-Üstadım! Yüksek bir makama gelmek istiyor artık gönlüm.
-Gönül bu. İster de ister.
-Bunun için ne yapmam lazım?
-Etin olacak, budun olacak.
-Yani?
-Sırtın kalın olacak.
-Sorun sırt ise kalın. Üstelik göbeğim bile var.
-Öyle değil. Kimin kimsen var mı?
-Anlamadım.
-Sayın var mı?
-Var tabii. Hem de öpöz, iki tane.
-Kan bağı dayıdan bahsetmiyorum. Seni bif makama sırtlayacak, referans olacak gücün var mı? Mesela bir vekil akraban veya yüksek bir makamda sözü geçen biri...
-Yok maalesef.
- O zaman ne diye ortaya çıkıyor, gönlünün esiri oluyor, ona söz dinletemiyorsun?
-Umutsuz bir vaka mı benim durumum? Yani ben şu fani hayatta bir koltuk sahibi olamayacak mıyım?
-Var aslında bir yolu.
-Neymiş o?
-Bir yere bağlılığın, aidiyet duygun var mı?
-İlahi üstadım! Ben sana makamdan bahsediyorum. Sen bana bir yere bağlılıktan dem vuruyorsun. Aynı dili konuşmuyoruz seninle.
-Konuşuyoruz da sen anlamak istemiyorsun. Daha açık konuşayım: Bir cemaate bağlılığın var mı? Varsa kolay.
-Mesela hangisi?
-Fark etmez, hangisi olursa olsun. Nasılsa her devirde birinin yıldızı parlıyor. Ne zaman hangisine sıra gelir bilmem. Ama çoğu kapıyı açıyor. Hemen olmak istiyorsan bugünün geçer akçesi bir cemaatten referansın olmalı.
-Yok maalesef. Herhangi bir cemaate bağlılığım yok. Ben İbrahim peygamber gibi tek başına bir ümmetim.
-O zaman avucunu yalarsın, daha çok beklersin. Dayın yok, amcan yok, paran-pulun yok, bir cemaate bağlılığın yok. O zaman ne diye makam makam diye tutturursun. Otur oturduğun yerde. Değil makam, mevcut işini kaybetmediğine şükret. 08.03.2018, Ramazan Yüce, Konya
8 Mart 2018 Perşembe
Bazı Saatlerde Meram Yeni Yol Otobüslerine Binebilmek
Meram Yeni Yol'da Evliya Çelebi parkının karşısında bulunan otobüs durağına geçerek çarşıya geçmek için otobüs beklemeye koyuldum. Gelen otobüs, durağa durmadan hep transit geçti. Çünkü otobüs, özellikle şoför mahalli civarı tıklım tıklım. Ön kapının açılması mümkün değil.
Körüklü otobüs, önümüzden süzüle süzüle geçerken ister istemez otobüsün arka taraflarına gözüm kaydı. Tek-tük ayakta olanların dışında aşırı bir yoğunluk yoktu. Binen yolcu, arkaya doğru ilerlememiş, ön taraflarda sıkışıp kalmış gayri belli. Ayakta bekleseler de duraktaki kişilere göre şanslı olanlardı bunlar.
Beş-on dakika arayla kaç otobüs geçmişse hepsinde durum aynıydı. Hiçbiri durmadı. Ön taraftaki sıkışıklık arkaya doğru yerini seyrekliğe bırakmıştı. Bugün, bu saatte bu yoğunluk neyin nesi derken eğitim ve ilahiyat fakültesi öğrencilerinin derslerinin bitiş saati olmalı dedim, kendi kendime. Öyle zannediyorum aynı yoğunluk ve durum sabah çarşıdan gelirken de oluyordur.
27 sene öncesi öğrenciliğim geldi gözümün önüne. Öğrencilik zamanımda ders çıkışı otobüse binebilmek için Sigorta (Konya Eğitim ve Araştırma) Hastanesine doğru, hatta daha ilerisine doğru az yürümemişizdir. Anlaşılan geçen 27 yıla rağmen eğitimin ve ilahiyatın binasının yenilenmesi ve öğrencilerinin değişmesi dışında başka bir şey değişmemiş. Sabah fakülteye gidiş ve akşam dönüş yoğunluğu aynı şekilde devam ediyor. Duraklar, bekleşenlerle dolu.
Nihayet epey bekledikten sonra durağımıza bir otobüs yanaştı. Bekleşen onca kişi arasından üç kişi binebildik. Diğerleri bir sonraki sefere kaldı. Tam kapının ağzında kendime bir yer bulabildim. Bir iyiliği var, ani frenlerde düşme riskin yok. Düşmek istesen de düşemezsin zaten. Çünkü herkes birbirine etten duvar örmüş vaziyette.
Mezun olalı 27 değil, 57 yıl da geçse bu güzergâhtaki yoğunluk değişmeyecek. Zira binlerce öğrencisi olan bir eğitim ve ilahiyat fakültesi var bu muhitte. Hemen bir durak ilerisinde Konya'nın hasta yoğunluğu bakımından en yoğun hastanesi var. Yoğunluk olacak elbette. Fakat bu yoğunluğu en kısa yoldan nasıl çözeriz hesap-kitabı yapılmıyor anlaşılan. Ne Ulaşım Dairesinin, ne de fakülte yönetimlerinin böyle bir derdi var. Bir istikrar oluşmuş. Her geçen yıl kültür ve geleneğimizin yok olduğu günümüzde bu istikrar abidesi geleneği yaşatmaya çalışıyor olmalılar.
Bu sorun öğrencinin sorunu. Sonra bu sorun mu? Beklesin gençler. Eve varınca ne iş yapacaklar denebilir. Haydi diyelim ki büyükler böyle düşünüyor. Bundan dolayı da çözüm bulmuyorlar. Peki, gençlere ne demeli? Güç-bela binen, gemisini kurtaran kaptan muamelesi yapıp ön tarafta sıkışıp kalacağına, arka tarafa doğru ilerlese ne olur? 15-20 kişi daha binmiş olur. Kendisi nasılsa bindi, dışarıda bekleyenin canı çıksın diye düşünüyor olmalılar. Değilse niye ilerlemesinler. Sonra genç dediğin ileriye doğru gider, geriye değil. Kazara biri arkaya ilerleyelim dese, "Arka dolu, nereye gidilecek, üstümüze mi çıkacaklar" demeye başlar. İçeridekiler böyle derken aşağıda binemeyeler de "Şuna bak! Arka bomboş, olur mu ya" diye homurdanır. Başka bir gün aşağıdaki binerse o da geriye doğru ilerlemez. Çünkü kendisine böyle yapılmıştı. Şimdi zaman öç alma zamanı zira. Homurdanma sırası ise daha önce binip de arkaya ilerlemeyen ve şimdi durakta bekleyene geçer. Otobüs kaptanları da tüm bu olup bitenleri özümsemiştir. Ne kadar "İlerleyelim" dese de yolcu kendi bildiğini okur.
Aslında otobüsün ortalarına doğru oturan arkadaşlarıyla muhabbet etmek için iki kişinin ayakta koridoru tıkamasından ibaret tüm durum. Onlar yolu tıkayınca otobüse binenler de arka tarafa geçemiyor. Durum bundan ibaret. Bunlara kendine Müslüman dense yeridir.
Ne yapmak lazım? Bunun için öyle uzun uzadıya düşünerek plan yapmaya gerek yok. Özellikle eğitim fakültesinin ders bitişinde durakta bekleyenleri çarşıya götürecek şekilde otobüsler arka arkaya eğitimin önünde beklese yığılma önlenir. Bunu belediye düşünemiyorsa fakülte yetkilileri belediyeden talep edebilir. Böylece otobüsler tıka-basa dolmadan hareket eder. Şoför, aynaları daha rahat kontrol eder. Duraktaki binemeyenler diğer seferi beklemez. Ara durakta bekleşen yolcular daha fazla durakta beklemezler. Acil işi olan mağdur olmaz. İnsanlar özel arabaya yönelmez. Bir kaza esnasında can pazarı yaşanmaz. Bunun için tek yapılacak olan planlamadır. Bu planlama aynı zamanda insanımıza verilen bir değerin de göstergesidir. Zira balık istifi bu durum, anlayışı hizmet olanlara yakışmıyor. 08.03.2018, Ramazan Yüce, Konya
Aslında otobüsün ortalarına doğru oturan arkadaşlarıyla muhabbet etmek için iki kişinin ayakta koridoru tıkamasından ibaret tüm durum. Onlar yolu tıkayınca otobüse binenler de arka tarafa geçemiyor. Durum bundan ibaret. Bunlara kendine Müslüman dense yeridir.
Ne yapmak lazım? Bunun için öyle uzun uzadıya düşünerek plan yapmaya gerek yok. Özellikle eğitim fakültesinin ders bitişinde durakta bekleyenleri çarşıya götürecek şekilde otobüsler arka arkaya eğitimin önünde beklese yığılma önlenir. Bunu belediye düşünemiyorsa fakülte yetkilileri belediyeden talep edebilir. Böylece otobüsler tıka-basa dolmadan hareket eder. Şoför, aynaları daha rahat kontrol eder. Duraktaki binemeyenler diğer seferi beklemez. Ara durakta bekleşen yolcular daha fazla durakta beklemezler. Acil işi olan mağdur olmaz. İnsanlar özel arabaya yönelmez. Bir kaza esnasında can pazarı yaşanmaz. Bunun için tek yapılacak olan planlamadır. Bu planlama aynı zamanda insanımıza verilen bir değerin de göstergesidir. Zira balık istifi bu durum, anlayışı hizmet olanlara yakışmıyor. 08.03.2018, Ramazan Yüce, Konya
7 Mart 2018 Çarşamba
Siyasetin Tuzu Kuru **
Hangi TV'yi açsam "Sandık güvenliği, yüzde 10 seçim
barajı, seyyar sandık, ittifak, uyum yasaları, 50+1..." tartışmaları gırla
gidiyor. 2019 seçimlerine nereden bakılırsa mahalli seçimlere bir,
Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere bir buçuk yıl olmasına rağmen biz daha
şimdiden seçim sath-i mailine girdik görünüyor. Yeri geldiği zaman
"Siyasette 24 saat uzun bir süredir" denmesine rağmen.
Seçimle ilgili bu hararetli tartışmalar her gün evimize
misafir olurken nedense siyasetimiz, Meclis'te yapması gereken tartışmayı
stüdyolarda yapıyor. Amaçlarının üzüm yemek olmadığı, vatandaşa mesaj vermeye
çalıştıkları aşikar. Özellikle seçim güvenliği konusundaki tartışmalara bakınca
seçimi kaybetmeye namzet olanların şimdiden başarısızlıklarına kılıf bulmaya
çalıştıklarını anlamak için birazcık mürekkep yalamaya gerek yok bile.
Bir, bir buçuk yıl öncesinde başlayan bu tartışmaların
çapının ve seviyesinin seçim döneminde ne şekilde hararetleneceğini ve toplumu
iyice gereceğini, günlerimizi zehir edeceklerini yine bugünden anlayabiliriz.
İşin garibi vatandaşın derdi yok bu konuşmaların arasında. Millet aç mı susuz
mu işi var mı ülkenin terörle mücadelesi nerede? Daha ne kadar bu durum devam
edecek? Düşünen yok. Kayıkçı kavgası gibi devam ediyor aralarındaki atışma.
Olan da vatandaşa oluyor. Çünkü zat-ı âlilerinin tuzu kuru.
Kim ne konuşursa konuşsun sonunda iş, siyasetin ipini
elinde bulundurana dayanıyor. Yani seçim vb. yasalardaki değişiklikte onun
dediği olacak. Şimdiden seçime hile vb. şeyler katılacak şeklinde "yerim
dar" dercesine felaket tellallığı yapanlar, seçimi veya seçimleri
tartışılır noktaya taşımaktan ziyade, seçimde son sözü söyleyecek vatandaşın
ayağına gidip olanı ve olması gerekeni anlatsalar ve milleti ikna etseler
seçime bir sıfır önde başlamış olurlar. Kimse unutmasın ki bu millet
inandığına, ikna olduğuna oy verir. Kendine güvenen, halkın içine karışır; önce
halkın derdine ortak olur. Vatandaşı anlayan, onu dinleyen kazanır. Yoksa
şimdiden başlayan mazeret üretmeye vatandaşın karnı tok. Siyaset zırlama yeri
değil. Her şeye karşı çıkmak hiç değil. Problemi tespit edip çözüm üretme
yeridir.
Sonra bu ülke bir seçimden diğer seçime hep siyaset
konuşmak, gerginlik siyaseti izlemek zorunda mıdır? Her akşam sayısız TV
kanalında canlı yayında onları dinlemek ve seyretmek zorunda mıdır? Her gün bir
TV kanalında boy göstermektense ne zaman halkın içerisine girip halkla hemhal
olacaklar? İzlediği siyasette samimi olanlar, halkı ve bu ülkeyi düşünenler fildişi
kulelerden bakmayı bırakıp tabanın içine girmeliler. Yoksa ekranda kendileri
söyler, kendileri dinler, halk bildiğini okur/yapacağını yapar.
** 11/03/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)