Ülkenin sorunları çok
olmaya çok. Düzelteyim diye hangisine yönelirseniz elinizde kalır.
Sorunlarımızdan bir tanesi de devlet malının yerli yerince kullanılıp
kullanılmadığıdır. Zaman zaman hassasiyet gösterilse de devlet hazinesine ve
devlet malına yeterince özen gösterilmediğini düşünüyorum. Devletin başına kim
gelirse gelsin bir müddet sonra devletin malını kendi mülkü gibi görmeye
başlıyor. Kendi malı gibi dedim ama keşke kendi mülkü gibi görülse. Çünkü kendi
mülkü olsa dilediği gibi harcayamaz. Mutlaka bir hesap kitap yapılır.
Kamu malının iç yüzünü
bilmiyorum. Çünkü musluğun başında değilim, ama görüntü devletin malının deniz
mesabesinde görüldüğü, har vurup harman savrulduğu şeklinde. İnsanımız devletin
içine girmeden veya yeni geldiğinde kamu malını harcamada önce tereddütler
gösterir. Çünkü kamu malı bir emanettir. Doğru yönetilmesi, yerli yerince
harcanması gerekir. Zira devlet malı, kamu malıdır, yetimin malı gibi korunması
gerekir. Çünkü burada tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Nasıl ki yetimin
malına dokunulmazsa kamu malını da kullanırken üfleyerek yemek gerekir. Durum
bu iken başlardaki hassasiyet yok oluyor ve kesenin ağzı açılıyor ve ulufe dağıtılır gibi
dağıtılıyor. Nisa 10.ayette Allah “Yetimlerin
mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş
yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” buyurmaktadır.
Özellikle para musluğunu elinde bulunduranların devletten bir şey harcamadan
önce bu ayeti defalarca okurlarsa iyi olur. Okusunlar da bir yere farz iken mubah
veya müstehap olan yere harcama yapma yoluna gitmesinler.
Naçizane ben, devleti
yönetenleri anlamakta zorlanıyorum. Yeri geldiği zaman bütçe hesabı yaparlar,
maliye disiplini üzerinde dururlar. Böyle görünce “iyi ki bu insanlar var, kuruşun
hesabını, devlete maliyetini yapıyorlar, sırtımız yere gelmez” diyorsun. Sonra
bir daha bakıyorsun, farz olan yerden esirgenen paranın mubah seviyesindeki
yerlere harcandığını görüyorsun. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diyorsun
hemen. Devlet bir taraftan işçi ve memuruyla sözleşme pazarlığı yaparken bütçe
disiplinini bozmamak için yüzde 3-4 zam teklifleriyle kılı kırk yararken öbür
taraftan ramazan aylarında iftar daveti vermek için yarışıyor. Okullarda
öğretmen fotokopi kağıdı bulamazken belediyelerimiz öğrencileri, kahvecileri
Çanakkale’ye götürmek için plan yapıyor, okul öğretmen ve müdürlerini seminer
adı altında beş yıldızlı otellerde ağırlıyor, masraflarını çekiyor. Günümüzde
ihtiyaç var mı diye düşündüğüm mahalle muhtarlarını her ay sırayla devletin
zirvesinde ağırlıyoruz. Yetmedi şimdi de İspanya’ya geziye götürmeye
kalkıyoruz. Tüm bunları yaparken devlet bir taraftan terörle mücadele etmek
için yaptığı operasyona bütçe ayırıyor. Diğer taraftan nükleer santral gibi
büyük yatırımların temelini atıyor. Döviz almış başını gidiyor, enflasyon çift
haneli rakamlarda geziniyor, hayat pahalılığı arttı, vatandaşın alım gücü
azaldı. Maliyemiz kırılgan hale geldi.
Dış güçlerin amacı
ekonomimizi batırmak olduğu malum iken, bütçeyi disiplin altına almak ve israf
ekonomisini bir tarafa bırakıp üretime dayalı bir ekonomi için neler yapılır
hesabı yapmamız gerekirken gezmeye ve ağırlamaya büyük paralar harcıyoruz. Eğer
“Ben enkaz devraldım, ekonomiyi eksiden artıya çevirdim, ülke sayemde hizmet,
yatırım ve para gördü. Kazanan benim, dilediğim şekilde harcarım…” denirse buna
da eyvah derim. Unutmayalım ki harcadığınız para milletin size emanet ettiği
paradır. Millet size “Bunu istediğiniz şekilde harcayın” diye vermedi. Ümit
ederim ki bu konuda ben yanlış, yetkililerimiz doğru düşünüyordur. Harcanan her
şey yerli yerince harcanıyordur. Benden söylemesi. Yine de siz bilirsiniz. Ama dünkü hassasiyetlerinizi unutmasanız daha iyi olur. 08/04/2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder