29 Haziran 2017 Perşembe

Tam size göre bir eş buldum

Messenger'i kullanmayı pek bilmem. Bu yüzden çok göz atmam o aleme. Bazen de bana bir vesile ulaşmak isteyenleri de böylece görmemiş olurum. Haberim olduğu zaman da iş işten geçmiş olur çoğu zaman. Şu ana kadar sene sonu olunca nota ihtiyacı olan öğrencilerden birkaç mesaj gördüm, "Hocam ben falan sınıftan filan. Şu kadar nota ihtiyacım var, lütfen yardımcı olur musun" şeklinde. Bu şekil istekleri bu aleme bakmadığım için sonradan görüyorum. Messenger çıkalı şimdi anlıyorum öğrencilerin öğretmenler odasını aşındırmamasını. Demek ki bu alem vasıtasıyla öğretmene ulaşıyorlar.

29/06/2017 günü yani okulların kapanmasından nice sonra öğrencilerden gelen not isteklerini görmüş oldum. Burada bir çağrı daha gördüm. Biri bana 04/04/2017 günü  "merhaba" diyerek bir çağrı atmış. Çağrı atalı iki buçuk ay olmuş ama "Kimdir, necidir, bunun talebi nedir" diye ben de "merhaba" dedim tanımadığım bu kişiye. Tanımadığımı belli etmemeye çalışıyorum, eğer tanıdık biri ise tanıyamadık demek ayıp olur diye. Bereket tanışmıyor muşuz. Bunun derdi bir başkaymış. Kopyalıyorum ki belki çözümü sizdedir.
-Merhaba
-Merhaba
-Merhaba, günaydın!
-Tanıyamadım.
-Tanismiyoruz
-Siz tanımadığınıza yazar mısınız böyle
-Can sikisindan...Ben aksaraydan
-Ne iş yaparsınız
-Ailemle yasiyorum...43 yaşındayım.
-İstanbul aksaray mı
-Ol olan (İl olan demek istedi sanırım)
-Tamam, İşin yok mu
-Isim yok
-Evli değilsiniz o zaman
-Degilim
-Bence evlenin, kendinize de bir iş bulun sıkılmazsınız
-Hayırlı bi es bulmak isterim abdestli namazli
-Böyle tanımadığınıza yazarak yanlış yapıyorsunuz...Size iyi günler
diyerek engelledim kendisini.

Okudunuz yazışmayı. Umarım derdini anlamışsınızdır. Bu misafirimin derdi not istemek değilmiş, evlenmek gibi bir derdi varmış. Sıkılıyor, çalışmıyor, evde bulmuş eline bir telefon, yazıyor, tanıdığına ve tanımadığına. Can sıkıntısını giderecek bir eş arıyor. Üstelik öyle kelli felli bir isteği de yok. Aradığı, “hayırlı bir eş, şöyle abdestli, namazlı.” olacak.
Anladığım kadarıyla eş arama yöntemleri de değişmiş, millet sanaldan arıyor artık aradığı ideal eşini. Eğer eş arıyorsanız ya nasibinizi bu şekil bekleyeceksiniz, çünkü bir gün sizin de kapınızı çalabilir, ya siz de Messenger vasıtasıyla tanımadıklarınıza yazıp şansınızı deneyeceksiniz. Yok ben böyle yapamam derseniz, hazır bana gelmiş biri var, ismini verebilirim size. Karşımdaki bayan mı erkek mi bilmem. Ama görünen ismi bayan ismi. Ailesiyle yaşadığına göre kuvvetle muhtemel bayan. Artık bahtınıza. Nasibinize bayan görünümlü erkek de çıkabilir, bayan görünümlü bayan da olabilir. Bence elinizi çabuk tutun. Şartını tekrar söylüyorum, sadece abdestli namazlı olmanız yeterli. Bu iyiliğimi de unutmayın.  
Messenger kullanmıyor musun? O zaman hiç şansın yok be kardeş!.. 29/06/2017

28 Haziran 2017 Çarşamba

Eğer bir suç toplumun çoğuna sirayet etmişse tavrımız ne olmalıdır?

İslam’da  işlenen suçlara karşı verilecek cezalar bellidir. Çünkü toplumun huzur ve refahı için mutlaka işlenen suça ceza verilmelidir.  Ceza uygularken de amaç suçluyu cezalandırarak diğer insanların o suçu yapmalarını önlemektir. İbreti alem dedikleri de bu olsa gerek.

İslam tarihinde bazı örnekleri incelersek işlenen suçlara bazı zamanlarda ceza verilmediğini görmekteyiz. Bunun nedenine gelince toplumda insanları suça iten illetler olduğunu görürüz.  Mesela, Hz Ömer zamanında hırsızlık yapan kimselere el kesme cezasının uygulanmadığını görürüz. Çünkü toplumda kıtlık vardır, devletin görevi de kıtlığa çözüm bulmaktır.  Devletin çözüm bulamadığı bir ortamda açlıkla karşı karşıya kalan insanların yaptığı hırsızlık cezaları ertelenmiştir.  Doğru da yapmıştır Hz Ömer. Çünkü sosyal adaletin sağlanamadığı zamanlarda hırsızlık olaylarının artmış olması Hz Ömer’i had cezalarını uygulamamaya itmiş olmalı. Hz Ömer’in haddi uygulamaması ayeti inkar anlamına gelmiyor. Burada toplumu hırsızlığa iten sebep açlık illetidir. Bir devletin öncelikli görevi de bu illeti ortadan kaldırmak olmalı diye düşünmüş olmalıdır.

Hz Ömer’in bu uygulaması pekala günümüzde bize ışık tutar diye düşünüyorum. Eğer bir suç toplumun büyük bir kesimini kapsamışsa suç işleyenlere ceza vermekten ziyade suça giden yolların kapatılması gerekir. İlletler ortadan kaldırmadan verilen cezalar insanları yine yeni suçlara itecektir. İslam’da ‘Seddü zerai’ adı verilen bir kavram vardır. Bu, ‘harama giden yolların kapatılması’ demektir. Eğer bir toplumda belli bir suçu işleyen insanların sayısı bir değil, iki değil, üç değil… yüz binleri bulmuşsa devleti yönetenler suçluyla mücadele etmek için önce suça iten illetleri yok etmeli, yani suça giden yolları tıkamalıdır. Ardından hala suç işlemek isteyenler olursa yakasına yapışmalıdır. Devleti yönetenlerin ‘Niçin bu kadar çok sayıda bir insanımız bu suça katıldı? Burada bizim hiç suçumuz yok mu’ diye düşünmelidir. Hatta ilk cezayı kendisine vermelidir. Nitekim yine Hz Ömer zamanında ‘Hatıb b. Ebi Belta’nın oğlunun iki kölesi, Muzeyne kabilesinden bir adamın devesini çaldıklarında efendileri onların ellerini kesmek istemişti. Fakat Hz Ömer, kölelerin efendisinin onları aç bıraktığını öğrenince onların ellerini kesmedi. Bilakis onların efendisini terbiye etmek için, ona çalınan devenin değerinin iki mislini ödeme cezası verdi.’ (islam.tr.net)

Örnekte görüleceği gibi burada Hz Ömer, hırsızlık yapanlara ceza vermekten ziyade onları aç bırakan efendilerini cezalandırma yoluna gitmiştir. Geçmişte ve günümüzde ülkeyi yönetenlerin ‘Tabiat boşluk kabul etmez’ sözünde olduğu gibi ortamı boş bıraktıklarından, sıkı tedbir almadıklarından, ihmal ettiklerinden dolayı eğer toplumun ekseriyeti suça karışmışsa, töhmet altındaysa önce görevini yapmadığı için devleti yönetenler kendi kendilerine bir öz eleştiri yapmalıdır. Suç işleyenler, suça karışanlar görmezden gelinsin demek istemiyorum. Mutlaka suç işleyenlerin yaptıkları yanlarına kar kalmamalı ama başkasının gözündeki çöpü görmeden önce kendi gözündeki merteği görmelidir devleti yönetenler.


Suça karışanlara ceza uygulamayan kişi alelade bir kişi değil, İslam’ın ikinci halifesi olmuş; basireti ve feraseti ile ön plana çıkmış ve devleti huzur ve mutluluk içerisinde on yıl yönetmiş ve adaletiyle ün yapmış bir kişiden bahsediyoruz. Allah Ömer’den razı olsun ve sayılarını artırsın. Sözde Ömer’i konuşan kimseler değil, özde Ömer olmamız dileklerimle. 28/06/2017

27 Haziran 2017 Salı

Çok mu Sitemkarım? *

Bayramda ziyaretime gelen bir dostum bana, neyin var dercesine "Sosyal medyadan takip ediyorum, çok sitemkâr yazıyorsun" dedi. Bayram ziyaretleri hasta ziyaretleri gibi olduğu için dostumun sorusuna sessiz kaldım. Çünkü bazı konular vardır ki meramını anlatabilmek için uzun zaman dilimine ihtiyaç olur. Misafirimi uğurladıktan sonra elim nedense bildiğim bir kelime olan sitem kelimesine gitti. Neymiş bir bakalım sitem?

Bir kimseye, bir davranışından ya da bir sözünden dolayı, üzüldüğünü, alındığını ve kırıldığını öfkelenmeden yumuşak bir biçimde söylemek” demekmiş sitem.  Gördüğünüz gibi çok da kötü anlama gelmiyormuş sitemli yazmak. Yaklaşık iki yıldır yazmaya çalışıyorum kendime ait olan ‘dilinkemigiyok.blogspot.com’ isimli bloğumda. Genelde değinmediğim bir konu kalmadı. Hatta aynı konuda birden fazla yazı kaleme aldım. Yazmaya başlarken hiç hesap kitap yapmadan öylesine yazdım. Sadece bir prensip edinmiştim kendime. O da dert edindiğim her konuyu ele almak şeklinde. Zaman zaman gündemi takip ettim, zaman zaman gündemin dışında kalan, fakat sorun olarak gördüğüm konuları ele almaya çalıştım. Şu konuda yazarsam şu kesim alınır diye bir endişe taşımadım. Falan kesim sevinir de demedim. Yazılarımda kendi bildiğim doğru ve yanlışlara yer verdim. Bir konu hakkında başkaları ne diyecek diyerek ‘bekle-gör’ politikası izlemedim. Genel itibariyle olayları değerlendirirken kişileştirmelere yer vermedim. Çünkü derdim kişiler olmadı hiçbir zaman. Hakaret zaten olmaz.

Niyetimde yazılarıma değinmek yoktu. Ama iş beni yazılarıma sürükledi. Tekrar sitemli yazılara gelirsek doğrusu dostum iyi tespit etmiş, yazılarımda hep sitemlere yer var. Olaylara, kişilere karşı sitemim var. Ama bu karamsar olduğum, olaylara olumsuz baktığım ve her şeye karşı geldiğim anlamına gelmez. Değindiğim konular aynı zamanda sadece benim meselem değildir. Toplum içerisinde yaşayan bir kimse olarak çoğu zaman gözlemlerimi aktarıyorum, görüştüğüm insanların hassasiyetlerini dile getirmeye çalışıyorum. Cepheleşme ve kutuplaşmalarda yer almamaya özen gösteriyorum. Olaylara eleştirel yaklaşmaya çabalıyorum. Eleştiri dedimse yapıcı eleştiri benimkisi. Yalakalığı hiç sevmedim, şirin görünmeyi beceremedim bir türlü.

Pekiyi, yaranabildim mi kimseye? Maalesef kimseye yaranamadım. Çünkü kapalı kapılar ardında görüşlerimi benimseyenlerin kapı önünde görmezlere geldiğine şahit oluyorum. Çoğu kimse renk vermemeye çalışıyor, acaba başıma bir şey gelir mi endişesini taşıyor. İnsanların çoğu ortamı koklamaya çalışıyor, nabza göre şerbet vermeyi de iyi beceriyor. Çünkü fincancı katırlarını ürkütmenin başına iş açacağına inandırmıştır kendisini.

Sitemkâr yazılar yazmaktan pişman mıyım? Asla. Hatta zevk alıyorum böylesi yazılarımdan. Çünkü hayat bazılarının göstermeye çalıştığı gibi toz pembe, bazılarının göstermeye çalıştığı gibi felaket değildir. Zira sosyal olaylarda tek doğru yoktur, doğruya giden birden fazla yol vardır. Doğru düşünülen her sosyal olayın mutlaka eksileri de olur. Bunlara dikkat çekmeye çalışıyorum.

Hasılı, sitemkâr yazmaya devam inşallah! Birilerinin işine gelse de gelmese de…En azından derdimi, dert edindiklerimi yazıya dökerek içimi boşaltıyorum. Yetmez mi bu! 27/06/2017

*21. 11. 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.