14 Ekim 2018 Pazar

"Doğru insan aramak yerine doğru insan olmak" *

Alişan Kapaklıkaya bir konuşmasında "Doğru insan aramak yerine doğru insan olmak" şeklinde bir cümle kullandı. Cümleyi duyar duymaz işte sıkıntılarımızın temeli dedim kendi kendime.

Niçin sıkıntıların temeli? Çünkü her birimiz bıkıp usanmadan hep doğru, güvenilir, işinin ehli kişiler arıyoruz. Doğru insan aramaktan bitip tükendik ama pes etmedik hala. Sürekli bir arayış içerisindeyiz. Almışız elimize projektörü… durmadan arıyoruz. Hepimiz neler aramıyoruz ki! Veli ve öğrenci iyi öğretmen, iyi okul ararken öğretmen iyi veli, iyi öğrenci, iyi müdür, iyi bakan arıyor; müdür de iyi veli, iyi öğrenci, iyi öğretmen arıyor. Esnaf iyi müşteri,  müşteri ise iyi ve güvenilir esnaf arıyor. Patron iyi işçiler ararken işçiler de iyi bir patron arıyor. Kiracı iyi bir ev sahibi, ev sahibi de iyi bir kiracı arıyor. Arıyor oğlu arıyoruz! Verdiğim örnekleri çoğaltabilir, hayatın her alanına bu arayışı teşmil edebiliriz.

Aslında arayışımız doğru. Üstelik fazla bir şey de aramıyoruz. Sadece görmek ve bulmak istediğimiz; işimizi, çocuğumuzu, kendimizi ve her şeyimizi teslim edeceğimiz doğru insana ulaşmak. Buna hakkımız var mı? Var elbet! Bundan doğal ne olabilir ki? Fakat bu arama işinde aradığımızı bulmak için projektörü hep karşı tarafa tutuyoruz. Nedense hiç kendimize doğrultmuyoruz bu projektörü. Belki de bu iş için projektörü ilk tutacağımız kişi kendimiz olmalıydı. Tıpkı iğne ile çuvaldız gibi. Önce iğneyi kendimize batıracağız ki ardından çuvaldızı başkasına batıralım.

Her işte doğru arayan ben; işimde, gündelik hayatta ve insanlar arası ilişkilerde ne kadar doğruyum? Hep doğru insan arayışı içerisine giren bir insan, bu işe kalkışmadan önce kendisini sorgulasa doğruluğuna engel olan davranışlarını törpülese doğru insanın olması gerektiği gibi bir yaşantı içerisine girse bunu hepimiz yapsak hepimiz doğru birer kişi oluruz ki ömrümüzün geri kalan kısmında doğru adam aramaya gerek duymayız. Çünkü maksat hasıl olmuş ve doğru insanı bulmuşuz demektir.

Hangi işte olursa olsun her şeyden önce ben, kendi yaptıklarımdan ve yapacaklarımdan sorumluyum. Doğruluk arayışında kendimizi temize çıkararak doğru insan aramayı ben maalesef çok dürüstçe bulmuyorum. Bizim bu durumumuz minderden kaçan güreşçiye benzer. Üstelik beyhude bir çabadır bu. Çünkü Allah bu konuda: “Bir topluluk kendini değiştirmediği müddetçe Allah hiçbir topluluğu değiştirmez” buyurarak genel ilkeyi koymuştur. Ben değişeceğim ki toplum değişsin. Toplumun değişmesinde öncelik bireylerin değişmesidir. Bireyler değişmedikçe hiçbir toplum değişmez. Çünkü toplum bireylerden oluşur. Ben sahtekar olacağım, toplum düzgün! Var mı öyle üç kuruşa beş köfte? Dünyanın doğasına aykırı bir defa bu!


Hepimiz kendi evimizin önünü süpürerek başlayabiliriz bu işe. Yoksa umutsuz vaka olarak arar arar, havamızı alırız. Yine doğru insan aramaya devam edelim ama ararken “Ben ne kadar doğruyum” diyelim ve kendimize çekidüzen verelim derim. Yine Allah “Sen doğru yolda olursan, başkalarının sapıklığı sana zarar veremez” buyurur. Başka söze ne hacet! Haydi önce kendimize bakalım, eğer ihtiyaç kalırsa sonra doğru insan arayışına girelim.

* 26/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Devlet Yönetmek Çetrefilli Bir İş Olmalı! ***

Hangi alanda olursa olsun yönetim zor zanaat olsa gerektir. Her şeyden önce sorumluluk gerektiren bir iştir. Sorumlu olmak başlı başına bir meseledir. Biz ev yönetirken bile zaman zaman ikilem içerisinde kalır, ne yapacağımızı şaşırırız. Biz ev işlerini idare etme işinde zorlanırken özel veya kamu kurum ve kuruluşunu yönetmek, onlarca binlerce çalışanı idare etmek de zor olsa gerek. Bunların ötesinde hükümet olmak ve ülkeyi yönetmek herhalde daha bir zordur.

Ülkeyi yönetmek demek devletin tüm imkanları emrinde ama ülkenin tüm sorunları da kucağında demektir. Yurdun her türlü sorunlarını çözmek için uğraşacaksın. Sadece ülkeyi yönetmek olsa zor ama eh diyeceğim. Bu işin bir de yurtdışı ayağı var. Çünkü ülkeyi yönetmek uluslararası ilişkileri de hesaba katmak demektir. Devletlerarası ilişkilerde tökezlememek için kılı kırk yarmak gerekiyor. Çünkü kurtlar sofrasındasın. Her şey çıkar ilişkisine bağlı. Senin iyi bir yönetici olman bir şey ifade etmiyor. Karşı tarafı da göz önünde bulundurman, hesap-kitap yapman gerekiyor. Kolay mı bu? İş çıkarsız bir ilişki olsa bunun da altından kalkılır diyeceğim. Ama işin içine Bizans oyunları gibi değişik ayak oyunları giriyorsa oyun içinde oyun varsa ne yapacaksın? Bu durumda senin çok doğru olman, doğru siyaset izlemek istemen bir şey ifade eder mi? Maalesef günümüz dünyasında ayakta kalmak için doğru ve insan merkezli bir siyaset ancak bir yere kadar işe yarıyor.

Anlatmak istediğim devlet yönetmek çok çetrefilli bir iştir. Hele Türkiye gibi bir yerde yaşıyor ve o ülkeyi yönetmeye talip olmuşsan vah ki vah! Çünkü çevresi düşmanla dolu bu ülkenin. Hafif bir sendelemende üzerine çullanıp akbabalar gibi üzerine üşüşecekler çok. Durumumuz bu maalesef.

Bu durumda oturup ne olacak bu halimiz deyip karalar bağlamayacağız. Elbette devleti yönetenler inisiyatif alacak, bazı kararlar alacak. Çıkar ilişkisine bağlı bu dünyada zaman zaman kazan-kazan politikası izleyecek, bazen taviz verecek, bazen kaybedecek, bazen de kazanacak. Tüm bunları bu ülkeyi yönetenlerin fazlasıyla yaptığını ve yapmaya devam ettiğini düşünüyorum.

Ülkeyi yönetenlerin hem ülke içinde hem de ülke dışında yaptığı bazı icraatlar, aldığı bazı kararlar vardır ki milletçe göğsümüzü kabartmakta. Çünkü açık, anlaşılır ve olması gereken. Ama bazı alınan/verilen kararlar vardır ki -belki de devlet yönetiminde olmadığımızdandır- anlayamıyor, niçin böyle oldu diye sorguluyor hatta üzülüyoruz. Karar içimize sinmedi diyoruz. İçimize sinmeyen durumlar için bir kısım “Her şerde bir hayır vardır,” bekleyip görelim derken bir kesim ülkeyi yönetenleri yerden yere vuruyor. Bu durum insanımızı ikiye bölmekle birlikte olumsuz algıların yerleşmesine de sebebiyet vermektedir.

Ülkeyi yönetenlerden istediğimiz içimize sinmeyen durumların izahının bir güzel yapılmasıdır. Çünkü ikna ve izah edilemeyen doğrular siyasette doğru değildir, aleyhte kullanılır. Devletlerarası ilişkilerde bir açık bir de gizli anlaşmalar olur. Burada gizli anlaşmalar halka açıklansın demiyorum. Devleti yönetenler bunu açıklayamaz. Çünkü adı üzerinde gizlidir. Pekala bu işin için gazetecilerden yararlanılabilir. Gazeteci köşesinde olayın geri planını kendi yorumlarını da katarak ele alabilir, kendi görüşü olarak kamuoyunu bilgilendirebilir, böylece yanlış algıların önüne bir nebze de olsa geçilmiş olur. Vatandaşın doğru bilgilendirilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum.

***18/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Önce Bindir, Sonra İndir! *

Paramızın dolar karşısında değer kaybetmesi, faiz oranlarının yükselmesi ve enflasyonun yüzde yirmiler üzerinde seyretmesi sonucu girdi maliyetlerinde meydana gelen artışlar nedeniyle birçok firma, ürünlerine yüzde yüzün üzerinde zam yaptı. 


Hazine ve Ekonomi Bakanının enflasyonla mücadele etmek için firmalardan ürünlerinde yüzde 10 indirim yapma çağrısına birçok firma bu kampanyaya destek vererek ürünlerinde yüzde 10 indirim yapacaklarını deklare etti. 

İndirim indirimdir. Yüzdesi az olsa da enflasyonla topyekûn bir mücadele için firmaların taşın altına elini uzatması anlamlıdır. Bu bakımdan bu kampanyaya katılan tüm firmalarımızı tebrik ediyor ve kendilerine teşekkür ediyorum. Fakat buraya bir virgül koyup ama demek istiyorum.

Fiyatların uçtuğu veya uçurulduğu bir dönemde yüzde 10 indirim  yeterli mi? Bu indirim sadra şifa olacak mı? Mutfaktaki ateşi söndürecek mi? Enflasyonu indirecek mi? Sanırım pek katkısı olmayacak. Olsa olsa fiyatlara psikolojik katkısı olur.

İndirim hiç yoktan iyi deyip hoşumuza gitse de bu indirim bana garip geldi. Niçin derseniz? Çünkü maliyetler arttı denerek ürünlerine yüzde yüze varan zam yapan bir firma niçin indirim yapar? Bu durum “önce bindireyim, ardından biraz indiririm” bakış açısını hatırlattı bana.

Yüzde 10 indirim yapmak ticarette firmaları zor durumda bırakmayacaksa bu durumda zamanında ürünlerine yüzde 10 fazla zam yapmış olmadılar mı? Bu, fahiş fiyat değil mi? Zamanında kimse onlara “Ürünleriniz yerinde saysın, asla zam yapmayın demedi. İstenen “Zammın makulüne evet, fahişine hayır” idi.

Benim bu alavereden anladığım firmalarımız kepçeyle aldıklarını kaşıkla geri vermiş olacaklar. Sağ olsunlar “Çorbada bizim de tuzumuz olsun” sadedinde fazla kârdan feragat edip katkıda bulunacaklar.  Keşke bu katkıyı Ekonomi Bakanı onları indirime davet etmeden önce yapmış olsalardı daha anlaşılır olurlardı. İndirimi gören biz, “Piyasaların allak bullak olduğu bir ortamda önlerini görmek için firmalarımız kendilerini garantiye almak istemiş, piyasalar oturmaya başlayınca fazlasını indiriyorlar” derdik.

Ederinden fazla zam yapıp bugün indirim kervanına katılan esnafımız, firmalarımız, işletmelerimiz kusura bakmasın bu yaptıklarından dolayı kendilerini fırsatçı gibi gördüm. Keşke böyle yapmasalardı! En ufak bir girdi de sıkıntıya katlanmayıp bu girdiyi hemen fazlasıyla vatandaşa yansıtacaklarsa bu vatandaş üzerine yük bine bine bu işin altından nasıl kalkacak? Vurun ama öldürmeyin! Haydi diyelim ki sizin elinde zam kozu var, vatandaşın elinde ne var? O ne yapacak? Pahalı da olsa ihtiyacı olan ürünü almaya eli mahkûm maalesef.

Bence indirim falan yapmayın, kârınızdan ödün vermeyin. Vatandaş zor olsa da bu hayat mücadelesini dün olduğu gibi bugün de düşe kalka yapacaktır. Size yazık olmasın!



* 19/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Enflasyonla Mücadelede İndirim" başlığıyla yayımlanmıştır.