Ana içeriğe atla

Önce Bindir, Sonra İndir! *

Paramızın dolar karşısında değer kaybetmesi, faiz oranlarının yükselmesi ve enflasyonun yüzde yirmiler üzerinde seyretmesi sonucu girdi maliyetlerinde meydana gelen artışlar nedeniyle birçok firma, ürünlerine yüzde yüzün üzerinde zam yaptı. 


Hazine ve Ekonomi Bakanının enflasyonla mücadele etmek için firmalardan ürünlerinde yüzde 10 indirim yapma çağrısına birçok firma bu kampanyaya destek vererek ürünlerinde yüzde 10 indirim yapacaklarını deklare etti. 

İndirim indirimdir. Yüzdesi az olsa da enflasyonla topyekûn bir mücadele için firmaların taşın altına elini uzatması anlamlıdır. Bu bakımdan bu kampanyaya katılan tüm firmalarımızı tebrik ediyor ve kendilerine teşekkür ediyorum. Fakat buraya bir virgül koyup ama demek istiyorum.

Fiyatların uçtuğu veya uçurulduğu bir dönemde yüzde 10 indirim  yeterli mi? Bu indirim sadra şifa olacak mı? Mutfaktaki ateşi söndürecek mi? Enflasyonu indirecek mi? Sanırım pek katkısı olmayacak. Olsa olsa fiyatlara psikolojik katkısı olur.

İndirim hiç yoktan iyi deyip hoşumuza gitse de bu indirim bana garip geldi. Niçin derseniz? Çünkü maliyetler arttı denerek ürünlerine yüzde yüze varan zam yapan bir firma niçin indirim yapar? Bu durum “önce bindireyim, ardından biraz indiririm” bakış açısını hatırlattı bana.

Yüzde 10 indirim yapmak ticarette firmaları zor durumda bırakmayacaksa bu durumda zamanında ürünlerine yüzde 10 fazla zam yapmış olmadılar mı? Bu, fahiş fiyat değil mi? Zamanında kimse onlara “Ürünleriniz yerinde saysın, asla zam yapmayın demedi. İstenen “Zammın makulüne evet, fahişine hayır” idi.

Benim bu alavereden anladığım firmalarımız kepçeyle aldıklarını kaşıkla geri vermiş olacaklar. Sağ olsunlar “Çorbada bizim de tuzumuz olsun” sadedinde fazla kârdan feragat edip katkıda bulunacaklar.  Keşke bu katkıyı Ekonomi Bakanı onları indirime davet etmeden önce yapmış olsalardı daha anlaşılır olurlardı. İndirimi gören biz, “Piyasaların allak bullak olduğu bir ortamda önlerini görmek için firmalarımız kendilerini garantiye almak istemiş, piyasalar oturmaya başlayınca fazlasını indiriyorlar” derdik.

Ederinden fazla zam yapıp bugün indirim kervanına katılan esnafımız, firmalarımız, işletmelerimiz kusura bakmasın bu yaptıklarından dolayı kendilerini fırsatçı gibi gördüm. Keşke böyle yapmasalardı! En ufak bir girdi de sıkıntıya katlanmayıp bu girdiyi hemen fazlasıyla vatandaşa yansıtacaklarsa bu vatandaş üzerine yük bine bine bu işin altından nasıl kalkacak? Vurun ama öldürmeyin! Haydi diyelim ki sizin elinde zam kozu var, vatandaşın elinde ne var? O ne yapacak? Pahalı da olsa ihtiyacı olan ürünü almaya eli mahkûm maalesef.

Bence indirim falan yapmayın, kârınızdan ödün vermeyin. Vatandaş zor olsa da bu hayat mücadelesini dün olduğu gibi bugün de düşe kalka yapacaktır. Size yazık olmasın!



* 19/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Enflasyonla Mücadelede İndirim" başlığıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde