Ölümün yüzü soğuktur, hiçbirimiz ölümle karşılaşmak
istemeyiz. Ama hepimiz faniyiz, er veya geç başımıza gelecektir. Zaman zaman
sevdiklerimizi yakınlarımızı kaybederiz. Dertlenip üzüntü duysak da hayatın bir
cilvesidir ölümle karşılamak. Ülkemiz insanının en güzel hasletlerinden biridir
ölüm vb. durumlarda cenaze evini ziyaret etmek; teçhiz, tekfin, cenaze namazı,
defin ve taziyede bulunmak. Zira bu işlerde eş-dost katılır ve acılı cenaze
sahiplerinin dertlerine ortak olunur. Bu yazımda taziye üzerine birkaç kelam
etmek istiyorum. Çünkü taziyelerin abartıldığını düşünüyorum.
Taziyede bulunmak Müslüman’ın Müslüman üzerindeki
haklarındandır. İnsanımız kederli aileye taziyede bulunma görevini de
fazlasıyla yerine getirmektedir. Taziyelerde gördüğüm, taziye süresine riayet
edilmediği yönündedir. Bildiğim kadarıyla taziyede bulunma süresi o yöredekiler
için üç, uzaktan gelebilecekler için bir haftadır. Türkiye’nin genelinde bu
zamana uyulmakla birlikte bazı yörelerimizde taziye süresi kırk güne kadar
uzamaktadır. Taziye sahibi ölenine mi üzülsün, kırk gün devam edecek olan
taziyesine mi? Ölen kurtulup gidiyor, geride kalanlar kırk gün boyunca ölüp
ölüp diriliyor. Uzun taziye süresinden dolayı çoğu kimse evinin altında depo
olarak kullandığı yeri boşaltmak suretiyle taziye yeri olarak hazırlıyor. Her
gün sanki esnaf gibi taziye yerini, evini hazır tutmak ve müşteri bekler gibi
beklemek durumunda kalıyor.
Taziyede süre uzatımının herhangi mantıklı bir açıklamasını
bulmak mümkün değildir. Bu durumdan rahatsız olmakla beraber çoğu kimsenin yerleşmiş
adetleri aşamadıklarına şahit oluyoruz. Adam işini-gücünü bıraktığına mı
yansın, taziye yerinde pineklemesine mi yansın, gelene çay vb ikramını hazırlamak
durumunda kaldığına mı yansın. Bu böyle olmayacak, işime-gücüme bakayım diye
taziye yerini kaldırıp işine gitse ayıplayacak insanlar da eksik olmaz. Mecburen
boynunu büküp bekleyecek. Halk nezdinde uzun taziyeler adet olarak yerleşti,
kaldıramıyorlar diyelim. Hiç o bölgenin ileri gelenleri, sözü dinlenenleri niçin
bu konuda bir adım atmaz, “Bu yaptığımız doğru değil, ölenle ölünmez, dinimizin
yerleşmiş kurallarına göre bu iş üç gün sürer, haydi herkes işine-aşına…”
demezler?
Taziyelerde gördüğüm bir başka husus, taziye sahibinin
yemek yedirme, yemek yaptırma telaşına kapılması. Bu da doğru değil. Bizim geleneklerimizde
cenaze evine eşi-dostu yemek götürür, cenaze sahibiyle birlikte yer. Olması
gereken de bu. Cenaze sahibinin kederli gününde ayrıca yemek dökme gibi bir
görevi olmamalı, insanımız kendini buna mecbur hissetmemeli.
Taziyelerde bir başka yönümüz daha ortaya çıktı son
yıllarda. Bu yeni çıkan durum, taziyeyi kırk gün sürdürenlere rahmet okutacak
cinsten. Sizi fazla merakta bırakmayayım. Sosyal medya çıkalı aile büyüklerinden
biri vefat etmişse her seneyi devriyesinde tekrar taziye sayfaları
oluşturuluyor. Anne veya babasının bilmem kaçıncı yıldönümü paylaşılmak
suretiyle mevta yeni ölmüş gibi insanımız taziyede bulunmak için yorum yazma durumunda
kalıyor. Aile büyüğünün bilmem kaçıncı yıldönümünü paylaşanlar bunu
üzüntülerinden mi yapıyorlar, yoksa benim bilmediğim bir başka amaç mı
güdülüyor? Ya da paylaşacak bir konu bulamayınca temcit pilavı gibi önümüze mi
sürülüyor? Merak ettiğim, insanımız bu sosyal medya çıkmadan önce aile
büyüklerinin ölümlerinin her yıldönümünde gazetelere taziye ilanı veriyorlar
mıydı?
Sonuç olarak, taziyelerimizi makul sürede yapalım, işi ne
kırk güne kadar uzatalım, ne de her yıldönümünde tekrar taziye sayfası açalım.
Ne olur, taziyelerimizin cılkını çıkarmayalım! 08/04/2018, Ramazan Yüce, Konya
** 08/04/2018 tarihinde kahtasoz.com'da yayımlanmıştır.
** 08/04/2018 tarihinde kahtasoz.com'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder