Ana içeriğe atla

Can'ımızdı Bizim

Lise 1.sınıftayız. Bir gün müdür yardımcısı; odasına sınıftan, içlerinde benim de olduğum on kadar kişiyi çağırdı. "Söyleyin bakayım, hanginiz sildi. Bunu yapan içinizden biri" dedi. Ne silmesi, neyi silmişiz, dediğimizde "Yoklama defterindeki devamsızlığınızı silmişsiniz. Üstelik işin ilginci hepinizinki aynı günün devamsızlığı. Silen bilinçli silmiş, diğer günlerin devamsızlığına dokunmamış. (Ekim ayı içinde bir tarihti, tarihi söylemişti ama unuttum.) Aynı gün okuldan kaçmışsınız. Eğer yapan ortaya çıkmaz, sileni söylemezseniz hepinizi tek tek döveceğim" dedi. Hocam biz yapmadık, dedikse de inanmadı bize. Hepimiz boynumuzu büktük, yiyeceğimiz dayağı beklemeye koyulduk. 

Sıradan vurmaya başladı. Dayak dedimse tokat vuruyordu: Osmanlı tokadı yani. Acır gibi yapsa da yıldızları saydırıyordu vurduğuna. Vururken de zarar vermesin diye teknik vuruyordu, sakin bir şekilde. Sırası gelen pozisyon almadan rastgele vurmuyordu. Tam sıra bana yaklaşırken odasının kapısı açıldı. Gelen matematik öğretmeni idi. Öğleden sonra dersinden bizi sınav yapacaktı. Fonksiyonlar konusu idi sorumlu olduğumuz kısım. Pek de bir şey anlamadığımız bu konuyu sınav öncesi bize öğle arasında konu tekrarı yapacaktı . Bizi sınıfta göremeyince, yardımcının odasında olduğumuzu öğrenince bizi almaya gelmiş. "Hocam, işiniz mi vardı, ben bu öğrencilerime ders anlatacaktım" dedi Zerrin öğretmen. (Bu günden geriye bakınca idealist bir öğretmenmiş, kaç kişi öğle arasını feda ederek öğrencilerine ders işler. Kendisini minnetle anıyorum buradan.) Öğretmenin bu talebinden sonra tokat yemeyen gerimize, "Geçin bakalım eşek herifler sınıfınıza! Geri kalanınızı sınavdan sonra döveceğim, haksızlık olmasın...Geliyorlar hocahanım" dedi. Dayaktan kurtulmanın sevinciyle öğretmenle birlikte sınıfa geçtik. Daha bir zevkli ders dinledik. İstersen dinleme. Sınav vardı zaten.

Sınavdan sonra müdür yardımcımız sınıfa geldi. Yine her zamanki gibi ciddiydi. Şimdi sıra geldi matematik şamarından sonra gerçek dayak yemeye, demeye kalmadan konuşmaya başladı. Yüzünde biraz tebessüm belirdi. Hayrola dedim kendi kendime. "Çocuklar kusura bakmayın, yoklama defterindeki devamsızlığı ben silmişim, siz o gün tek ders sınavına girmişsiniz. Ben sizi yok yazdıktan sonra tek ders sınavına girdiğiniz yazısı gelince silmiştim" dedi. Derin bir oh çektik. Kızmadık da kendisine. Ailemize söyleyip bizi haksız yere döveni şikayet edelim diye düşünmedik. Ki ailemize söylesek "Hoca değil mi sever de, döver de" deyip bir tokat da onlar vururdu. "Benim hatam" diyene ne denirdi sonra. Üstelik bizi odasına çağırıp tenha bir yerde gönlümüzü alma yoluna gidebilirken 45 kişilik sınıfa gelerek hem hatasını itiraf etti, hem de kusura bakmayın dedi. Kaç kişi yapardı bunu? 

82-83 öğretim yılında başımdan geçen bu olay aklıma geldi. Aklıma getiren de yoklama defterini sildiğimiz iddiasıyla bizi dövmek için odasına alan müdür yardımcımız Şemsettin CAN idi. Bugün onun vefatını öğrendim. Duyar duymaz "Allah rahmet eylesin, mekanını cennet eylesin" dedim. Acı haberi işitir işitmez sınıf arkadaşlarımla paylaştım. Hepsinin ağzından dökülen benim temennimden başkası değildi. Saf, temiz berrak bir Anadolu çocuğuydu. Dövse de hiçbirimiz ona kırgın değildik. Samimiyet dendi mi o akla gelirdi. Rol yapmayı sevmez, ne ise o idi. 

Konuşmasını taklit ederdim ardından. Arkadaşlarım da gülerdi. Konuşacağı zaman  beş parmağını diklemesine uzatır: "Eşek herif...bak...Şimdi şöyle..." derdi. Biz gülsek de o, ciddiyetinden ve söyleyeceğinden ödün vermezdi. Bize eşek herif dedi, hakaret etti demezdik. Kıyameti koparmaz, Alo 147, Bilgi Edinme nedir bilmez, ailecek okulu basmazdık. Ağız alışkanlığı idi onun ağzından dökülen. Neyse o idi. 

Orta üçüncü sınıfta sınıf başkanlığı yaparken bir gün sınıf defterini vermek için odasına gittiğimde "Hocam ben sınıf başkanlığını bırakıyorum" dedim. Niçin dedi. Zaten gönüllü olarak yapmıyorum bu görevi. Üstelik siz beni almak zorundasınız. Müdür bey size, 'Bunu başkanlıktan alacaksınız' dedi dedim. "Oğlum, boş ver müdürü sen. Ara sıra kahvehaneye ben de gidiyorum. O gün seni, müdür: döv, dediği için dövdüm, kusura bakma, sen başkanlığa devam et dedi ve yine gönlümü almıştı. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2015/12/dayakla-yogrulmus-bir-nesiliz-biz.html)

Allah kendisinden razı olsun, mekanı cennet olsun. Biz ondan razıydık, Rabbim de razı olsun. Öğrencilerinin başı sağ olsun. 09.04.2018, Ramazan Yüce, Konya


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde