6 Ağustos 2018 Pazartesi

"İdam Cezası Gelsin" İstekleri Üzerine ***


Ne zaman ülkemizde toplumsal infiale sebebiyet veren menfur bir olay vuku bulsa "İdam isteriz, idam geri gelsin..." sesleri yükselir. İdam geri gelsin/gelmesin tartışmaları olur. 

Bir şehit cenazesinde "İdam isteriz" sesleri yükselince Cumhurbaşkanı, "İdam Meclisten geçip önüme gelsin, ben onaylarım" dedi. Bunun üzerine BBP Genel Başkanı "İdamın tekrar geri gelmesi için Meclise bir teklif vereceklerini" açıkladı. İdam cezası için 401 vekilin imzası gerekiyor. Ana Muhalefet "Bu durumda idama karşıyız" dedi. Meclise bu sefer girmiş partiden ses seda yok. Zira olağanüstü kongre var gündemlerinde. İstifa da eksik olmuyor partilerinde. Birkaç seçimdir barajı aşar/aşamaz denilen ve her defasında da barajı aşan/aştırılan ve Meclisin gediklisi olan partiden de ses seda yok. Hoş ses verseler de bu ülkenin insanlarıyla birlikte aynı karede buluşmazlar. Birkaç defadır sergiledikleri icraat bu ülkenin toprağına ait olmadıklarını gösterdi. Hiçbir memleket meselesinde yaralı parmağa işemediler çünkü. Hasılı bugünkü Meclis aritmetiğine göre idamın bu Meclisten çıkması mümkün değil. 

İdam çıkmaz bu ülkede. Çıksa da AB yasaları var karşımızda. Ama tartışması sürüp gideceğe benziyor. Pekiyi idam cezası çıksın mı? Ben de çıksın derim. Kim ne suç işlemişse aynıyla cezası vuku bulsun, adalet tecelli etsin, eden bulsun derim. Çünkü kısasta, aynıyla mukabelede hayat vardır. Hiçbir suç cezasız kalmamalı, hele hafifiyle yani müebbediyle hiç geçiştirilmemeli. Ceza dediğin caydırıcı olmalı. Geride kalanlara ibret olmalı.

İdam gelsin gelmeye. Ancak idamdan önce adaleti bu ülkede tesis etmemiz gerekiyor. Çünkü mevzubahis olan idamdır. İdam ettiğimiz kişiyi geriye getirme imkanımız yok. Geri gelsin diye idam etmiyoruz, elbette geri gelmeyecek diyebilirsiniz. Doğru, idamın amacı bu! Fakat yaşadığımız süreçte bu ülkede öyle yargılamalar oldu ve halen olmaya devam ediyor ki: Suçlu diye tutuklayıp yıllarca cezaevinde tuttuğumuz yıllar sonra "pardon" denip çıkarılıyor. Kimi suçlu hiç hapse girmeden dışarıda elini-kolunu sallayarak geziyor. Kimine ne ceza vereceğimize karar veremediğimiz için yargılamalar uzun süre devam ediyor. Yapılan yargılamalarda çoğu zaman kamu vicdanı rahatsız oluyor. Toplum nezdinde adalete bakışımız olumsuz. Adalete güven yüzde otuzlara gerilemiş durumda. 

Canlı bomba olup kendini patlatacak kadar gözü dönmüşlerin bol olduğu bu ülkede idam ne kadar çözüm ayrıca? 

Tekrar ediyorum, idam gelsin gelmeye. Ama idamı getirmeden önce adil, doğru, ve hızlı yargılamayı önce tesis edelim. Kendi adına ceza verilen millet, "Adalet yerini buldu, adalet dediğin böyle olmalı" desin. Bu ülkede benim adaletim, senin adaletin, benim suçlum, senin suçlun, benim kahramanım, senin kahramanın olmasın. Suçlu, herkese göre suçlu olsun. Bunlar olmadan onulmaz ve kapanmaz yaralar açmış oluruz. Aman dikkat!

*** 09/08/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.




İHL'lerin Kontenjanlarının Boş Kalmasının Nedenleri

28 Şubat sürecinde imam hatipleri boğmaya çalışan zihniyetin gücü yok olup İHL'lerin önü açılınca milli eğitimin taşra teşkilatındaki yöneticilerimiz, bazı cami görevlilerimiz, bazı okul müdürlerimiz, bazı STK yetkililerimiz İHL açma/açtırma yarışına girdi. Kimi hayırsever marifetiyle kimi devlet imkanıyla sıfırdan bina yaptı, kimi  de okul dönüştürmek suretiyle İHL açtı. Öğrenciler bu okulları tercih etsin diye azami gayret gösterildi.

Bir bölgede İHL’ye ihtiyaç olup olmadığını öğrenmek için taşra teşkilatındaki yöneticiler şubat ayında ortaokul son sınıf öğrencilerine okul müdürleri vasıtasıyla  "Ortaokulu bitirince İHL'de okumak ister misin" anketi yaptırdı. Ankette İHL istendiği ortaya çıkınca belli bölgelerde bir İHL açma arayışına girdiler. Okullar açıldı. Fakat anketten çıktığı sayıda bir öğrenci bu okulları tercih etmedi. Bu durum "Mahallemize, sokağımıza doğalgaz gelsin" diye kurum, kuruluş ve firmalara imza veren mahallelinin doğalgaz geçince "Biz şimdilik düşünmüyoruz" demesine benziyor.

İHL açma yarışına girenlerin büyük bir kısmı “Yeter ki açılsın, öğrenciler buraları tercih eder, buraya gelen öğrenciler bir Allah demeyi öğrense yeter” demek suretiyle samimiyetlerini göstermesine rağmen bir kısmı, bir yerlere İHL aşığı olduğu mesajını vermek için çaba gösterdi. Kimi de “açılsın da sonu ne olursa olsun” şeklinde bir görüntü verdi. Bazı İHL'ler dışında birçoğu maalesef kaliteyi yakalayamadı.

TEOG yerleştirmesiyle bu okullar düşük puanlı öğrencileri alsa da istenilen kaliteyi yakalayamasa da yüzde 90 oranında kontenjanlarını doldurdu. 2018-2019 öğretim yılında LGS ile birlikte yeni okul tercih döneminde ise bu okulların kontenjanları dolmadı, 107 bin kontenjan boş kaldı.

Burada amacım İHL’ler açılmasın değil. İHL'ler bu ülkenin bir gerçeği ve olmazsa olmazıdır, açılmalıdır ve öğrencinin kayıt yaptırması için teşvik de edilmelidir. Buna kimsenin bir diyeceği yoktur.

1994 yılında Adıyaman Kahta İHL’de meslek dersleri öğretmeni olarak görev yaparken dersine girdiğim bazı öğrencilerin meslek derslerini başarmada zorlandıklarını görünce “Delikanlı! Bak zorlanıyorsun, üstelik bu dersten başarılı olmamak için çaba sarf ediyorsun. Burası İHL. Bu derslerin olduğunu bile bile bu okulu tercih ettin. Şimdi ne diye yapmamak için direniyorsun? İHL yerine niçin düz liseyi, Anadolu lisesini tercih etmedin? Keşke başka okullara gitseydin” dediğimde “Hocam, normalde bir Anadolu lisesini kazanmıştık. Ama Anadolu yerine İHL’yi tercih ettik. Çünkü bu okul Anadolu lisesinden daha kaliteliydi” açıklamasını yapmışlardı. Çalıştığım dönemde Kahta İHL ikili öğretim yapan bir okuldu. Anadolu Lisesi, Kahta Lisesi kendilerine verilen kontenjanlarını dolduramazken Kahta İHL yakaladığı kaliteden dolayı tercih edilen gözde bir okuldu.

Verdiğim örnekten de anlaşılabileceği gibi bu okulları açmada mantar biter gibi okul açmaktan ziyade öncelik kaliteyi yakalamak olmalıdıydı. Bunun için bu okulların peyderpey açılmasıydı. Kaliteyi yakaladıkça talep olacak ve yeni okullar açma yoluna gidilecekti. İHL’lerin ardı arkasına açıldığı dönemde “Yanlış yapılıyor, talep var diye aynı anda çok miktarda bu okul türünden açmak bu okullara yapılabilecek en büyük kötülüktür, önceliğimiz kemiyetten ziyade keyfiyet olmalıdır” demiştim. Ama beni dinleyen kişiler “Bu adam ne biçim imam hatipli, üstelik hafız, bir de ilahiyatçı. Adam imam hatip düşmanı. Bu okulların çok açılmasından şikayetçi” demişler ardımdan. Keşke yüzüme karşı söyleyebileselerdi, keşke dediklerim konusunda ben yanlış çıksaydım. Ama görünen bu okulların yüzde elliye yakın kontenjanlarının boş kalması şeklinde cereyan etti.

Bugün İHL’lerin yaşadığı, içinde bulunduğu durum “Hele bir açalım, arkası gelir, yarına Allah kerim” iyi niyetinin bir sonucudur. Yani bu okullar iyi niyet kurbanıdır. Halbuki hiçbir kalite tesadüfi değildir. Bizim bu durumumuz, “Bakkal dükkanlarında iyi para dönüyor, yanına bir de biz açalım” demeye benzer. Bir mahalde bir-iki bakkal dükkanı iyi iş yaparken yanına onlarcasının açılması hepsini birden aşağıya çekti. Şimdi hemen hemen hepsi kepenk kapattı. Kalanlar da can çekişiyor.

Zamanında hesap kitap yapmadan İHL açma yarışına girenler bugünkü durum hakkında ne der acaba? İçlerinden bir tanesi çıkıp “Bizim fazlasıyla İHL açmamız yanlış bir tercihmiş, düşünememişiz” dese problemin kaynağının kendileri olduklarını kabul etse hepsinin alınlarından öpeceğim. Ama çoğu burnundan kıl aldırmaz ve üzerine de almaz.

Amacım suçlu aramak değil. Zaten bu aşamadan sonra faydası da yok. Acizane burada İHL’lerin niçin boş kaldığını maddeler halinde ifade etmeye çalışacağım: (Çünkü tek sebep yok bu konuda)

1.   Bu okullar iyi bir hesap ve kitap yapılmadan çok miktarda açılmıştır. Hele bazı yerlerde kontenjanının dolduramayacağını bile bile birbirine yakın şekilde açılmıştır.

2.   İstenen ve beklenen kalite bu okullarda yakalanamamıştır. Çünkü bu okullar düz lise görevi yapar hale gelmiştir. Devlet zamanında düz liselerden kurtulmak için onları Anadolu statüsüne dönüştürmüştü. Şimdi bu okullar İHL’lerin başına patladı.

3.  Bu okulları merkezi sınav puanı düşük öğrenciler tercih etmişlerdir. Fen, Sosyal Bilimler ve Anadolu Liselerinin çok gerisinde öğrenciler almıştır. Bu düşük puanlı öğrencilerin diğer yüksek okul türleriyle yarışması zaten mümkün değildi. Katsayı engelinden daha beter bir durum söz konusu.

4. İHL’lerde mevcut okuyan ve İHL müfredatını kaldırmakta zorlanan öğrenciler bu okullarla ilgili olumsuz reklam yapmışlardır: Bu okullarda ezber var, Arapça zor…gibi

5.   8.sınıf öğrencileri okul tercih aşamasında İHL’leri tercihe yanaşmamıştır: “Benim ezberim iyi değil, ben o okulun derslerini yapamam…”gibi. Akıl hocaları 4.maddedeki akıl hocaları idi.

6.  Mevcut İHL’lerde çalışan öğretmenlerin özellikle İHL Meslek Dersleri Öğretmenlerinin bir kısmının öğrencilere iyi bir rehberlik yapmaması, dersleri zorlaması, çocuklara kolaylık sağlamaması. Hatta bazılarının “Sen bu okulu yapamazsın, sen bu okuldan git” şeklinde çocukları okuldan soğutma yoluna gitmesi.

7.   Bu okullara velisinin zorlamasıyla kayıt yaptıran öğrencilerin bu okullarda okumamak için direnmesi.

8.  Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün direktifiyle bu okullarda sayısız proje, yarışma, toplantı ve etkinliğin yapılması. Bu okulların yönetimleri/öğretmenleri bu tür organizasyonları yapmaktan doğru-dürüst eğitim ve öğretime zaman ayıramamıştır. Eğitim ve öğretim dönemi etkinlikle geçen ve etkinlikten etkinliğe koşan öğrenciden sene sonunda akademik başarı beklenmesi.

9.   28 Şubat mimarlarının bu okullara getirdiği katsayı engelinin belleklerden hala silinmemesi: Bu okullar başarılı değil, buralardan mezun olanlar iyi bölümlere gidemiyor, çoğu açıkta kalıyor…gibi.

5 Ağustos 2018 Pazar

Acınası Amerika! *

Bana dünyada en acınası devlet hangisi dense ABD derim. Niçin derseniz ki sen dünyanın en güçlü devleti ol, nice devletleri bir bir sıraya getir; istediğini yap, sana kimse ne yapıyorsun demesin. Bir emriyle arkasında el pençe sayısız devlet olsun. Suyumu bulandırdın diyerek istediği devleti işgal etsin, istediği terör devletini desteklesin, istediği ülkede terör yaptırsın, istediği yere istediği dizaynı versin. İstediği ülkeye silah satsın, istediğine ambargo uygulasın. Aleyhine olan bir karar olduğu zaman BM’in beş daimi üyesinden biri olarak veto edip uygulatmasın. Aldığı her kararda dünya etkilensin. Kimse ona bir şey diyemesin.

Bir eli yağda, diğeri yağda, güllük ve gülistan bir şekilde hep kazanan bir ülke iken birçok ülke gibi avucunun içinde olan, her yerde emir eri gibi kullandığı Türkiye; avucunun içinden çıkıp gidiyor. İşte bu yüzden çıldırıyor. Tekrar avucunun içine almak ve istediği şekilde kullanmak için her yolu deniyor. Kah 15 Temmuz gibi bir darbenin en göbeğinde rol alıyor, kah dövizle oynuyor, kah yaptırımlarla Türkiye’yi tehdit ediyor, kah bizim ülkemizin insanını kendi ülkesinde yargılıyor, kah bakanların mal varlıklarına el koyuyor, içimizde terör yaptırıyor, PKK’ya, İŞİD’e operasyon yaptırıyor. Neler yapmıyor neler! Denemediği yol kalmadı. ABD’nin tüm yaptırım ve yaptıklarına rağmen avucunun içine girmemekte direnen ve diklenen bir Türkiye kendisini çıldırtıyor. Nasıl çıldırmasın ki! Eti ne, budu ne bu Türkiye’nin! Daha düne kadar ABD’nin her kararında gönüllü ve gönülsüz safında yer alan bir Türkiye, kendisine biçilen rolden çıkmaya çalışıyor. Kah “Ona minute” diyor, kah “Dünya beşten büyüktür” diyor. Çıldırmayıp da ne yapsın ABD laf anlamayan, söz dinlemeyen, başına buyruk hareket eden, yeri geldiği zaman “Sende kimsin, ben istediğim silahı dilediğim yerden alırım” diyen, “Burnumuzu sürtmek, geri adım attırmak, korkutmak, cezalandırmak…” amacıyla bize karşı uygulamaya kalktığın yaptırımlarına aynıyla yaptırım, aynıyla iade” deyip adrese teslim iş yapan bir Türkiye var karşılarında. Türkiye, kaba kuvvetle her ülkeye had bildiren dünyanın en güçlü devletine dünyanın sessiz çoğunluğuna rağmen meydan okuyor.  ABD çıldırmayıp da ne yapsın! Gücü-kuvveti arkasındaki halk desteğinden, birlik ve beraberliğinden ibaret bir Türkiye’ye karşı acziyet içerisinde ABD. Ne yapacağını bilemiyor. Saldırdıkça saldırıyor.

Türkiye azim ve gayret içerisinde akıllıca hareket ederek pes etmesin. Bu tavrı ABD’nin -gücünün- sonunu getirecektir. Çünkü pes etmeyen ve diklenen bir Türkiye, ABD’nin hegemonyasından ve kıskacından kurtulursa tüm dünyaya örnek olacaktır. Her ülke “Bu, inancın zaferi” diyecektir ve kendileri de ABD baskısından kurtulmaya çalışacaktır. İşte o zaman ABD’nin haksız yere Türkiye’ye yaptıklarına seslerini çıkarmadıkları için utanacaklardır. Aslında dünya ödlekliği, bana dokunmayan bin yaşasın sessizliğini bir tarafa bırakıp “Türkiye’ye karşı yapılan yaptırımları tasvip etmiyor ve onaylamıyoruz” desin; ABD’nin gücü daha erken havlu atar. Ama dünya haklının yanında yer almıyor, alamıyor. Çünkü “ya iktidarımız elden giderse” diye korkuyorlar ve ABD’nin korku imparatorluğuna boyun eğmiş durumdalar. Zaten insanın zoruna giden de dünyanın bu aymazlığı.


Dünya değişik saiklerle sessizliğine devam etsin, Türkiye bu duruşunu değiştirmesin. Bu onurlu direnişi er veya geç ABD’nin dişlerinin döküldüğünü tüm dünyaya gösterecektir. Belki de ABD, şimdiden sonuna hayıflanıyor: “Daha dün ben ne idim bu dünyada” diye.



* 13/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.