11 Eylül 2017 Pazartesi

Kiralar Nereye Gidiyor?

Kiralık eve bakıyorum. Nihayet araya araya 'kiralık' bir ev gördüm. Telefonuma davrandım aramak için. Bir de ne göreyim pencereye 'satılık' yazan ikinci ilan yapıştırılmış. Hem kiralık, hem satılık olamaz. Bir yanlışlık olmalı, yazılan irtibat numaraları farklı olabilir dedim. Kontrolünü yaptım. Her ikisinde de aynı numara vardı. Çevirdim verilen numarayı. Alo sözüme ses veren bir bayan idi. Hanımefendi eviniz kiralık mı, satılık mı dedim. "Hem satılık, hem kiralık" dedi. Olur mu böyle şey? Haydi ben kiralayıp eşyamı taşıdım, ardından alıcı çıktı, evi satacaksınız. O durumda ben ne yapacağım, dedim. "Satılmaz, zaten şu ana kadar istediğimiz parayı veren olmadı. Kiralamak isterseniz, tutabilirsiniz" dedi. Ne kadar kirası dedim. "Dairemiz büyük, 1.700,00 lira istiyoruz," dedi. Kaç m2 soruma 200 m2 dedi. İyi günler diyerek telefonu kapattım.

Bir başka gün başka mevkilere baktım, 1.100,00 ila 2.000,00 arasında değişiyordu kira bedelleri. İçlerinde bir yıllık peşin isteyeni mi ararsın. Her şey var maşallah. Ev aramam esnasında kiralık evden ziyade satılık levhasına rastladım. Nihayet istediğimiz yerden olmamakla beraber emlakçi aracılığıyla 1.000,00 liraya bir ev bulabildik.

İyi arkadaş! Aradığın bir ev, bunu yazı konusu etmenin manası ne denebilir. Doğrudur. Evin vardır; kiraya verirsin, evin yoktur; kiralık ev ararsın. Bunda bir sorun yok. Burada mesele kira fiyatlarının el yakıyor olması. Üzüldüm gerçekten. Bu istenen uçuk-kaçık kira bedellerini kaç kişi verebilir? Normal ve makul mu bu fiyatlar? Asgari ücretin 1500 lira olduğu günümüzde büyük bir çoğunluğun asgari ücretle çalıştığı bir ortamda bu istenen rakamları kaç kişi verebilir? Haydi insanımızın imkanı var, tuttu diyelim. Yüksek kira bedelleriyle tutulan bu evler diğerlerine emsal olmayacak mı? Bu gidişatın nereye gittiği mutlaka sorgulanmalı.

Burada kesinlikle ev sahiplerini paragöz olarak gördüğüm sanılmasın. Kiraları piyasa belirler. Demek ki alıcısı var ki fiyatlar bu şekilde uçuk-kaçık bir hal almış. Nerede durur? Maalesef belli değil. Bu durum dar gelirli ve evi olmayan insanların mutlaka belini bükecektir. Kiraların bu şekil uçup gitmesi insanları farklı alternatiflere yöneltme riskini de bünyesinde taşıyacaktır. Kira fiyatlarını yüksek gören, “Ben bu şekilde yüksek kira vereceğime, kredi çeker bir ev alırım” dedirtecektir. İnsanımızı ister istemez krediye bulaştıracaktır. Güç-bela ev sahibi olan kişi hayatının bundan sonraki kalan ömrünü bankaya kredi borcu ödeyerek geçirecektir. Kiradan kaçan krediye yakalanacaktır. Biz buna yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diyoruz Anadolu’da.

Şunu bilelim ki bu devirde ev sahibi olmak da kiracı olmak da zor. Kiracı iyi ev sahibi arar, ev sahipleri de iyi kiracı. Kiracı vardır evi hor kullanır, kirayı zamanında vermez. Ev sahibi vardır, tüm geçimini kiradan karşılamak ister. Allah tarafları iyilerle karşılaştırsın. Kimseyi evsiz-barksız ve açıkta bırakmasın, namerde muhtaç etmesin. Ev sahiplerine evinin değerini almayı, kiracıya da evinin kirasını ödemeyi nasip etsin. Rabbim herkese insaf versin. 11/09/2017


Dış Politikada Milli Seferberlik Zamanı

Kendisine biçilen rolün dışına çıkan/çıkmaya çalışan yaramaz çocuk Türkiye'yi fabrika ayarlarına döndürmek için ABD'si, AB'si var gücüyle her yolu deneyerek Türkiye'yi dize getirmeye çalışıyor. Türkiye'yi yönetenler de bunun farkında olmalı ki her türlü saldırıyı arkasındaki halk desteğiyle birlikte şu ana kadar savuşturdu. Fakat durmayacaklar. Farklı farklı yolları deneyerek tekrar gelecekler. Üzerimize gelirken her defasında ateşe dokunmak yerine besledikleri taşeronlarını üzerimize salacaklar.

Durum bu iken düşmana karşı ülkede birlik ve beraberlik olup kenetleneceğimiz yerde aramızda sendeleyip tökezlemesini bekleyen ayrılıklar söz konusu. Bu karanlık gecenin sabahı ne zaman gelecek? Ülke olarak ne yapabiliriz? Ardı arkasına gelmekte olan bu tehlikeli vuruşları savuşturup güçlü bir şekilde hücuma geçmek için ülkenin içinde bulunduğu durumu dert edinmek lazım. İşe önce içeriyi inşa ederek başlamalı. İktidarı-muhalefeti, meclis içi-meclis dışı, Alevi’si-Sünni’si, Türk'ü-Kürt'ü, sağcısı-solcusu, milliyetçisi-şeriatçısı, STK'lar, tarikat ve cemaatlerle bir araya gelinerek topyekûn seferberlik ilan edilmeli. Öncelikli olarak bizim ülkemizde emelleri olanların gerçek niyetini içimizde yaşayan muhaliflere anlatıp onları ikna ederek işe başlamak lazım. Ülke içinde fikir birliğini sağladıktan sonra ülkenin durumunu ve haklılığımızı yurt dışına anlatmak  için her kesime vazife vermeli. Hangi kesimin hangi ülke ile arası iyiyse haklılığımızı anlatmak için o ülkeye gitmeli, oralardaki platformlarda durumu anlatmak için vicdani sorumluluk çerçevesinde fahri bir görev üstlenmeli. Her kesim bu meseleyi milli bir mesele olarak ele almalı, taşın altına elini koymalı. Zira mevzubahis olan ülke ise gerisi teferruat demeli.

Milli bir seferberlik ilan edilmeli. “Bu iş hükümetin görevi, ne halin varsa gör” denmemeli. Çünkü memleket elden giderse sadece hükümet enkazın altında kalmayacak, her birlikte kalacağız. Bunun için içimizdeki ayrılıkları buzdolabına kaldırmanın tam zamanı. Kimin gücü neye yetiyorsa inisiyatif almalı. “Biz çalışırsak kaymağı hükümet yer” denirse herkesin şunu bilmesi lazım ki bu millet eldeki olanlardan samimi bulduklarına samimiyetleri oranında oy veriyor. Herkesin çalışmasını bu halk sandıkta değerlendirir. Sandıktan çıkarmasını da bilir, sandığa gömmesini de. Bugün vezir yaptığını yarın rezil, bugün yüzüne bakmadığını yarın baş tacı yapar. Öncelikle tarafların bu milletin basiret ve ferasetine inanması lazım. İnandığının arkasına ölümüne gider.

Muhalefeti ve muhalif düşünenleri bir potada eritme görevi öncelikli olarak hükümetin görevidir. 15 Temmuz'daki birlikteliği yeniden sağlamalıdır. Muhalefete ve farklı kesimleri dinlemeli, onlara güven vermelidir. Bu da yönetimde yaptığı hatalar varsa öncelikli olarak bunları masaya yatırmalı. Biz şurada, şu şekilde, şundan dolayı hata yaptık diyen bir rapor hazırlamalı, bunu kamuoyuna açıklamalı. Muhalefet de bu yapılan öz eleştiriye mal bulmuş mağribi gibi atlamamalı, hükümetin uzattığı bu ele zeytin dalı ile karşılık vermelidir.

Tüm ayrılık ve farklı düşünmelere rağmen içeride birlik, beraberlik ve barış ortamı sağlamadan, yekvücut olmadan bırakın üstünlük sağlamayı, her günümüz dünü aratır hale gelecektir. Yoksa biz bu günleri çok ararız.

Aramızdaki nizaları, hır-gürleri, kayıkçı kavgalarını bir tarafa bırakarak yarınların Türkiye'sini inşa edelim. Dışarıya karşı birlik mesajı verelim. Böyle yaparsak bu ülkenin kaybedeni olmaz. Yoksa hepimiz kaybederiz. Zira aynı gemideyiz. 11.09.2017

9 Eylül 2017 Cumartesi

Haklı Olmak Herkese Bağırıp Çağırmayı Gerektirmez

Birileri seni istemiyor belli. Önünden, arkandan son vuruşu yapmaya çalışıyor. Bunun için her yolu deniyor. Çünkü arı kovanına çomak soktun. Yaşamaları için senin yok olman gerekiyor. Bunun için itibar kaybı dahil her şeyi, her yolu mubah görüyorlar. Hayat hakkı tanımayacaklar sana. Zira biletin kesildi, kalemin kırıldı. Maazallah öldürmeyi bile deneyecekler. Bunu sağır sultan bile biliyor artık. Öyle zannediyorum, kendin de biliyorsun bunu. Zaten bu yüzden hep 'yalnızım' diyorsun.

Şunu bilmeni isterim ki bu dünyada iyilerin sessizliği kadar kötü bir şey yok. Herkes senin haklı olduğunu biliyor. Buna rağmen herkes kafasını kuma gömdü, olanları izliyor perde arkasından. Kimse kendisine sıra gelmesin istiyor. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor. Bu yüzden suyu üfleyerek içmeyi de bıraktı. Su bile içmiyor, ne olur ne olmaz diye. 

Evet, savunduğun fikirler doğru ve önemli. Bundan kimsenin şüphesi yok. Ama şunu bil ki haklı olman kazanacağın anlamına gelmiyor. Çünkü ortada kurtlar sofrası var ve bu sofrada sana ve senin değerlerine yer yok. Dünyayı aralarında paylaşanlar hala nemalanmaya devam ediyor. Kimsenin bu sofraya ortak olmasını istemiyor. Gerekirse binlerce kan akıtacaklar.

Durum bu iken yeni bir yol haritası belirlemende, yoğurdu üfleyerek yemende fayda var. Çünkü sen bu ülkeye lazımsın. Bil ki seni götürmek için gerekirse ülkeyi de yakıp yıkacaklar. Yıllardır arkandaki halk desteğini çekmeye çalışıyorlar. Bu yolları tamamen bitirdikten sonra sırada kan, ölüm dahil her şey var. Zaten 15 Temmuz da bunun provasıydı. Kanlı darbe teşebbüsünde de başarılı olamayınca uluslararası arenada kıskaca alacaklar. Sana ve yönettiğin ülkeye dünyayı dar edecekler.

Biliyorum, bunların hepsini hatta daha fazlasını biliyorsun. O zaman ne yapıp et, ama başka yollar bul. Haklılığını gösterecek başka yollara tevessül et. Uluslararası ilişkileri meydanlara taşıma, ülkeleri alenen eleştiri konusu yapma. Bu, savunduğun fikirlerden vazgeç anlamına gelmiyor. İyi bir hatipsin. Önce üslubunu değiştir, her doğruyu her yerde söyleme, köre kör deme. Bunun için kurulacak masalara sakla son sözünü. Masalarda konuş hep. Savaşlar, kavgalar masalarda kazanılır, meydanlarda değil. Hep soğukkanlı ol. Zira bu durumda olayları daha iyi analiz edebilirsin.

Herkesi muhatap alıp cevap verme. Madem sen herkese cevap vereceksin, o zaman ne diye o kadar danışman, bakan vs kişileri bulunduruyorsun? Birilerine cevap verilecekse elemanların yapsın bunu. Sen en son konuş. Bil ki “Ben doğruyu, doğru adamı severim” dese de kimse kendi aleyhine olan doğruyu sevmez. O yüzden bu dünyada doğrucu Davutlara yer yok.

Bu ülkede herkes tatil yapıyor, kimse rahatından ödün vermiyor. Buna rağmen sen her yerdesin. Unuttum en son tatili ne zaman yaptığını. Biliyorum dertlisin, için yanıyor, oturmak bize yakışmaz diyorsun. Ama yaşamak için dinlenmeye ihtiyacın var. Dinlenirken yeniden enerji depolayacaksın. Ayakların yere basarak geleceksin tekrar. Dinlenmezsen vücut yorgun düşünce bu sefer herkesi eleştirmeye başlarsın.

Şunu bil ki senin haklılığın herkesin anladığı kadardır. O yüzden zamana ihtiyaç var. Ne olur diplomatik dili elden bırakma, siyasi davranmayı bil çoğu zaman, içine atmayı öğren biraz da. Her şeye dişini gösterme! Biraz daha sükunet...Allah yardımcın olsun, senin gibi dertlenen indan ve ülkelerin sayısını artırsın. 09/09/2017