29 Mart 2018 Perşembe

Park ve Bahçelerimiz Birilerinin Gönül Eğlendirdiği Yerler Olmamalı! *

Bu sene kışı görmeden bahar geldi. Biraz serin geçse de bahar kendini hissettirmeye başladı iyice. Ağaçlarımız çiçek açtı. Park ve bahçelerimiz rengârenk çiçeklerle dolu. Tabiatın en güzel harikasını yaşıyoruz bugünlerde. Havaların üşütmeyecek bir seviyede olması, ağaçların çiçek açması çoğumuzu park ve bahçelere itti. Amaç seyir zevkimizi gidermek. Oturacak ve güzel bir ortam varsa niçin atmayalım kendimizi. Zira park ve bahçeler bunun için var.

Doğru dürüst soğuk ve karını görmediğimiz kışı geride bırakıp bahara merhaba derken bir dostumla karşılaştım geçen gün. Dertli mi dertliydi. Garibimin evi belediyeye ait bir parka bakıyor ve her gün parkın önünden geçmek zorunda. “Gençler, parklara akın etti, sarmaş-dolaşlar. Utanma, sıkılma da yok. Ne yapacağımı şaşırdım. Yazı konusu yapsan” dedi bana ayaküstü. Birkaç defa bu konuyu yazı konusu edindim desem de “Sen yine yaz” deyince hepimizin ortak derdi olan bu konuyu sipariş de olsa ele almaya karar verdim.

Kızın, erkeğe; erkeğin kıza ilgi duyması kadar doğal bir şey yok. İnsanların ve gençlerin parklara akın etmesine de bir diyeceğim yok. Herkes istediği parkta seyir, dinlenme ve muhabbet etme hakkını tepe tepe kullanır. Ama kullandığımız parklar kamuya ait, herkese açık yerler. Park ve bahçeleri gizli-kaçamaklı aşk yuvasına çevirme konusunda duyarlı olsak fena olmaz diyorum. Eğer gençlerimiz gönül eğlendirmek niyetindeler ise bu sevdadan vazgeçseler iyi olur. İlla gönül eğlendirmeye devam edeceklerse -hiç tavsiye etmem- bunun yeri, umuma ait yerler değil; gizli-kaçamak diyebileceğimiz sote yerler bu iş için daha uygun. Yok, ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyorlarsa bunun yolu da park ve bahçelerde ilanı aşk yapmak değil; aile büyüklerine giderek “Biz karar verdik, bir yastıkta kocamak istiyoruz” demeliler. Güpegündüz, herkesin gözünün önünde bu yaptıklarını iyi bir şey sanıyorlarsa bilsinler ki yapılanı çevre hoş görmüyor. En iyisi, iyi olarak gördükleri bu hayatlarını kendi aile ortamlarında yapsalar fena olmaz diyorum.

Niyetim ahlak abidesi kesilmek, namus bekçiliği yapmak hiç değil. Herkes kendi namusunun bekçiliğini yapar ve yapmalı. Gençlerimiz evlilik öncesi ilişkilerinde ne şekilde davranmaları gerektiğini bilmiyorlarsa eğer, ilk önce Kur’an’ın “Kıssaların en güzeli” diye tavsif ettiği Yusuf süresini okuyarak işe başlayabilirler. Sürede; kimsenin göremeyeceği, kapalı bir ortamda, Züleyha’nın yanında yaşamak zorunda olan Yusuf’un, Züleyha’ya; Züleyha’nın da Yusuf’a ilgi duyduğunu, Züleyha’nın şiddetli bir şekilde arzulamasına rağmen Yusuf’un harama uçkur salmaktan kaçındığını ve bundan dolayı hapse gitmeyi göze aldığını görebilir gençlerimiz.  

Gençlerimiz kendileri bilir. Zira hayat onlarındır. Ama unutmasınlar ki içimizde yaşıyorlar, bir başkasına kötü örnek olmamalılar. Her nerede olurlarsa olsunlar “Ellerine, bellerine, dillerine,” hal ve hareketlerine dikkat etmeliler. Kendileri, ne kadar özgür düşünürlerse düşünsünler içindeki yaşadıkları toplumun değerlerine karşı hassasiyet gösterme gibi bir sorumlulukları vardır. Biz bunu gençlerimizden bekliyoruz. Allah hepimize en yakışıklı erkek diyebileceğimiz Yusuf peygamber gibi ahlak versin; harama yönelmekten, harama götüren yollardan sakınmayı nasip etsin ve Yusuf’u örnek alanlardan eylesin. 29/03/2018, Ramazan Yüce, Konya

*31/03/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Mart 2018 Çarşamba

MSB: Milli Seminer Bakanlığı


Sene başından beri görevli izinli sayılarak gittiğim seminerlerin sayısını unuttum. Bir de dersim yokken zorunlu gittiklerimi sayarsam epey bir yekûn tutar. Ben yine şanslı olanlardanım. Çünkü emsallerimin gittiği seminer, kurs, eylem planı ve sunumların haddi hesabı yok. Yani bilgi, birikim ve donanım yönünden benden fersah fersah ilerideler.

Merak edip ne zaman gidiyorsunuz bu seminerlere derseniz, eğitim ve öğretimin içindeyken, dersler boşaltılarak yapılmaktadır derim. Siz seminerler dışında ne yaparsınız derseniz yine derim ki, yaptığımız seminerlerden arta kalan zaman diliminde fırsat bulabilirsek derse girmektir. Milli Eğitim kendini aştı, tek felsefesi var: Eğitim ve öğretim boyunca güne gün, olmazsa gün aşırı seminer düzenlemektir. Yani hayat boyu eğitim felsefesi gibi hayat boyu semineri kendisine misyon edinmiş durumda. Oldu olacak adını da Milli Seminer Bakanlığı şeklinde değiştirse daha iyi olacak. Eğer bu yeni ismin MSB ile karıştırılacağı iddia edilirse çok problem olacağını sanmıyorum. Bu ülkenin kardeş kurumları ne de olsa. Üstelik her ikisinin başında "milli" var. Ayrıca mevcut Bakanımız, her iki bakanlıkta da çalışmış ender kişilerden hatta tek kişidir. Savunma Bakanlığından sonra yeni kabinede adını Eğitim Bakanı olarak görünce bir an için her iki bakanlığın başındaki "milli" kelimesinden dolayı karıştırılmış olabileceğini düşündüm. Bu düşüncenin sadece bana ait bir vehm olduğunu anlamam uzun sürmedi. Ardından kısa bir araştırma yapınca birbirine zıt gibi görünen iki bakanlığı birbirine yakınlaştıranın, Sayın Bakanın mezun olduğu okullar olduğu anlaşılacaktır. Zamanında düşünemedim tabi. Önümü görememişim. Aslında Bakanı şanslı kılan iki üniversite mezunu olması: hukuku bitirmesi değil, gemi mühendisliğini bitirmesi sanki. Ne edersiniz ki kör talih hiç peşimi bırakmadı. Bilseydim Sayın Bakanın okuduğu okulları okurdum. Haydi geçmişte düşünemedim. Çocuklarımı aynı okullarda okutarak önlerini açabilirdim. Ama burnunun ucunu göremeyen ben; ne kendime ne de çocuklarıma katkı verebildim bu konuda.

Bize durmadan seminer ve kurs düzenleyenlerin bilinçaltında eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engelin öğretmen olduğu o kadar işlemiş olmalı ki biz bunları yola getirirsek eğitim ve öğretimimiz düze çıkar düşündesindeler. Bunun yolunu da öğretmenleri eğitmek, yani seminer vermek suretiyle halledebileceklerine kendilerini öyle inandırmışlar ki gece-gündüz seminer düzenliyorlar. Hatta hızlarını alamayıp seminerin bitiminde film bile izletiyorlar. 

Bize fırsat buldukça dersi var mı yok mu dersleri boş geçer, öğrenci mağdur olur, okulun düzeni bozulur demeden seminer düzenleyenler, yaptıklarınızda iyi niyetli olabilirsiniz. Ama bilin ki metodunuz, zamanlamanız yanlıştır. Usulsüz vusül olmaz. Biz yaparız olur diyorsanız oluyor. Ama bir faydadan hali değil yaptığınız. Yok, dostlar alışverişte görsün diyorsanız evet, herkes sizi görüyor, hatta seyrediyor. Hem de ibret ve hayretle. 28.03.2018, Ramazan Yüce, Konya


27 Mart 2018 Salı

Seminerler Arasında Eğitim veya Şeytan Taşlamaktan Tavafa Vakit Bulamamak

—Sayın müdürüm! Nereden böyle?
—Toplantıdan.
—Ne toplantısı bu saatte?
—Eksik olmaz bizde toplantı.
—Faydalı mı bari?
—Nerde? Eften-püften şeyler, ardı arkası kesilmeyen gündem...
—Kim yapar toplantıyı, amiriniz mi?
—Evet.
—Tüm toplantıları o mu yapar?
—Bizde amir çok, yedi kocalı hürmüz gibiyiz. Kafası esen yapar.
—Geçmiş olsun!
*
—Müdürüm, nereye böyle acele acele?
—Toplantı var da...onun için.
—Daha geçen gün yapmadınız mı?
—Yaptık, bu başka.
—Bu sefer konu ne?
—Varınca öğreneceğim.
—İnsan gündemi bilmez mi?
—Toplantıları kovalamaktan gündemi takip edemiyorum artık.
*
—Müdürüm, seni bir ziyarete geleceğin, yarın okulda mısın?
—Çok iyi olurdu ama okulda olamayacağım.
—Niçin, bir manin mi var?
—Toplantım var.
—Yine mi?
—Maalesef!
—Sahi siz okula ne zaman gidersiniz?
—Toplantılardan fırsat buldukça...
***
—Öğretmenim, hayırdır dersi yok mu bugün?
—Vaar.
—Niçin okulda değilsin?
—Seminer varmış, ona geldim.
—Okuldaki derslerin ne olacak?
—Programı uygunsa nöbetçi öğretmen, değilse okul idarecileri doldurur. Bu da mümkün değilse ders doldurulmaz, çocukların dersi boş geçer.
—Dersi dolduran sınıfta ne iş yapar?
—Sınıfa bekçilik yapar.
—İşlenmeyen konu ne olacak?
—Öğretmen daha sonra hızlandırarak konuyu telafi eder.
*
—Öğretmenim, dün dersimize gelmediniz, hasta mıydınız?
—Hayır çocuklar, hasta değildim, bizi kursa aldılar. Ondan dolayı gelemedim.
—Ama hocam, geçen hafta da gelmemiştiniz.
—O zaman da bizi seminere almışlardı.
—Bizim dersimiz ne olacak? Epeyce geride kaldık.
—Telafi edeceğiz.
—Bu nasıl olacak?
—Dört ders saatinde işlenmesi gereken dersi iki saatte hızlandırarak vereceğiz.
*
—Müdürüm, sınıfımda kimse yok. Çocuklar nerede?
—Aşağıda salonda bir seminer alıyorlar.
*
—Buyrun müdür bey!
—Hocam çocukları salona alacağız, zira bir sunum olacak. Siz de öğrencilerin başında gideceksiniz, orada bulunacaksınız.
—Hocam, zorunlu değilse benim sınıf gitmese olur mu? Konulardan epey geri kaldık da.
—Olmaz hocam! Sunum bu, mecburen yapmamız lazım.
—Hocam ben falan öğrencinin velisiyim. Öğretmenleriniz çok devamsızlık yapıyor, çocuklarımızın dersleri geride kalıyor. Dersleri boş geçince derslere odaklanamıyor.
—Hanımefendi! Devamsızlıkların çoğu mazeretten, keyfi devamsızlık olmaz bizde.
—Ne mazeretiymiş beyefendi! Eğitim ve öğretimden önemli mazeret ne ola ki?
—Mazeret dedimse öğretmenlerimize yönelik kurs, seminer ve toplantıdan kaynaklı. 
—Bu seminerleri yapmak için bula bula ders saatleri mi ayarlanıyor. Bu, bir şeyi yaparken başka bir şeyi yıkmak değil mi?
—Hanımefendi, bu durum bizden kaynaklanmıyor, planlayıcı biz değiliz, emir demiri keser.
—Bu planlayıcılar koca yaz dönemini bitirdiler de kervan yola çıktıktan sonra mı seminer yapmaya kalkıyor?
—Yaz dönemine gerek yok hanımefendi. Öğretmenlerin iki haftası haziran, iki haftası da eylülde olmak üzere toplam bir ay mesleki çalışma denilen seminer dönemleri var. Üstelik bu dönemde öğrenci de yok. Kimse mağdur olmaz. Yapılacak bütün seminerler bir planlamaya mesleki çalışma dönemlerinde verilebilir. Ama yapılmıyor maalesef.
—O zaman çocuklarımızın boşa geçen vakitleri ne olacak, bu mağduriyetimiz nasıl giderilecek?
—Seminerlerden fırsat buldukça ders işleyeceğiz.
—Sizinki teşbihte hata olmasın, şeytan taşlamaktan Kabe'yi tavaf edemeyen kişinin durumuna benziyor. 27.03.2018, Ramazan Yüce, Konya