18 Ekim 2017 Çarşamba

03.02'de Beni Uyandıran Densiz!

Salı akşamı gece 01.00 sularında uyumak için yatağa girdim. Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum. Acı acı çalan telefon sesiyle uyandım. Ne zaman sabah oldu, daha uykumu da alamadım diye düşünürken eşimin, "Kim o arayan, telefonuna bakar mısın" demesiyle telefonu elime aldım. Baktım arayan 'özel numara' idi. Telefonu meşgule aldım. Tekrar yattım. Çünkü daha gecenin 03.02'i idi. Çalan alarm değil, kendini bilmez birinin yediği halttan ibaretti.

Uyku bölündükten sonra yat yatabilirsen, uyu, uyuyabilirsen. Sağa dön, sola dön derken canım geçmiş,  06.20'ye kurduğum alarm çalmaya başladı. Şimdi kalk kalkabilirsen. Ah şu 03.02'de beni arayan adını, sanını bilmediğim davetsiz misafirimi bir elime geçirsem! Neler yapmazdım ona. Alırdım elime sopayı, 'Neren ağrıyor, şurası mı, burası mı' der. Vücudunun her bir yerine vurdukça vururdum. Sopayı bırakır, boğazını sıkar, 'Öldüreyim mi seni' diyerek ellerimi boğazına doğru götürür, gecenin üçünde derdin neydi, yatamadın mı deyip ölümü gösterirdim ona. Ama öldürmezdim. Çünkü ölüm onun için kurtuluş olurdu. Akıl ve hayale gelmedik öyle şeyler yapardım ki en azından bundan sonra bir başkasını rahatsız etme yoluna gitmezdi.

Telefonunu 24 saat açık tutarım. Olur ya ölüm olur, kaza olur diye. Gecenin bir vaktinde arayıp rahatsız edeni görünce, 'Be Ramazan, keşke telefonu kapatıp uyusaydın' diyorum kendi kendime. Ama nereden bilecektim telefon sapığının bana bir otun oynayacağını. Neyse adam sapık olmaya sapık. Benim uykumu kaçırmaya kaçırdı. Uyumaya çalıştım tekrar. Zoraki de olsa uyudum. Sabahleyin uykuluca uyandım. Şimdi düşünüyorum da adı üzerinde sapık. Ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. Madem uyandırıldıktan sonra bir müddet uyuyamadın. Bari kalkıp teheccüd kılsaydın ya! Bu uçkuru beynine bağlı adamın yaptığı kötülüğü böylece iyiliğe dönüştürmüş, gecenin karanlığını kâra dönüştürmüş olurdun. Hem de tertemiz bir ibadet olurdu. Sen zamanı değerlendirmediğine yan!

Sahi telefon aramalarında ismi gizlemek yasaklanmadı mıydı? Yasaklansa da devletin derdi kötülerle değil. Zira kimse kötülerle başa çıkamaz. Olan vatandaşa oluyor. 18.10.2017

17 Ekim 2017 Salı

Vücudun Bağışıklık Sistemi ve Antibiyotik Kullanımımız *

Evren yasalarından biyolojik yasa gereğince Allah, vücudumuzda 'Bağışıklık sistemini de yaratmıştır. Bildiğiniz gibi "Bağışıklık sistemi, bir canlıdaki hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan, patojenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden koruyan karmaşık bir sistemdir." Gördüğünüz gibi bize mükemmel bir vücut veren Allah, vücudu kendi haline bırakmamış, aynı zamanda vücudumuzu hastalıklara karşı koruyacak bir mekanizmayı da var etmiştir.

Pekiyi bağışıklık sistemi olmasına rağmen bu kadar hastalık nedir diye bir soru aklımıza gelebilir. Vücut yapımız hastalıklara karşı dayanıklıdır, zayıf düşünceye kadar korumasını devam ettirir bağışıklık sistemimiz. Sağlıktan anlamam, zira hekim değilim. Bu konudaki görüşlerim tamamen kişisel görüşlerimdir.

Geçen hafta haberleri izlerken bir haber dikkatimi çekti. Türkiye antibiyotik kullanımında dünyada birinci sıradaymış. Şükürler olsun! Her alanda gerilerdeyiz ama habere göre ilk sıradayız. Her 10 reçetenin 3 tanesinde antibiyotik tipi ilaçlar yazılıyormuş. Antibiyotik ilaçlar niçin verilir? Bakterilerin neden olduğu hastalıkları iyileştirmek için. Olur-olmaz kullanılan antibiyotiklerin 2050 yılında küresel tehlike haline geleceği, kanserden ölenlerin sayısından fazla olacağı belirtiliyor. Yani kanserden ölenlerin sayısı 8 milyonda kalırken antibiyotik direncinden dolayı ölenler 10 milyonu bulacakmış. Çünkü gerekli-gereksiz kullanılan antibiyotikler, antibiyotik direnci meydana getiriyor. Vücut antibiyotiği ala ala ileride önemli hastalıklarda kullanılacak antibiyotiklerin fayda vermeyeceğini, vücudun kabul etmeyeceğini anlayabiliriz.

Bu ülkede bilinen çok basit hastalıklarda doktora gidildiği, reçetesiz dönülmediği herkesin malumudur. Eskilerin tabiriyle peynir-ekmek gibi hap kullanıyoruz. Çoğumuzun evinde ecza dolabı var. Başım ağrıyor hap, karnım ağrıyor, hap. Midem ekşime yapıyor, hap. Öksürüyorum, hap. Hapşırıyorum, hap. Neredeyse hap kolik olduk. Bilinçsiz bir şekilde hap tüketiyoruz. İşin garibi kullandığımız hapların  prospektüsünü üşenmeyip okuduğumuzda yazılan yan etkilerini görünce “Bu ilacı çıkaranın amacı beni tedavi etmekten ziyade öldürmek” aklımıza ne gelir. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir şey bu. Ya da bir yerini iyileştirmeyi amaçlarken vücudun diğer taraflarında başka hastalıklara davetiye çıkarıyor. Öldürse daha iyi. Çünkü öldürse bir daha ilaç satamayacak bana. Amacı süründürmek ve ilaca bağlı kılmak. Böyle yazarken “hiç ilaç kullanılmasın, ilaçtan uzak durun, doktora gitmeyin, ilaçlar faydasız…” iddiasında bulunmuyorum. İdeali hiç hastalanmamak, hiç ilaç kullanmamaktır. Bu mümkün olmadığına göre yaratılışımızda vücudumuzu hastalıklara karşı koruma görevi olarak bahşedilen bağışıklık sistemini yok etmemek için hastalandığımızda bilinçli ilaç kullanmamızda fayda vardır. Zira başta antibiyotikler olmak üzere bilinçsiz bir şekilde kullanılan ilaçlar vücudun bağışıklık sistemini yok ediyor. Çünkü bugünkü ilaçların hemen hemen hepsi fabrikasyon ve kimyasal üründür. Çoğu ilaçların hastalığımıza deva olmasından ziyade sanki zehir görevi var gibi geliyor bana. Kemoterapi tedavisinde kullanılan ilaçları isterseniz gözünüzün önüne bir getirin, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Birilerinin bizi diri tutmaktan ziyade süründürme gibi bir görevi misyon edindikleri aklıma geliyor. Dünyada nasıl ki ileri ülkeler yaptıkları silahları satmak için dünyanın değişik ülkelerinde sürekli huzursuzluk çıkararak devletleri silah almaya sevk ediyorsa, ilaç sektörü de insanımızı sürekli ilaç kullanacak şekilde hasta ediyor diye düşünüyorum. Bazılarının anasını boyayıp babasına yeniden sattığını aklımıza getirirsek paraya doymak bilmeyen insanların bunu yapmamaları için hiçbir sebep yok. Çünkü bugünkü birçok insanın dini, imanı paradır. Kazanmak için her yolu dener. Hele ihtiyarlayınca rapora bağlı ilaçları torba torba ihtiyarların önünde görünce bu ilaçlar mı bunları ayakta tutuyor, yoksa bu ilaçlara rağmen bu ihtiyarlar hala ayakta mı kalıyor diye aklıma geliyor. Antibiyotikler ve ilaçlar hakkındaki görüşüme ister katılın, ister katılmayın. Bana kızmayan bir doktorlar, bir de eczacılar kalmıştı. Onlar da bana kızarak sayı tamamlanmış olur. Bu konudaki acizane görüşüm, mümkün olduğu kadar ilaçlardan uzak duralım, zorunlu olmadıkça ilaç kullanmayalım. Hele bilinçsiz ilacın yanına hiç uğramayalım. Hatta ilaca selam vermeyelim, o bize selam verse de selamını almayalım.

Sağlığımız açısından durum bu iken maddi boyutu itibariyle de aldığımız ilaçlar devletin bütçesinde kara delikler açmaya devam edecektir. Sağlık alanındaki harcamalar bu şekilde artarak devam ederse ileride devlet hasta katkı payını, ilaçlardan aldığı yüzdeyi daha da artırma yoluna gidebilir.

Allah hepimize sağlık versin, dermansız dert vermesin. Allah’ın verdiği bağışıklık sistemini bozmamayı ve bilinçsiz ilaç kullanımından uzak durmayı nasip etsin hepimize. 17/10/2017

* 23/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Başına Buyruk Minibüs Şoförleri *

Şehirlerde kendi aracıyla yolculuk yapmayanlar bunun yerine toplu ulaşım vasıtalarını kullanır. Kimi belediyeye ait otobüsleri, kimi de bir hatta bağlı olarak yolcu taşıyan dolmuş veya minibüsleri tercih eder. Her ikisi de amme adına iş yapar. Kendi rızkını temin etmek için direksiyon başında dirsek çürütür. Burada konu edineceğim dolmuşçulardır. Baştan söyleyeyim, niyetim tüm dolmuşçular değil. İçlerinde işini düzgün yapanlar vardır. Onları istisna tutuyorum. Ama bir kısmı var ki,  başına buyruktur bu dolmuş taşımacılığı yapanların.

Dolmuşların durak yeri olmasına rağmen durak harici de olsa istediği yerde durur, istediği yerde durmaz. İşine geldi mi dolmuşta kendisine sesleneni duyar, işine gelmeyince duymaz. Almak istediği yolcuyu alır, beğenmedi mi durmaz, istediği zaman gözüne bakarak basar geçer. Binmek istemesen de ya korna çalar, ya da gelir yanına durur. Yeri geldiğinde kağnı gibi yavaş gider, bazı yerlerde beklemeye koyulur. Bazen de tabakhaneye gider gibi sürer.

Dolmuşu süren yolların hâkimi benim gibi davranır. Trafiği tehlikeye atar, yolcu almak için arabanın önüne kırar, ambulans gibi 'S' çizer. Yeri geldiğinde dolmuşu istifleme doldurur, yeri geldiğinde kaç kişi oldu hesabı yapar, sayıya göre alır. Bazen sol şeritte yolcu indirir.

Dolmuş sürücüleri aynı zamanda çok yeteneklidir. Hem sürer, hem yolcu almak için gözü sağ kaldırımdadır, gerekirse sokak aralarına göz gezdirir. Kâh cep telefonuyla konuşur, kâh yanındakiyle sohbet eder, bir eliyle de yolculardan para alır, para üstü verir. Bir taraftan inecek var diyeni indirmek için sağa yanaşır. Boşalan koltuğa ayaktakinin oturmasını ister. Çocuk küçük diye ücret ödemeyen müşteriye 'İki kişilik verdiniz, yanınızdaki çocuk altı yaşından büyük' diyerek ücretini ister. İşi olup da güzergâhına devam etmek istemeyen, ardından gelen meslektaşının dolmuşuna müşterilerini aktarır. Fazla yolcu almak istediğinde önünden giden meslektaşına telefon açarak yolun temiz olup olmadığını, yani yolda polisin kontrol edip etmediğini sorar.

Kavgacıdır, kavga etmeye hazırdır, kavgadan korkmaz, polisten ve şikayetten çekinmez. Kafa-göz kırılacaksa kırar, dayak yiyecekse yer. Hapse girmesi gerekiyorsa girer. Kavgaya girdiği zaman haklı olup olmadığına bakmaksızın meslektaşları yardımına koşar. Dolmuşçunun yaptığından müşteri rahatsız olsa da pek sesini çıkarmaz, çıkaramaz. Çünkü mermi gibi müşteriye laf sayar. Çoğu müşteri, içine atarak işinin görüldüğüne bakar, pek sesini çıkarmaz.

Saymakla bitmez bu tip dolmuş sürücülerinin seyir halindeyken yaptıkları. Her türlü tasarrufta bulunmayı kendilerine mubah görür. Kimseden çekinmesi de yoktur. Polis ve bağlı bulundukları odaları tarafından ne kadar denetleniyor bilmiyorum. Denetleniyorsa da çok ciddi denetlenmediği kanaatini taşıyorum. Zira yapılan denetimlerden çoğu haberdar olduğu için gerekli tertibatı önceden alabiliyor.

Kamu adına amme hizmeti gören minibüsler bir ihtiyacı gidermektedir. Bu hizmetin daha sağlıklı olması, vatandaşın güvenliğini tehlikeye atmaması için şoförlerin daha dikkatli olmasında fayda vardır. Minibüsleri denetlemekle yükümlü kişilerin denetim görevlerini daha ciddi yapması gerekir. En azından başına buyruk hareket eden bazı şoförler kendilerine çekidüzen verir. 17.10.2017

* 30/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.