Kaza yapıyorlar, araçları su kanalına uçup yan yatıyor, görenlerin haber vermesiyle hastaneye götürülüyor. Yaşadıklarından dolayı “Biz ne yaptık böyle! Şükür yaşıyoruz, burnumuz bile kanamamış, demek ki verilmiş sadakamız varmış, büyük bir facia atlattık, Allah bizi birbirimize bağışladı, bundan sonraki hayatımızı birbirimizi üzmeyecek şekilde devam ettireceğimize gel söz verelim, bizim bu araçtan sağ çıkmamız bize bir uyarıdır. Zira bir musibet bin nasihatten iyidir” deyip birbirlerine sarılacakları, birbirinden özür dileyecekleri, sevinç gözyaşı dökecekleri, ‘bir daha mı tövbe’ diyecekleri yerde çiftimiz hiçbir şey olmamış gibi hızlarını alamayıp birbirinden şikayetçi oluyorlar.

Başlarına gelen bu musibetten hala ders almayıp dediğim dedik, ben haklıyım kavgasını yapanlar, birbirlerini şikayet ettikleri zaman toz liman olan hayatları, sütliman mı olacak? Bugüne kadar göremedikleri ya da birbirlerinden esirgedikleri mutluluğu polis mi verecek, adliye mi verecek? Bu kadar gözü dönmüşlük neyin nesi? Yazık gerçekten! Başta bu çift olmak üzere bu yolun yolcuları şunu bilsinler ki kendilerinden başka kimse kendilerine mutluluk dağıtmaz. Hele karakol ve adliye hiç vermez, sorunu çözmez. Yaptıkları sadece anlaşamadıklarının tespitini yapar. Bunu zaten çiftler beceriyor. Sonuç, başlarının belası çözümsüzlükle yine kendileri karşı karşıya kalırlar.

Şunu anladım ki insan denen varlığın kendine ve evlendiği eşine yaptığı kötülüğü kimse kendilerine yapmaz.  Hayatlarına kıyacak kadar kavgaya tutuşup ölüme koşan çiftler merak ediyorum bu hayat sadece kendilerinden mi ibaret? Anne-baba ve çocukları bu işin neresinde? Kendilerinin mutluluğunu görmek istemenin ötesinde hiçbir beklentisi olmayan anne ve babalarını da mı düşünmüyorlar? Bu kadar mı bencilleşti bizim insanımız/çiftlerimiz? Hayatı bu şekil kendilerine ve ailelerine zehir edeceklerine “dinin yarısı denen evliliğe” hiç adım atmasalar daha iyi olur. Çünkü boy ve bosları, yaşları büyüse de sorumluluklarını taşıyacak yaşta değiller. Yok illa evleneceklerse ilk önce büyümeleri gerekiyor. 

** 04/11/2018 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

Şiddet Sarmalından Nasıl Kurtuluruz? ***

—Azizim! Biliyorsun bu ülkede kadına, çocuğa, doktora, öğretmene şiddet ve öğretmenin öğrenciye şiddeti var, trafikte şiddet var. Var oğlu var maalesef. Gün geçmiyor ki ajanslar bu şiddetten birini  haber olarak vermemiş olsun. Özellikle kadına şiddet çok revaçta. 
—Şiddet her tarafımızı sarmış durumda. Yediğimiz, içtiğimiz şiddet dense yeridir.
—Şiddetle bu şekilde iç içe olmamızın sebebi nedir?
—Bu işin uzmanı değilim. Ama tecrübelerime dayanarak bunun birkaç nedenini söyleyebilirim. Bunlardan ilki küçüklükten itibaren ev ortamında, sokakta, okul vb. yerlerde ya şiddete maruz kalmamız ya şiddete maruz kalanı görmemizdir.
—Şiddet görmemiz ne alaka?
—Alakası, şiddet gören şiddet uygular. Çünkü gördüğümüz şiddet bilinçaltımıza yerleşir. Sıkışıp darda kaldığımız zaman "Bunu uygula" dercesine imdadımıza yetişir.
—İkincisi nedir?
—Dar bir kelime hazinesine sahip oluşumuz.
—Yani?
—Toplumumuzun geneli ortalama 200 kelimeyle konuşur. Kendimizi ifade etmekte zorlanırız. Yerine kullanacağımız kelime aklımıza gelmeyince çoğu zaman imdadımıza "şey" yetişir. Şey de olmasa işimiz kül. Neredeyse her birkaç cümlemizde şeye yer veririz. 
—Kelime hazinemizin kıtlığının şiddetle bağını kuramadım.
—Bence alakası büyük. Çünkü kelimeler kendimizi ifade etmemiz için birer araçtır. Mevcut dağarcığımız kendimizi ve derdimizi anlatmakta yeterli gelmiyor, bir müddet sonra aynı kelimelerle kendimizi tekrarlamaya başlıyoruz. Karşımızdakine de meramımızı anlatamayınca yani aciz kalınca önce sesimizi yükseltip rakibimizi susturmaya çalışıyoruz. Aslında kabul etmesek de sesimizi yükseltmemiz bir nevi şiddet uygulamaktır. Gerildiğimizin dışa vurumudur. Ardından şiddete başvurmamız gelir.
—Başka?
—Bencilliğimiz, empati yapmayışımız, başka fikir ve görüşlere açık olmayışımız gururumuz vs. Bu da şiddeti tetikleyen nedenlerdendir. İlla benim dediğim olacak bencilliğidir bu. Kendi aklımıza aşık olmamız da diyebiliriz buna.
—Başka var mı?
—Şiddete başvuranlara verilen cezanın caydırıcı olmaması.
—Başka?
—Karşı tarafı dinlemek istemeyişimiz ve ona önem vermeyişimiz.
—Başka kaldı mı?
—Bu kadar neden yetmez mi? Şiddet ortamında büyümemiz, kendimizi ifade etmede zorlandığımız kıt kelime hazinemiz, bencilliğimiz, gururumuz, iletişim yollarını kapalı tutmamız, hatamızı kabul etmek istemeyişimiz, karşı tarafı suçlamamız, sinirimize hakim olamayışımız ve yapanın yanına kar kaldığı ceza sistemimiz tüm bunlar bizi patlamaya hazır bir bombaya dönüştürüyor. 
—Şiddetin tedavisi yok mu?
—Zor ama imkansız değil. Bunun için yukarıda saydığım nedenleri yok etmekle ve birbirimizi dinlemekle işe başlayabiliriz. Karşı tarafın da haklı olduğunu düşünebilmeliyiz, birbirimize empati yapabilmeliyiz. Kısacası her şeyi ayrıntısına varıncaya kadar sakin bir ortamda konuşabilme becerisini hayata geçirebilmeliyiz. Tek çare iletişime açık olmamız.
—Aslında bu saydıklarını yapmak çok kolay!
—Kolay da biz zoru seçiyoruz. Hayatı hem kendimize hem çevremize zehir ediyoruz.
—Zor adamız vesselam!

*** 10/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.