8 Nisan 2018 Pazar

Kamu Malını Yetim Malı Bilsek İyi Olacak

Ülkenin sorunları çok olmaya çok. Düzelteyim diye hangisine yönelirseniz elinizde kalır. Sorunlarımızdan bir tanesi de devlet malının yerli yerince kullanılıp kullanılmadığıdır. Zaman zaman hassasiyet gösterilse de devlet hazinesine ve devlet malına yeterince özen gösterilmediğini düşünüyorum. Devletin başına kim gelirse gelsin bir müddet sonra devletin malını kendi mülkü gibi görmeye başlıyor. Kendi malı gibi dedim ama keşke kendi mülkü gibi görülse. Çünkü kendi mülkü olsa dilediği gibi harcayamaz. Mutlaka bir hesap kitap yapılır.

Kamu malının iç yüzünü bilmiyorum. Çünkü musluğun başında değilim, ama görüntü devletin malının deniz mesabesinde görüldüğü, har vurup harman savrulduğu şeklinde. İnsanımız devletin içine girmeden veya yeni geldiğinde kamu malını harcamada önce tereddütler gösterir. Çünkü kamu malı bir emanettir. Doğru yönetilmesi, yerli yerince harcanması gerekir. Zira devlet malı, kamu malıdır, yetimin malı gibi korunması gerekir. Çünkü burada tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Nasıl ki yetimin malına dokunulmazsa kamu malını da kullanırken üfleyerek yemek gerekir. Durum bu iken başlardaki hassasiyet yok oluyor ve kesenin ağzı açılıyor ve ulufe dağıtılır gibi dağıtılıyor. Nisa 10.ayette Allah “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” buyurmaktadır. Özellikle para musluğunu elinde bulunduranların devletten bir şey harcamadan önce bu ayeti defalarca okurlarsa iyi olur. Okusunlar da bir yere farz iken mubah veya müstehap olan yere harcama yapma yoluna gitmesinler.

Naçizane ben, devleti yönetenleri anlamakta zorlanıyorum. Yeri geldiği zaman bütçe hesabı yaparlar, maliye disiplini üzerinde dururlar. Böyle görünce “iyi ki bu insanlar var, kuruşun hesabını, devlete maliyetini yapıyorlar, sırtımız yere gelmez” diyorsun. Sonra bir daha bakıyorsun, farz olan yerden esirgenen paranın mubah seviyesindeki yerlere harcandığını görüyorsun. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diyorsun hemen. Devlet bir taraftan işçi ve memuruyla sözleşme pazarlığı yaparken bütçe disiplinini bozmamak için yüzde 3-4 zam teklifleriyle kılı kırk yararken öbür taraftan ramazan aylarında iftar daveti vermek için yarışıyor. Okullarda öğretmen fotokopi kağıdı bulamazken belediyelerimiz öğrencileri, kahvecileri Çanakkale’ye götürmek için plan yapıyor, okul öğretmen ve müdürlerini seminer adı altında beş yıldızlı otellerde ağırlıyor, masraflarını çekiyor. Günümüzde ihtiyaç var mı diye düşündüğüm mahalle muhtarlarını her ay sırayla devletin zirvesinde ağırlıyoruz. Yetmedi şimdi de İspanya’ya geziye götürmeye kalkıyoruz. Tüm bunları yaparken devlet bir taraftan terörle mücadele etmek için yaptığı operasyona bütçe ayırıyor. Diğer taraftan nükleer santral gibi büyük yatırımların temelini atıyor. Döviz almış başını gidiyor, enflasyon çift haneli rakamlarda geziniyor, hayat pahalılığı arttı, vatandaşın alım gücü azaldı. Maliyemiz kırılgan hale geldi.

Dış güçlerin amacı ekonomimizi batırmak olduğu malum iken, bütçeyi disiplin altına almak ve israf ekonomisini bir tarafa bırakıp üretime dayalı bir ekonomi için neler yapılır hesabı yapmamız gerekirken gezmeye ve ağırlamaya büyük paralar harcıyoruz. Eğer “Ben enkaz devraldım, ekonomiyi eksiden artıya çevirdim, ülke sayemde hizmet, yatırım ve para gördü. Kazanan benim, dilediğim şekilde harcarım…” denirse buna da eyvah derim. Unutmayalım ki harcadığınız para milletin size emanet ettiği paradır. Millet size “Bunu istediğiniz şekilde harcayın” diye vermedi. Ümit ederim ki bu konuda ben yanlış, yetkililerimiz doğru düşünüyordur. Harcanan her şey yerli yerince harcanıyordur. Benden söylemesi. Yine de siz bilirsiniz. Ama dünkü hassasiyetlerinizi unutmasanız daha iyi olur. 08/04/2018

Taziyelerin Cılkını Çıkarmayalım **

Ölümün yüzü soğuktur, hiçbirimiz ölümle karşılaşmak istemeyiz. Ama hepimiz faniyiz, er veya geç başımıza gelecektir. Zaman zaman sevdiklerimizi yakınlarımızı kaybederiz. Dertlenip üzüntü duysak da hayatın bir cilvesidir ölümle karşılamak. Ülkemiz insanının en güzel hasletlerinden biridir ölüm vb. durumlarda cenaze evini ziyaret etmek; teçhiz, tekfin, cenaze namazı, defin ve taziyede bulunmak. Zira bu işlerde eş-dost katılır ve acılı cenaze sahiplerinin dertlerine ortak olunur. Bu yazımda taziye üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Çünkü taziyelerin abartıldığını düşünüyorum.

Taziyede bulunmak Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarındandır. İnsanımız kederli aileye taziyede bulunma görevini de fazlasıyla yerine getirmektedir. Taziyelerde gördüğüm, taziye süresine riayet edilmediği yönündedir. Bildiğim kadarıyla taziyede bulunma süresi o yöredekiler için üç, uzaktan gelebilecekler için bir haftadır. Türkiye’nin genelinde bu zamana uyulmakla birlikte bazı yörelerimizde taziye süresi kırk güne kadar uzamaktadır. Taziye sahibi ölenine mi üzülsün, kırk gün devam edecek olan taziyesine mi? Ölen kurtulup gidiyor, geride kalanlar kırk gün boyunca ölüp ölüp diriliyor. Uzun taziye süresinden dolayı çoğu kimse evinin altında depo olarak kullandığı yeri boşaltmak suretiyle taziye yeri olarak hazırlıyor. Her gün sanki esnaf gibi taziye yerini, evini hazır tutmak ve müşteri bekler gibi beklemek durumunda kalıyor.

Taziyede süre uzatımının herhangi mantıklı bir açıklamasını bulmak mümkün değildir. Bu durumdan rahatsız olmakla beraber çoğu kimsenin yerleşmiş adetleri aşamadıklarına şahit oluyoruz. Adam işini-gücünü bıraktığına mı yansın, taziye yerinde pineklemesine mi yansın, gelene çay vb ikramını hazırlamak durumunda kaldığına mı yansın. Bu böyle olmayacak, işime-gücüme bakayım diye taziye yerini kaldırıp işine gitse ayıplayacak insanlar da eksik olmaz. Mecburen boynunu büküp bekleyecek. Halk nezdinde uzun taziyeler adet olarak yerleşti, kaldıramıyorlar diyelim. Hiç o bölgenin ileri gelenleri, sözü dinlenenleri niçin bu konuda bir adım atmaz, “Bu yaptığımız doğru değil, ölenle ölünmez, dinimizin yerleşmiş kurallarına göre bu iş üç gün sürer, haydi herkes işine-aşına…” demezler?

Taziyelerde gördüğüm bir başka husus, taziye sahibinin yemek yedirme, yemek yaptırma telaşına kapılması. Bu da doğru değil. Bizim geleneklerimizde cenaze evine eşi-dostu yemek götürür, cenaze sahibiyle birlikte yer. Olması gereken de bu. Cenaze sahibinin kederli gününde ayrıca yemek dökme gibi bir görevi olmamalı, insanımız kendini buna mecbur hissetmemeli.

Taziyelerde bir başka yönümüz daha ortaya çıktı son yıllarda. Bu yeni çıkan durum, taziyeyi kırk gün sürdürenlere rahmet okutacak cinsten. Sizi fazla merakta bırakmayayım. Sosyal medya çıkalı aile büyüklerinden biri vefat etmişse her seneyi devriyesinde tekrar taziye sayfaları oluşturuluyor. Anne veya babasının bilmem kaçıncı yıldönümü paylaşılmak suretiyle mevta yeni ölmüş gibi insanımız taziyede bulunmak için yorum yazma durumunda kalıyor. Aile büyüğünün bilmem kaçıncı yıldönümünü paylaşanlar bunu üzüntülerinden mi yapıyorlar, yoksa benim bilmediğim bir başka amaç mı güdülüyor? Ya da paylaşacak bir konu bulamayınca temcit pilavı gibi önümüze mi sürülüyor? Merak ettiğim, insanımız bu sosyal medya çıkmadan önce aile büyüklerinin ölümlerinin her yıldönümünde gazetelere taziye ilanı veriyorlar mıydı?

Sonuç olarak, taziyelerimizi makul sürede yapalım, işi ne kırk güne kadar uzatalım, ne de her yıldönümünde tekrar taziye sayfası açalım. Ne olur, taziyelerimizin cılkını çıkarmayalım! 08/04/2018, Ramazan Yüce, Konya

** 08/04/2018 tarihinde kahtasoz.com'da yayımlanmıştır.

Gençlik Deizme Niçin Kaymasın? *

Son günlerin güncel tartışma konusu “deizm; gençlik deizme kayıyor.” Amaç gündem saptırmak mı gençlik gerçekten deizme doğru mu gidiyor, oranı ne kadar bilmiyorum. Her ne kadar gündemi birileri belirlemişse de bizim de bu ortamdan bigâne kalmamız mümkün değil.

Deizm: Tanrı'yı yalnızca ilk sebep olarak kabul eden, evreni bir Tanrı'nın yarattığına inanmakla beraber yaratıcının evrene hiçbir müdahalesi olmadığını ve olmayacağını savunan, vahyi reddeden görüştür.(TDK) Deizm kavramı ilk olarak 17. yüzyılda özellikle İngiltere’de kullanılmaya başlanmıştır. Terim Lâtince Tanrı anlamındaki Deus sözcüğünden türetilmiş ve özgür düşüncelilerin Tanrı inancını belirtmede kullanılmıştır. Bu felsefi görüşe göre Deizm veya Yaradancılık, kaynağını mantık ve doğadan alan, tüm dinleri reddeden tek Tanrı inancıdır. Dinler reddedildiği için peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günah, ibadet, dua, vahiy, kader, ahiret, cennet, cehennem, melek, cin ve şeytan gibi kavramlar bu inanışta yoktur. Deizm'de sadece evrenin işleyişi için doğa kanunlarını koyan, bunun ardından evrene ve insanlığa hiçbir müdahalesi olmayan bir Tanrıya inanılır. (felsefe.gen.tr)

Geçmişten beri var olan bu görüşün savunucuları da vardır elbet. Günümüzde ortaya çıkması ve gündem oluşturması eski görüşün kırpılıp kırpılıp piyasaya sürülmesi demektir. Gençlerimiz arasında bugün bu görüş revaçta ise gençliğe kızmak çözüm değil. Yapacağımız ilk şey, gençlik niçin deizme kayıyor veya deizme kayma potansiyeli yaşıyor? Aramızda Müslüman görünüp de deist olduğunu söyleyemeyen kaç kişi var? Gençliğin deizme yönelmesinde yüzde kaçı, naslardan öğrendikleriyle; kaç tanesi İslam dünyasının durumuna bakarak deist oldu? Önce soruları sorup yeterince araştırdıktan sonra deizme kayma nedenleri üzerinde durur ve gençliği bu görüşten nasıl uzaklaştırabilir ve teist yapabiliriz sorularına cevap bulabilirsek tartışmalardan kazançlı çıkabiliriz. Bütün bunları anlamak için yapmalıyız. Gençliği ve yönelme nedenlerini kendimiz anlamadan bir yere varamayız.

Bugün gençlerimiz deizme kayıyorsa oturup düşünelim: Niçin kayıyor veya soruyu, gençliğin bu görüşe kaymaması için orta yerde olumlu neyimiz var? Bize veya İslam dünyasına bakarak gençliğimizin teist kalması, deizme yönelmemesi mümkün mü? Evet, kişilere bakarak yorgan yakılmaz. Eyvallah! Ama insanların etkilenmemesi mümkün değil. Hatta bize bakarak büyük çoğunluk iyi Müslüman kalmış da diyebiliriz buna. Haydi biz iyi örnek olamadık. Bizi bir tarafa bırakalım. Bugün kültürümüzde oluşmuş birçok davranışımızı din diye dayatmıyor muyuz insanımıza? Gençliğin içine sinmediği, anlayamadığı, mantığını kavrayamadığı görüşleri sorgulamasına imkan veriyor muyuz? Kur’an ve sünnette tartışmalı konuları kendi aramızda çözüp ne şekilde anlaşılması gerektiğini gençliğe vermek için ne yaptık? Onların kalbine girmek, aklına ve duyu organlarına hitap etmek için kafamızı yorduk mu? Dinin bir görüşü olan fıkhı din yerine alıp “İşte din budur, değiştirilmez” demedik mi? Anlaşılması için çaba sarf edenleri tu kaka yapıp onları sapıklıkla itham etmedik mi? Onlara “Siz insanlara şirin gözükmek için İslam’ı değiştiriyorsunuz” demedik mi? Büyük kitlelere de “İslam budur,” yerseniz diye dayatmadık mı? Gençlik ne yaptı? Anlayamadığı bu şeylere karşı benim karnım tok dedi benim anladığım.

Burada İslam’ın kesin ve doğru olan hükümleri çağımıza uymuyor, reformistler gibi gelin bunları değiştirelim demek istemiyorum. Kur’an ve sünnet naslarını değiştirmeden günümüz insanının anlayacağı şekilde çağın idrakine sunmadıkça deistlerin sayısı azalmayacak, çoğalacak. Kimse kusura bakmasın gençliğin deizme kaymasında ailenin, çevrenin, camideki imamın, okuldaki din öğretmeninin ve toplumun din konusundaki örnekliğinin katkısı var diye düşünüyorum. Yine din konusunda uzman olanların dil ve üslubunda, din dilinde, kapasitesinde ve satışında sorun var. Kendilerini güncelleyememe ve çağı yakalayamama var, çağın dilini ve gençliğin nereye gittiğini görememe, görüyorsa da nasıl yaklaşacağını bilememe sorunu var. Çocuklara verdiğimiz din eğitiminde, konularında ve doğru bilgi verme ve öğretme metodumuzda sorun var. Dini sevdirmekten ziyade nefret ettirme gibi bir kabiliyetimiz var.

Hasılı gençliğin gittiği deizm sorununda dışarıdan düşmana ihtiyacımız yok. Gelin hep beraber önce kendimizi sorgulayalım. Bu kadar camimiz, bu kadar İHO/İHL’miz, bu kadar İlahiyat fakültelerimiz varken biz bu gençliği nasıl deist girdabına sürükledik? Gelin soruyu şöyle sorarak konumuzu bitirelim: Elimizde mükemmel bir dinimiz varken biz bu gençliği niçin teistlikte tutamayıp onların deist olmasını sağladık? Bu işte kendimizi sorgulamaz isek gençliğin gideceği yer bir ilerisi olan ateistliktir. Haberimiz ola. 08/04/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 11/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.