3 Kasım 2018 Cumartesi

Şiddet Olaylarında Sadece Sonucu Tartışmak Ne Derece Doğru? ***

Yeni nesil pek bilmese de futbola biraz ilgisi olan eskiler bilir: Cezayir asıllı Fransız bir futbolcu vardı: Zinedine Ziyade. Futbol kariyeri başarılarla dolu bu futbolcu FİFA tarafından 1998, 2000 ve 2003 yıllarında yılın oyuncusu, 2004’te de UEFA tarafından yapılan bir internet oylamasında son 50 yılın en büyük futbolcusu seçildi.

Orta sahada oyun kurucu olarak görev yapan Zidane, oynadığı oyunun yanında efendiliğiyle de nam salmış bir futbolcu iken 2006 yılında Fransa-İtalya arasında oynanmakta olan Dünya Kupası maçında rakip futbolcunun göğsüne kafa atarak kırmızı kart gördü ve oyun dışı kaldı.  Gördüğü kırmızı karttan dolayı 5 maç ceza aldı ve başarılarla dolu futbol hayatını noktaladı.

Maçı yöneten hakemin Zidane’ye kırmızı kart göstermesi yerinde bir karardı. Hakem gördüğüne düdük çalmıştı. Maçı siz yönetseniz siz de kırmızı kart gösterirdiniz bu harekete. Çünkü maçta Zidane rakibe kafa atmış, şiddet uygulamış ve suçluydu. Maçtan sonra Zidane, “Rakip futbolcunun formasından tuttuğunu, kendisine ‘Formamı çok istiyorsan maçın sonunda veririm’ dediğini, İtalyan futbolcu Marco Materazzi’nin ise ‘Fahişe olarak kız kardeşini tercih ederim’ dediğini ve bunun üzerine kafa attığını” açıkladı. Maçın üzerinden bir yıl geçtikten sonra bir açıklama yapan Materazzi, Zidane’nin iddiasını doğruladı.

Şimdi kafa atmayı değerlendirirsek tamam rakibe kafa atmak doğru değil, cezası direk kırmızı karttır. Çünkü Zidane suçludur. Ayrıca bu hareketin savunulacak bir tarafı yok. Burada sormamız gereken bir başka soru daha var: Suçlu sadece Zidane mi? Rakip futbolcunun suçu yok mu? Materazzi’nin söylediği yenilir yutulur cinsten mi? Kız kardeşinize biri fahişe dese bu durumda siz ne yaparsınız? Tebrik ederim sizi mi dersiniz yoksa “En güzeli sabır” deyip çeker gider misiniz? Burada İtalyan futbolcu Materazzi, verdiği cevapla Zidane’yi tahrik etmiştir. Bildiğim kadarıyla bu tahrikten dolayı bu futbolcu ceza almadı.

Şimdi Zidane ve Materazzi arasında maç esnasında cereyan eden bu olayı aklımızın bir köşesine yazalım. Kendi kendimize bir soru soralım: Tüm şiddetlerde bir tahrik yok mu? Şiddet uygulayan kadar tahrikçinin suçu yok mu? Hiçbir şey yokken durduk yerde şiddete başvuran bir insan yüzde yüz hastadır ve tedaviye muhtaçtır. Teşbihte hata olmasın, şiddeti savunduğum, onu haklı bulduğum falan çıkarılmasın buradan. Bana göre bir yerde şiddet varsa onun tahrikçisi de vardır. Hatta bizim yargımızda ceza indirimlerinden biri de suçta tahrik olup olmadığıdır. Mutlaka tahrik hesaba katılır. Özellikle siyasi cinayetlerde katil bulunsa da yargı, bu cinayetin azmettireni kimdir sorusuna cevap bulmaya çalışır. Bunun için tarafları dinler, iz sürer, çapraz dinleme yapar, sonunda bir karar açıklar. Hatta azmettiren daha fazla ceza alır.

Nereye gelmek istiyorsun derseniz ülkemizde malumunuz şiddet eksik olmuyor. Bu şiddet ister kadına, ister çocuğa vb olsun şu ya da bu şekilde devam ediyor. Devlet ricali başta olmak üzere hep birlikte şiddet uygulayanı telin edip cezalandırma yoluna giderken bu şiddet olaylarında tahrikin olup olmadığını da araştıralım. İnsanları tek taraflı yargılayıp asıp kesmeyelim. Şiddet uygulayanı yerin dibine geçirirken diğer tarafa sadece mağdur gözüyle bakmayalım. Şiddet uygulayanı idam sehpasına çıkarmadan önce şiddete maruz kalanın da ne yaptığını sorgulayalım. Dayakçıya haklı olarak ceza verirken mağdura da “Sen şöyle yapmak/davranmak suretiyle suçlusun” diyelim.

Anlatmak istediğim şiddet olaylarında sadece sonucu tartışmaktan ziyade sonuca giden evreleri de dinlemekte fayda var. Çünkü tek başına sonuca odaklanmak bizi sağlıklı sonuca götürmeyebilir. Amaç bağcıyı dövmek değil, üzüm yemekse şiddet olayını enine-boyuna irdelememiz gerekiyor. Bu şiddet olayını kıssadan hisse diyebileceğimiz bir fıkra ile bitirelim. Hem gülelim hem de düşünelim: Nasrettin Hocanın kızı ‘Kocam beni dövdü’ diye ağlayarak eve gelir. Hoca önce kızını dinler. Bakar ki kızı suçlu ve hoca evliliğin devam etmesini ister. Ardından bir tokat da hoca atar kızına ve ona ‘Git o kocana söyle! O benim kızımı döverse ben de onun karısını döverim’ der.

*** 08/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Kadına Şiddet Konusu *

Zaman zaman ateşi düşse de kadına şiddet konusu bu ülkenin gündeminden hiç düşmüyor. Hele şiddet gören ünlü biriyse TV'ler ilk haber olarak veriyor, adına programlar yapılıyor, kadın dernekleri arka arkaya açıklama üstüne açıklama yapıyor.

Ne zaman kadına şiddet konusu gündeme gelse yapılan açıklamalarda "Kadına değer verilmediği, kadınların sesini yükseltmesi gerektiği ve erkeğin suçlu olduğu, şiddet gören kadınların şu numarayı araması gerektiği" işlenir. Kadına şiddetin ne kadarı basına yansıyor ve savcılığa şikayet ediliyor bunu bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var: Şiddet gören bir kadın, kocasından şikayetçi olunca kocanın bir müddet hanımının yanına yaklaşması yasaklanıyor. Bu tip yasaklamaların bir kısmı beraberinde kadını öldürmeye kadar götürebiliyor. Öldürme olmasa da bu durumdaki aile daha sonra bir araya gelse bile kaç ailenin evliliği sağlıklı devam ediyor?

Kadına veya bir başkasına şiddeti tasvip edecek değilim. Zira şiddetin savunulacak bir tarafı yoktur. Gönül ister ki başta kadın olmak üzere canlı olan hiçbir varlık şiddet görmesin. Biz görmesin diyoruz ama onca tepki ve cezaya rağmen her türlü şiddet azalacağı yerde artış gösteriyor. Kadına şiddet konusunu engellemek amacıyla kurulan derneklerin mücadelesi, şiddet üzerine yapılan programlar, konuşmalar, suç duyuruları yapılmasına rağmen hemen hemen her gün TV'lerde görüntülü bir şekilde şiddet haberlerini işitmeye devam ediyoruz. 

Şiddet kesilsin diye yapılan program ve haberler acaba şiddeti teşvik mi ediyor? Bu sorum belki size garip gelebilir ama kamuoyunda duyarlılık oluşsun, tepki çeksin, yapanın yanına kar kalmasın, kadına uzanan eller kırılsın amacıyla işlenen bu konu öyle zannediyorum eşeğin aklına karpuz kabuğunu getiriyor gibi. Haberlerde şiddeti göre göre vatandaş "Demek ki kadın dövülebiliyor, baksana ünlüler bile dayak yiyor, ha bir döven de ben olayım. Sonra ucunda ölüm yok ya! Baksana dayak atan ifadesi alındıktan sonra elini-kolunu sallayarak dolaşıyor, hatta meşhur da oluyor" gibi gerekçelerle şiddete başvurabiliyor. Bu durum sadece kadına şiddet konusunda değil, doktorlara şiddet, öğrenciye şiddet, hayvana şiddet vb. durumlarda da aynen böyle. Yani şiddetin her türlüsünü sürekli işlememize rağmen hepsinde artış var diye düşünüyorum. Tamam hiçbir şiddet cezasız kalmasın ama şiddet olayları  basının gündeminde çok yer işgal etmesin istiyorum. Taciz, tecavüz, istismar konuları da hakeza. Çünkü hangi konu gündemde çok işlenirse bir o kadar artış oluyor kanaatini taşıyorum.

Bu konuda bir başka husus şiddet olaylarında sadece mağdur ve suçluyu işleyeceğimize şiddetin nedenleri üzerinde dursak ve bunun üstesinden nasıl gelebiliriz sorusuna cevap arasak çok daha iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü suçluyu bulmak ve ona ceza vermek suçu yok etmiyor. Bana göre bizim tartışmamız gereken mesele kadına şiddetten ziyade güçlünün güçsüzü ezme gibi bir sorunumuz var. Çünkü sosyal hayatın neresinde olursak olalım sorunumuzu dayağa başvurarak çözme yoluna gidiyoruz. Bu; trafikte böyle, aile içi kavgalarda böyle, öğretmen-öğrenci kavgasında böyle, kadın-çocuk meselesinde böyle, doktor-hasta ilişkisinde böyle… Kadın da kendini güçlü görüyorsa o da şiddete başvuruyor. Geçen gün bir yakınım aradı, görüşebilir miyiz dedi. Oturduk bir yere “Hanımının kendisini dövdüğünü” söyledi. Kadının başvurduğu şiddet erkeğe göre devede kulak olsa da var bu. Demek ki sorunumuz güç sorunu. Kim güçlü ise zayıfı ezme yoluna gidiyor. Hastalığımız bu. Nasıl tedavi edeceksek gelin işe buradan başlayalım.

* 05/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Kasım 2018 Cuma

İpsiz


Ortaokulda okurken nereden aklıma geldiyse ağzımdan ipsiz çıktı. Önüme çıkan arkadaşlara ipsiz demeye başladım. Tanıdıklarımı isimleriyle çağırmak yerine ipsiz gel, ipsiz git deyip durdum. Ben başkasına ipsiz dedikçe hep yanımda olan bir arkadaş bu durumdan pek memnun oldu. Güldü durdu sürekli.

Devran hep aynı şekilde olacak değildi ya. Bir gün okları başkasına ipsiz dememe gülen arkadaşa döndürdüm. Ona ipsiz dedim. Pek hoşlanmadı bundan. Hemen yüz hattı değişti, ciddileşti. Bana ipsiz diyemezsin, hakaret ediyorsun dedi. Böyle bir tepkiyi beklemiyordum kendisinden. Çünkü kime desem katıla katıla gülerdi hep. Ben hakaret etmiyorum sana. Üstelik iltifat ediyorum dedim. Nasıl dedi. Bak kardeşim! Ben sana ipsiz diyorum, ipli demiyorum. İp kime bağlanır? Hayvana dedim. Sen hayvan mısın ki ipli diyeyim. İnsana ip bağlanmaz. Zira özgür bir varlıktır. Sen de öylesin. İşte bu yüzden sana ipsiz dedim. Ben böyle bir açıklama yapınca arkadaşım yine gülmeye başladı. Güzel bir açıklama ama sen yine de bana ipsiz deme dedi. Eyvallah dedim bir daha ne arkadaşıma ne de diğer tanıdıklarıma ipsiz dedim.

İpsiz dediğim arkadaştan başkasına ipsiz dediğim zaman tepki göstermesini beklerdim. Belki de ipsiz demeyi bu arkadaş güldükçe iyi bir iş yapıyorum diye devam ettirdim. Zamanında tepkisini dile getirseydi belki çoğu kimseye ipsiz demeyecektim.

Siz siz olun başkasına ipsiz demeye kalkmayın. Kişiyi ismiyle çağırın.