16 Mart 2018 Cuma

Ömrünü Yemeye Adamış

Şeker hastalığı günümüzde yaygın olan hastalıklardan biridir. Yediden yetmişe çoğu kimsede görünmekte ve doktor raporuna bağlı olarak insanımızı hayatı boyunca ilaç kullanmaya mahkum ediyor. 

Şeker hastalığının kendi içinde tipleri ve dereceleri olmakla beraber bazı şeker hastalarının durumları bana garip geliyor. Tanıdığım bir şeker hastası var, ileri derecede şeker hastası. Hep aç, hiç tok olduğunu görmedim. Kıvranıyor açlıktan. Kendini bir yere gücün atar. Yerken de hızlı ve fazlaca yediği için yedikten sonra hazmetme sorunu yaşıyor.

Küçük çocuklar vardır öğün takip etmez. Tam öğün öncesi kırıntı yer. Az sonra yemek yenecek dense de basar ağlamayı. Mutlaka dediği olur. Benim tanıdığım şeker hastası da tıpkı laftan ve sözden anlamayan küçük çocuk gibi. Küçük çocuğun nazı çekilir de büyüğün nazı çekilmez. Tamam vücudu istiyordur. Vücut gıdasını alacak. Ama yerinde ve zamanında olmalı. Madem vücudu istiyor. O zaman çantasında atıştırmalık kırıntı bulundurmasında fayda var. Ama ne mümkün! O kadar hatırlatmaya rağmen çantasına bir bisküvi koyduğunu görmedim. Acıkır acıkmaz mutlaka önüne sofra konacak. Haydi her şeyden geçtim, çoğu kimsenin çaya şeker atmayı bıraktığı günümüzde bu hastamız hala çayı şekerle içiyor. Hem de öyle az-uz falan atmıyor, dolduruyor çayı şekerle. 

Benim bildiğim şeker hastaları perhiz yapar, her şeyi yemez ve içmez. Bizim ki zararlı-faydalı demez, ne bulursa götürüyor. Korkum bir gün yıkılacak ve bir daha kalkamayacak. Maalesef ne laftan anlıyor, ne de sözden. Tıpkı imam gibi kendi bildiğini okuyor, atın ölümü arpadan olsun dercesine geçiyor günleri. Allah kimseye hastalık özellikle şeker hastalığı vermesin. 16.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

14 Mart 2018 Çarşamba

Dikkat! Bu Araç, "Ağır Kusurlu" *

Araç muayenesi için bugünlerde yolunuz TÜVTÜRK'e düşmüşse aracınız "ağır kusur" yerse hiç şaşırmayın. “Ağır Kusur” olunca aracınızın muayeneden geçmesi mümkün değil. Nereden mi biliyorum? Gittim, gördüm, hakk’a'l yakîn başıma geldi de ondan biliyorum. Ağır kusura maruz kalmak insanın hoşuna gitmiyor. O kadar beklediğin de işin cabası. 

Üç ağır kusur birden yedim. Aracımın birinci kusuru, "Plaka, Yönetmelikte belirtilen özelliklere uygun değil"miş. Sorun, plakanın kenarında düşmesin diye vidalanan iki vidaymış, görevlinin dediğine göre. Vidaları söksen de olmazmış, değişmesi gerekiyormuş, şoförler odası bakıyormuş bu işe. Bu şekilde vidalı iken bu araba 2014, 2016'da geçti, hiç sorun yok. 2018'e gelince sorunumuz “ağır kusur” oldu. Belli ki Yönetmelik değişmiş. Aracımın ikinci ağır kusuru, "Yakıt-/gaz boruları: uygun olarak serilmemiş." Bu da ağır kusura giriyormuş. Bu kusuru yedikten sonra aldığım darbeyle evin yolunu unutuyorsun. Çünkü ağır kusuru kim giderecekse onun yolunu tutuyorsun. Bu kusurun müsebbibi kim? Araç sahibi keyfi bir şeyler mi yaptırmış? Hayır. Araç, Bakanlığın LPG'li araçlar için istediği projeye uygun yapılmış, onaylanmış ve yıllarca muayeneden geçmiş, 2017'nin başından itibaren "ağır kusur"lu işlem görüyor. Bu kusur kimin? Araç sahibinin mi? Kurallara uygun olarak döşeyen oto gaz sistemleri ustasının mı? Aracı muayene eden firmanın mı? Yoksa bu kuralı 2017'nin başında değiştiren Bakanlığın mı? Burada gerçek kusurlu Bakanlıktır, onun işgüzarlığıdır. "Vatandaşım! Geçmişte düşünemedik, yanlış kural koymuşuz,  kusura bakmayın, bundan sonra şöyle olacak" dese özrü kabahatinden büyük diyeceğim. Ama özür kim, onlar kim? Koskoca Bakanlık özür diler mi? Nedir bu istenilen diye usta yaparken baktım. Usta, LPG beyninden tanka giden kabloların üzerine zamanında özene bezene deri sarar gibi sarılıp emniyete alınmış kabloların üzerindeki sarılı sacı söktü iyice. Şimdiki Yönetmeliğe göre kablo görünecekmiş. Mantığını kavrayamadığım bu yeniliği sordum: “Kardeş, kablonun saçla örülmesi daha emniyetli değil mi? Kablonun görünmesi doğru mu? Farz et ki arabanın altını sürttürdüm, o zaman o kablolar zarar görüp gaz kaçağı meydana gelmeyecek mi?” dedim. “Maalesef öyle, ama istenen bu şekil şimdi” dedi. Sizin yeniliğinizi sevsinler dedim kendi kendime. Aracımın üçüncü kusuru, “Egzoz bağlantısı kırılmış.” şeklinde idi. Raporun sonunda ise “ARAÇ, TRAFİĞE AÇIK KARAYOLUNDA KULLANILAMAZ” yazısı vardı bu şekil büyük harflerle.

Üç tane “Ağır kusur” darbesi yiyen aracımı bir ay zaman zarfında yaptırmam ve yeniden randevu, sıra, muayene yaptırmam gerekiyormuş. Hele raporun sonundaki “…KULLANILAMAZ” yazısını görünce “Ben bu aracı yıllardır bu şekil ağır kusurlu olarak iyi kullanmışım da haberim yokmuş” dedim. Aracı, trafiğe açık karayolunda kullanamayacağıma göre kendime trafiğe kapalı karayolu bulmam gerekecek, eğer inat edip yaptırmazsam. Böyle bir karayolunu bilmiyorum dostlar! Siz bu şekil trafiğe kapalı karayolu biliyor da bana söylerseniz size minnettar kalacağım.

“Egzoz bağlantısındaki kırığı anlarım. Ses yapar insanları rahatsız eder. Ama diğer iki kusuru anlamakta zorlandım. Yetkililerimiz kendi koydukları kuralı, yine kendisi değiştiriyor. Herhalde biraz da bu şekil olsun, değişiklilik ve çeşitlilik olsun diye düşünmüş olmalılar. Kusura bakmasınlar ama ben bu üç ağır kusurdan iki kusurun gerisinde kendi ağır suçları, pardon ağır kusurları var diyeceğim.  Hikmetinden sual olunmaz ama yetkililer, “Araç muayenelerinde birkaç yılda bir değişiklik yapalım ki sanayilerimiz hareketlensin, onlara destek olalım, hareket olan yerde bereket olur diye düşünmüş olmalılar. Amaçları bu ise, maksat hâsıl oldu. Cebimizde bizi rahatsız eden elimizin kiri olan paraları kardeş payı olarak paylaştı şimdilik egzozcu ve oto gazcı. Bakalım plaka değiştirecek olan şoförler odası ne diyecek?

Araç muayenesinden bana miras kalan: Zamanımdan bir yarım günümü çaldı. Sonra bol bol para çıktı cebimden. Önce oto gazcıyı, sonra egzozcuyu memnun ettim. Benden başka müşterileri de vardı. Özellikle oto gazcının. Hepsi de TÜVTÜRK mağduru. Daha doğrusu Yönetmelikzede. Şimdi sırada şoförler odasını memnun etmek var. Bir de onu gönüllersem vatandaşlık görevimi hakkıyla yerine getirmiş olacağım. Koca bir yarım günüm heba oldu ama tecrübe kazandım. Zaten tecrübeyi, “İnsanın hayatta yediği kazıkların bileşkesidir” diye tarif etmiyor muyuz biz?

Umarım ben yeniden randevu alıp muayeneye gidene kadar yaptırdığım “ağır kusurlar” bir yönetmelikle yeniden değişerek tekrar “ağır kusur” olmaz.  Olur mu olur. Devlettir ne de olsa. Ne yapsa yeridir. Yazımı nihayete erdirirken burada bir hakkı teslim edeyim: Araç muayenesinde aracımı tepeden tırnağa muayene eden eleman, nazik mi nazikti. Herhalde eleman, “Adam zaten darbeyi yedi, yaralı bir kurt. Hiç olmazsa bir de ben vurmayayım” diye düşünmüş olmalı. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.

Akşama kadar ben bu kadar yoruldum. Vatandaşlık görevimi yerine getirdim. Çorbada sizin de tuzunuz olsun. Bir vatandaşlık görevi de siz yapın: “ARAÇ, TRAFİĞE AÇIK KARAYOLUNDA KULLANILAMAZ” yazısına rağmen aracımı açık karayolunda görürseniz lütfen trafiği ve yetkilileri “Şuna haddini bildirin” diye harekete geçirin. Size bir telefon kadar yakınlar. 14/03/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 17/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.







Hizmet Adamı Vesselam!

İki yıl önce tanıdım kendisini. Çok insan tipi gördüm, böylesine ilk defa rastladım. İlgi, alaka, çalışmasını gördükçe olamaz böyle biri dedim zaman zaman. Ne zamana kadar devam edecek bu adamın bu hali dedim.

Hiç işini aksattığını, işini yaparken gelişigüzel yaptığını, güler yüzünü eksik ettiğini, sızlandığını, başkasının dedikodusunu yaptığını, şımardığını görmedim. Yaptığının en iyisini yapar gördüm hep. Bir işi bitirir bitirmez dur-durak demeden bir başka işe koyulması, işini yaparken de çevresindeki insanlara ilgi ve alakasını göstermeye devam etmesi nasıl bir insan evladıyla karşı karşıya olduğunuza hayret eder, çalışma şevkine hayran kalırsınız.

On parmağında on marifet olan bu kişinin hiç mi derdi yok, hiç mi ihtiyacı yok. Hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaşmaması mümkün mü? İnsan olup da gündelik hayatta sorunu olmayan olur mu? Bu da insan; tıpkı benim gibi fizîken aynı uzuvları taşıyor. İçinde ne sıkıntısı ve derdi olursa olsun derdini içine atarak kendisini işine verip ha bire çalışan, hayata ve insanlara bu derece olumlu bir gözle bakan böyle birini bu güne kadar ne duydum, ne de gördüm. İş, ondaysa asla gözün arkada kalmaz, kendine güvenmez, ona güvenirsin. Ben bu işten anlamam demez. Çalıştığım okula Allah’ın bir lütfu olsa gerek. Baktıkça gıpta ettiğim bu kişi, sinir uçları alınmış ya da günlük ilaç kullanan biri mi diye düşünmedim değil. Zaman zaman gıyabında konuşurken acaba insan suretinde görünen bir melek mi demekten de kendimi alamadım.

Duruşu, oturuşu, davranışı, görgüsü, nezaketi, beyefendi duruşu itibariyle tam bir hizmet adamı. Çayda o var, temizlikte o var, karşılamada o var. İnsana ihtiyaç olan her yerde. İşin garibi yaptığı iş, diğer devlet memurlarında olduğu gibi garantili bir iş değil. Çalışırken “Millet kadroya geçti, ben ne olacağım, yarınım yok, keşke benim de bir garantili işim olsa” dediğini görmedim. Bugün işim var, yarına Allah kerim!” düşüncesi içerisinde hareket ettiğini gördükçe şu adamdaki tevekkül, şu adamdaki güler yüz, şu adamdaki ilgi-alaka, şu adamdaki çalışma şevki bende de olsa keşke dedim çoğu zaman. Kendisini her gördükçe pozitif enerji aldım. Öyle zannediyorum, benim aldığımı bu pozitif enerjiyi onu gören herkes almakta.

İçinizden “Bu adam kadrolu değil, bir de kadrolu olunca onun durumunu gör” dediğinizi duyar gibiyim. Doğru, bu arkadaş kadrolu değil. Kadrolu olsa değişir mi? Örnekleri çok. Fakat bu başka biri. Allah vergisi. Kadroya da geçse, makam ve mevki sahibi de olsa beyefendi kişiliğinden, iş ahlakından hiçbir şey kaybetmez. Kendime garanti vermem, bu adama garanti olurum.

Yediği-içtiği helal olan böylelerinin sayısını Allah, toplumun her kesiminde bolca versin. Versin ki sızlanan, kaçak güreşen bizlere örnek olsun. Allah ondan ve onun gibilerinden razı olsun! Bu tiplerin ne derdi varsa gidersin, ne muratları varsa versin Rabbim! 14/03/2018