Televizyonlarda verilen reklam arasındaki reklamlardan bahsetmiyorum. Onlar vermeye devam etsinler. Burada kara listeye aldığım ürünler internet vasıtasıyla herhangi bir yazıyı tıklayınca önüme gelen, suyumu bulandıran reklamlardır.
Aynı sitede farklı yazılara girmek için tıklar tıklamaz hemen aynı reklam geliyor. Ya karşına 10 saniye sonra gidecek, beklemek istemiyorsan reklamı kapat uyarısı çıkıyor bir köşede. Ya da bazen sağında, bazen solunda gizlenmiş bir pencere geliyor x görünümünde. Reklam bazen sayfayı açar açmaz geliyor, bazen de yazıyı okumaya başladıktan sonra. Gelen çarpı işaretini kapat kapatabilirsen. Çünkü öyle bir yere monte edilmiş ki kapatmaya çalışırken karşına reklamın açılımı geliyor. Sonra sil baştan sayfaya tekrar geri dönmeye çalışıyorsun. Lütfedip açılır açılmaz karşına yine az önceki reklam geliyor. Amaç yazının okunması mı sağlamak, yoksa reklamı izletmek mi? Bazen karşına çıkan bu davetsiz misafirlerin gitmesini bekliyorum, az önceki yöntemleri uyguluyorum ama nafile. Sayfayı düzenleyen öyle bir tuzak kurmuş ki kaçışın yok. Bu reklamı tıkla, yoksa sana buradan ekmek yok diyor. Çaresiz gitmesini bekliyorum. Beklerken de reklamı yapılan ürünü almasam da bu ortama hayır dualarımla katkıda bulunuyorum. Yani boş durmuyorum, bunu bilin.
Haydi diyelim ki sitenin geliri bu reklamlardan. Yaşaması için reklam alması gerekiyor. Tamam alsınlar diledikleri reklamı, reklam veren de dilediği kadar reklam versin, evine-işyerine bu ürünlerden stok yapanlar yapsın, kimsenin ürününde ve reklamında gözüm yok. Onlara bol alışverişler dilerim. Bari bu reklam sadece sayfayı açınca gelse. Aynı reklam her bir haber ve yazıyı tıklayınca karşıma çıkıyor. Her çıkışında reklama daha fazla bileniyorum, "Acımdan ölsem, yiyecek bir şey bulamasam, ürünün başka satış yeri olmasa, benim için vazgeçilmez bir ürün olsa dahi ömrüm kifayet ettiği müddetçe bu ürünü almayacağım" diyorum. Sülük gibisiniz yahu! Bırakın peşimi, başka işiniz-gücünüz yok mu sizin. Şöyle ağzımızın tadıyla bir yazıyı açıp arkaya yaslanıp okuyamayacak mıyım? Yırtık dondan çıkar gibi çıkıyorsunuz olur-olmaz.
Sizin bu cansiperane bir şekilde reklam izletme çabanız bana bazı esnafları hatırlattı. Sen yeter ki böylelerinin dükkanına o değilden bir girmiş ol. Girdiğine, gireceğine pişman olursun. Önüne terekteki bütün malı yığar. Alıcı değilim desen de fayda etmez. Teşekkür ederim, kalsın desen bu sefer, "Malın neyini beğenmedin, rengini mi, parasını mı? Böyle malı, bu fiyata bu piyasada bulamazsın" şeklinde sayar durur. Ya mecburen alırsın. Ya da saralı gibi kaçarsın oradan.
İnternet siteleri yazılarının arasına reklam sıkıştırmaktan kafasını kaldırır da yazımı okurlarsa hem kendilerine, hem de okuyucuya büyük iyilik yapmış olurlar, reklamlarını da tadında verirler. Ama anladığım kadarıyla siz, ürünün satışından değil, tıklanmasından kazanıyorsunuz. Bu yüzden müşteri avlama peşindesiniz. Şunu tekrar bilin ve duyun! Ne o ürünlerden alacağım, ne de verdiğiniz reklamı tıklayacağım. Daha ne diyeyim, Allah hayrınızı versin. 07.09.2017
7 Eylül 2017 Perşembe
Okullarda Yapılan Mesleki Çalışma Komedisine Bir Son Verin Artık
İki haftası haziran son iki hafta, iki haftası da eylül ilk
iki hafta olmak üzere öğretmenler okullarında 09.00-13.00 saatleri arasında
mesleki çalışma adı altında seminer yaparlar.
Gelen,
geliş imzasını atar, yanına birkaç kafa dengi arkadaşını alır; bir kenar, bir
köşe bulur, ya muhabbete dalar, ya da istirahata çekilir. Çıkış imzası
çıkıncaya kadar devam eder bu. Sirkü daha önce çıkar mı diye ara sıra kafalar
iner, çıkar, sağa-sola bakılır, birbirine sorulur. İmza sirküsü tedavüle
çıkmışsa kimsenin keyfine diyecek yoktur. İmzasını atan yorucu bir çalışma
ortamının ardından istirahata çekilmek üzere evinin yolunu tutar. Ertesi güne
Allah kerim!
Yıllardır
devam eden bu komediye Bakanlık çok büyük önem atfediyor. Günler öncesinden
çalışmanın ne şekilde yapılacağını yazar, çizer ve illere gönderir. Bakanlığın
gönderdiği bu yazı sonrası il ve ilçe müdürlüklerinin planlaması çöpe gider.
Artık rutin hale geldi birinin planlaması diğerinin planlamasını dövdüğü.
Seminer çalışmasının sona erdiği son iş günü itibariyle
hazırlanıp imzaların atıldığı çalışmalar okul müdürlüklerine teslim edilir.
Eskiden seminer çalışma ve planını iller hazırlarken son
birkaç yıldır Din Öğretimi Genel Müdürlüğü hangi gün, hangi çalışmanın
yapılacağı ile ilgili bir plan göndermeye başladı. Din Kültürü, İHL meslek
dersleri öğretmenlerini ve İHO/İHL’lerde çalışan diğer branş öğretmenlerini
belirlenen okullarda seminer çalışması yapmak üzere hepsini bir arada toplar
oldu. Kenarda köşede belirlenen okul, öğretmenler tarafından güç-bela bulunur,
öğretmenler toplanır, girer, çıkar, imzalar atılır ve dağılır.
Öğretmenler seminer çalışmasını kendi okullarında yapsa da,
gideceği illerde yapmış olsa da bir ildeki bir okulda toplasan da durum üç
aşağı, beş yukarı bu şekilde. Kelin merhemi olsa başına sürer misali plan ve
organize yapmakla sorumlu olan il, ilçe, okul müdürlükleri kendilerine bakmaktan
aciz, planlamadan uzak bir görüntü çiziyor. Burada amaç öğretmenleri bir araya
toplamaksa maksat hasıl oluyor. Bu açıdan tüm kesimlerin içi rahat olsun. Ama Bakanlığın
istediği bu değil. Bundan da herkesin haberi olsun. Maalesef hiçbir faydaya
haiz değil bu seminer çalışmaları. Üstelik görüntü de hoş değil. Bu atmosferde
Bakanlığın istediği müfredatın tartışılması, etkinliklerin belirlenmesi,
eğitimde iyi örneklerin ortaya çıkarılması gibi ürünler ortaya çıkmıyor.
Bu durumda ne yapmak lazım? Öncelikle planlamayı ve çalışma
takvimini kim yapacak, bu belirlenmelidir. Sorumluluk tek kuruma verilmelidir.
Ya ildir, ya da ilçedir. Bakanlık yapacaksa tüm kurumlar buna uymalıdır.
Bakanlığın belirlediği çalışma takvimi de valiliklerin daha önceden hazırladığı
takvime uygun olmalıdır. Bakanlığın bünyesinde bir müdürlük olan Din Öğretimi
Genel Müdürlüğü planlama ve organize işine karışmamalıdır. Karışacaksa
ilgilendiği alan sadece İHO ve İHL’lerde çalışan tüm branş öğretmenleri ve
diğer okullarda çalışan Din Kültürü branşındaki öğretmenler olmamalıdır. Din
Öğretiminin hazırladığı plan kafa karışıklığına sebebiyet verdiği gibi bir okul
türü öğretmenlerini ve bir branşı mesleki çalışmalardan soyutlaması güzel bir
görüntü vermiyor. Eğer din öğretimine özel bir önem atfediliyorsa ilçe milli
eğitimlerde din öğretiminden sorumlu şube müdürleri var. Bırakalım onlara bu
işi. Onlar yapsınlar bu planlamayı. Her şey tepeden gelecekse aşağıda o kadar
müdürlüğü ve elemanı niçin bünyemizde barındırıyoruz? Ayrıca seminer
çalışmasında bir bölgede bulunan tüm öğretmenleri bir araya toplayarak oradan
bir fayda sağlanamaz. Eğer amaç gerçekten güzel bir ürünün çıkması ise bunun
için aynı branş öğretmenleri küçük küçük gruplara ayrılarak konuların
değerlendirilmesi istenebilir.
Geçen yıldan beri katıldığım seminer çalışmasında
öğretmenlerin, idarecilerin, üst yöneticilerin verdiği görüntü dostlar
alışverişte görsün görüntüsüdür. Kimseye de fayda sağlamaz bu. Bu işler ya adam
gibi yapılsın, ya da arşive kaldıracak şekilde çöpe gitsin. O zaman
öğretmenlerin yaz tatili 3 aya çıkar, bizim amacımız öğretmenlerin tatilini
kısmak denirse şunu bilin ki öğretmenler üç ay falan tatil istemiyor. Bunun
yolu da okulları 180 iş günü değil 200 iş gününe çıkarmaktır. Okulları her yıl
eylülün ilk haftası açalım, haziran son haftası kapatalım. Böylece maksat hasıl
olmuş olur. Yok, biz gülünç duruma düşsek de bu maceraya devam edeceğiz denirse
o zaman kafanızı kuma gömün işinizi yapmaya devam edin. 07/09/2017
Sürekli İlaca Bağlı Yaşayanlar ile Kredi Mağdurları *
Başlığı okuyunca ilaç kullananla, kredi mağdurları arasında
nasıl bir bağ var? Başlığa bak, hizaya gel diyebilirsiniz. Kimse kusura
bakmasın, akşam otururken nedense aralarında sıkı bir bağ olduğu aklıma düştü.
İlaç sektörü veya ilaç sanayisini kredi veren bankalara, sürekli ilaç kullanmak
zorunda bırakılanları da kredi çekmek zorunda kalıp hayatı boyunca kredi borcu
ödeyenlere benzetiyorum.
Bir insan krediyi niçin çeker? Bir ihtiyacını gidermek için
toplar, çıkarır, eldeki hesap tutmayınca, eşten dosttan da borç bulamayınca
bankaların kapısını çalar. Kendisine kredisi kadar kredi verilir. Krediyi çeken
çektiği parayı ihtiyacı olan yere yatırır, derin bir nefes alır. Bizdeki
ilkbahar gibi kısa bir süre rahatlar. Krediyi ödemeye başlayınca üç-beş ay
hesap-kitap tutar, ardından ödeme güçlüğü çekmeye başlar. Gerekirse
yapılandırmaya gider. O banka, bu banka derken aşağı yukarı tüm bankalarla çalışmaya
başlar. Ödemesini düzenli yapan biri olsa bile ömrünün geri kalan kısmını bankalara
kredi borcunu ödemekle geçirir. Kolay kolay da iki ayağı bir pabucu girmez.
Ardından evdeki bulgurdan da olur, iflas bayrağını çeker. Bankalar, kredi çeken
vatandaşın ödeme zorluğu çekeceğini bilmesine rağmen avının peşini kolay kolay
bırakmaz. Hatta hiç o tarakta bezi olmayan vatandaşa da kredi vermek için
didinir durur. Çünkü daha fazla kazanmanın yolu vatandaşı yolmaktan
geçiyor.
İlaç sektörleri de hastalıklara deva olsun diye hastalığı
tedavi etmek için ilaç üretirler ve bu ilaçları tüketecek ve kullanacak
hastalara ihtiyaç duyarlar. Özellikle hastayı sürekli ilaç kullanmak zorunda
bırakmak sürekli o ilaç satmak demektir. Kanser hastalarına uygulanan ilaçlar,
diyabet hastalarının kullanmak zorunda kaldığı şeker hapları, tansiyon vb.
haplar sürekli tedavülde olmalıdır. Yeter ki sen hastalanmayı gör. Rapora bağlı
hastalar ilaç sektörü için en iyi müşteri tipidir. Sürekli ilaca mahkum
hastalara önce ölüm gösterilir, sonra sıtmaya razı edilir.
Sanırım ne demek istediğimi anlatabildim. Gördüğünüz gibi
burada banka ve ilaç sanayisi paraya para demiyor. Varsa yoksa, dinleri
imanları paradır. Bu sektörlerde mühim olan insanlık sözü geçmez, önemli olan
paradır. Kredi çeken ile hastalığından dolayı sürekli ilaç kullanmak zorunda
kalan kişiler ise hayatları boyunca çekecekler. Eğer buna yaşama denirse.
Burada tek fark kredi çekenin borcunu kişi kendisi öder, aybaşı gelince
cüzdanını bankaya boşaltır, ödemeden ölürse borç devlete fatura edilir. İlaç
kullanan ise poşet poşet aldığı ilacı sürekli kullanarak zaten hapı yutar.
Çünkü bu ilaçlar ne öldürür ne de ondurur. İlacın parasını da vergisinden almak
üzere devlet öder.
Burada paraya ihtiyacı olan kredi çekecek, hasta olan da
ilaç kullanacak, ne var bunda diyebilirsiniz. Hiç tavsiye etmesem de kredi
çeken kendi kesesinden yer, ilaç kullanan da tedavi amaçlı kullanır. Her
ikisinin de eli mahkum. Benim işaret etmek istediğim bu iki sektörde iyi para
var. Bu sektörlerin sürekli kazanması için müşteri de sürekli olmalıdır.
Özellikle ilaç sanayisinde doktorlar da hastayı tedavi etmek için -eli mahkum-
ilaç sektörünün dayattığı reçeteyi yazmak zorunda kalıyor. Eğer amaç insanlıksa
hem kredinin hem de hastalıkları tedavi etmenin başka yollarına bakmak lazım. Çözüm
olarak sundukları reçete sürekli süründürmek üzerine kuruludur.
Kredi çekmede insanlar ayağını yorganına göre uzatabilirler
belki. Hastalıklarda ise birilerinin dayatmalarına mahkum kalıyor insanlar.
Kanser ve diyabet hastalıklarında sürekli artış beni korkutuyor. Hasılı
hem kredi veren banka, hem de insanları sürekli raporlu ilaçlara mahkum eden
zihniyet insanımızı mühim olan insanlık diyerek ayağa kaldıracağı yerde mühim
olan paradır deyip sürüm sürüm süründürüyor. Benden söylemesi. Allah
kredi çekmemeyi nasip etsin bizlere. Sürekli ilaca mahkum edecek hastalıklardan
uzak tutsun bizleri. Yetecek kadar para, yaşayacak kadar sağlık istiyoruz
ondan. 07.09.2017
* 25/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 25/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)