2 Mayıs 2017 Salı

Ahbap Çavuş İlişkisine Devam

Malumunuz okullarda yönetici olarak görev yapacaklar için yazılı sınavlar rafa kaldırıldı. Yerine sözlü mülakatlar ihdas edildi.

Yöneticilik yapmak isteyenler illerde kurulan komisyon marifetiyle sözlü mülakata giriyor. Yeterli yüksek puanı alan kişiler münhal okullar içerisinden tercih ettiği okullardan birisine atanmak üzere dört yıllığına görevlendirilmektedir. Görevini amirlerinin istediği şekilde yapan yönetici atandığı okulda dört yıl idareci olarak çalışır. Süresini dolduran yönetici ikinci dört yıl için yeniden mülakata girmek zorundadır. Yeniden mülakata girmeyen veya girdiği halde yeterli puanı alamayan yönetici uygun bir okula öğretmen olarak atanır. 

Yılda bir yönetici görevlendirme yönetmeliği değiştiği için belki bazı değişiklikler söz konusu olabilir. Ne kadar değişiklik olsa da sözlü mülakatla yönetici tercihi ve tercih edilen yöneticinin dört yıllığına görevlendirilmesi aynen yerini korumaktadır. Üstelik bir okula dört yıllığına görevlendirilenin yeri de garanti değildir. Milli Eğitim Müdürlüğünün teklifi ve valinin onayı ile herhangi bir yöneticinin görevi lüzum üzerine görev süresi dolmadan sonlandırılabilir. Bildiğim kadarıyla yöneticiler bu şekilde atanmaktadır.

2014 yılından beri yönetici atama işleri geçici bir görev olması ve atamanın sözlü mülakat yoluyla olması, atananların dört yıl sonrasını görememesi yönetici olmayı cazip olmaktan çıkarmıştır. Atanan yöneticilerin çoğu okulunda görev yapmakta olan öğretmenlerden daha az ücret almaktadır. Belki de tek avantajı –avantaj denirse- haftada girdiği ders yükü altı saate kadardır. İdareci iki saat girdiği takdirde okulundaki öğretmenlik görevini yerine getirmiş olur. Bundan sonrasını ise okulun işleyişi ile ilgili planlama yapmakla geçirir.

Sözlü mülakatları herkes eleştirmekle beraber nedense bir türlü vazgeçilmedi bu uygulamadan. Bu şekilde yapılan atama çoğunun nezdinde torpil ve adam kayırmacılığı olarak değerlendirilmektedir. Atanan kişi atandığı koltuğu ne kadar doldurursa doldursun, işinde ne kadar ehliyet ve liyakatlı olursa olsun birilerinin adamı olarak lanse edilmektedir. Aslında bu şekil bir atama yoluyla atanan kişinin onuru da korunmamış olmaktadır. Kim ne derse desin bu şekil bir atama çok su götürür. Adamını bulanın kendine bir yer kaptığı sistemdir bunun adı. Ehliyetli insana vermekten çok uzaktır. Ahbap-çavuş ilişkisini çağrıştırmaktadır. Sözlü mülakata girip başarılı olamayan veya girmeyen çoğu kimse: “Yönetici olarak tercih edilenler hep bir sendikanın veya iktidar partisinin adamları…” diyecek. Maalesef objektif atama kriteri konmayan başta mülakat olmak üzere hiçbir sistem eleştirilmekten kendini kurtaramayacaktır. Değer mi müktesep bir hak olmayan bir okul yöneticiliği için toplum nezdinde eleştiri almaya? Kanaatimce hiç gerek yok. Bu yol ve yöntemi geçer akçe olarak ortaya koyanlar yazılı bir sistemi mutlaka geri getirmelidirler. Eğer atanmasını istedikleri kişiler yazılı sınavını geçemiyorsa bunlar için yorgan yakmaya hiç gerek yoktur.

Devlet yetkilileri devlete aldığı her bir kişi için uyguladığı sözlü mülakattan hemen vazgeçmelidir. Mülakatı, devleti birinci derecede temsil edecek vali, kaymakam, il ve ilçe milli eğitim müdür, daire başkanı, emniyet amiri ve müdürü gibi kişiler için tercih etmelidir. Okul yöneticiliği gibi müktesep hak bile olmayan alt seviyedeki bir okul müdürlüğü için mülakatla seçme yoluna gitmemelidir. Alt seviyede uygulanan bu mülakat sisteminin toplumsal barışa hiçbir katkısı olmaz.

Sınav kriterine göre başarılı olan kişiyi okul yöneticiliğine atamadan önce iyi bir güvenlik soruşturmasından geçirme yolu tercih edilebilir. Güvenlik soruşturmasına göre atanmasında sakınca görülmeyen kişi, görevine atandıktan sonra gerekli rehberlik ve denetime tabi tutulur. Görevini ihmal eden, temsil kabiliyeti olmadığı anlaşılan, milli eğitimin amaçları çerçevesinde plan, program yapmayan yönetici deruhte ettiği görevinden el çektirilebilir. İstenirse objektif kriterler bulunabilir. Yeter ki istensin. 02/05/2017

Bahşiş

Eskiden köylerde düğün yapılırken düğün esnasında damada yardım eden arkadaşları olurdu. Evli olan sağdıcı, genelde bekar kalan arkadaşları da bayraktarı olurdu. Sağdıç evlilikle ilgili damada yardımcı olurken, bayraktarlar ise çatıya asılan düğün bayrağının dikilmesi, bayrağın taşınması, düğün yemeği verilirken yemek servisi yapma vb getir-götür işlerine bakarlardı. Çalınma riskine karşı bayrağı gözü gibi korurlardı. Düğün esnasında evlenecek arkadaşlarına karşı bu işi seve seve yaparlardı. Çünkü bu işler para ile değil, sıra ile idi. Yarın onlar evlenirken de diğer arkadaşları ona yardım edeceklerdi. Düğün bittikten sonra bayraktarlar damadın babasının yanına varırlar, düğün sahibinden para isterlerdi. Bu iş herkesin gözü önünde yapılırdı. Düğün sahibi gönlünden ne koparsa verirdi onlara harçlık yapmaları için. Az-çok dense de yapılan pazarlık sonucu iş tatlıya bağlanırdı. Sonunda evli evine, yolcu yoluna giderdi.

Günümüzde düğünler evlerin önünde yapılmasından ziyade salonlara taşındı. Artık ağız tadından, nişan ve nikahına varıncaya kadar salonlar kiralanıyor. Misafirlere ikramın yapılması için eskisi gibi bayraktarlara gerek kalmadı artık. Eskiden amatörce yapılan işler profesyonelleşti. Kiraladığın salonun görevlileri bu işi yapıyor. Karşılığında da ne vereceğini ilgili firma ile anlaşıp gerekli ödemeyi yapıyorsun. Her türlü hizmeti firma adına ücretli/maaşlı çalışanlar yapıyor bu işi. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun çalışanlarda. Ya yemek servisinden sonra ya da misafirlere pasta vb ikram yapılmadan önce çalışanlar seni yakalıyor o telaş esnasında. “Hocam bir saniye gelir misin” diye seni içeriye alıyorlar. Dışarıda misafirler beklerken senin önüne ikram edilecek nevaleden sana tattırmak isterler. Şimdi sırası değil desen de, “Hocam sana ikram etmeden misafirlere geçmeyiz, bizde usul bu” denince, iki alayım bari dersin, oturursun. Görevli ise sen yerken yanında ellerini ovuşturur. Bu ne bekler burada, ellerini niye ovuşturuyor diye sormana gerek yok. Eşek değilsin ya, o kadar da anla artık. Gözünün önüne firma yetkilisi ile anlaşma yaparken “Efendim bunun içinde garsoniye parası da var” sözü gelir gelmesine ama şimdi artık onun zamanı değil. Elemanların başı bu yüzsüzlüğü yapıyor. Sana düşen de isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü kara” misali yüzünü karartmamak için elini cebine atıyorsun. İstemeyerek de olsa bir şeyler veriyorsun.

20/10/2016 tarihinde "Beyefendi bizi  görmeyecek misiniz" başlıklı bahşişten bahşişi konu edinen bir yazı kaleme almış, aynı yazı 22/10/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde de yayımlanmış, kendi kendime toplumsal bir yaraya parmak bastım, üzerime düşen görevi yaptım, inşallah faydası olmuştur diye düşünmüştüm. Heyhat ki heyhat! 

Hiçbir ilerleme yok. Benim sorum olarak değindiğim konu hız kesmeden aynen yoluna devam ettiğini gördüm. Demek ki kendim yazmış, kendim okumuşum. Nefret ettiğim bu uygulamaya karşı başımda bekleyen görevliye   para verdim yine. Ben verince benimle beraber aynı masayı paylaşan ortağım da elini cebine attı. Akşamında duydum ki oğlumu da yakalamışlar bir yerde. Ondan da almışlar bahşişi.  Aynı yerde aynı işle ilgili gördükleri her bir kişiden para istemeleri yenilir yutulur cinsten değil. Bize yapılan bahşişinde ötesinde soygunculuk desem yeridir. Söyleyecek kelime bulamıyorum. Bu, olsa olsa yüzsüzlüktür.

Salonlarda yapılan bu adı konmamış, hesaba katılmamış bahşiş uygulamasını görünce eski düğünlerdeki bayraktarların düğün sahibinden istediği para aklıma geldi. Şimdiki modern haydutların yanında onların ki çok masum geldi bana. Çoğu, bir paket sigara parasına tav olurlar, sevine sevine giderlerdi. Şimdiki bahşiş beklentisi içerisine girenler ise çalışan eleman. Zaten parasını alıyorlar. Emeğinin karşılığını aldıkları yerde tekrar ikram sahibini bu şekilde ajite etmelerinin hiçbir izahı yok, masum tarafı yok. Bu bahşiş işinden patronların, işyeri sahiplerinin haberi varsa, haberi olduğu halde bu soygunculuğa sesini çıkarmıyorsa onlar adına üzülürüm. Bu toplumsal yaraya ancak onlar çözüm bulabilir. Ya anlaşma yapılırken çalışanlara verilmek üzere garsoniye bedeli eklenir. Ya da toplam bedelden elemanlara prim verilir. Yok böyle bir şey yapamayız denirse elemana "Bahşiş isterseniz iş akdiniz feshedilir" denmelidir.

Giden paranın miktarı önemli değil. Beni ne öldürür, ne de ondurur. Ama insanımızın bu açgözlülüğüne pes doğrusu diyorum. Allah gözlerini doyursun. Ben versem bile almamaları gerekiyor. Haydi içimden geldi, verdim, aldılar diyelim. Hissettirmek, etrafında pervane gibi dönmek, bahşişi hatırlatan eylemler yapmak hiç hoş değil.

Allah aşkına, emeğinize haram karıştırmayın. Maaşınızı yeterli görmüyorsanız, lütfen başka kapıya gidin. İş yok diyorsanız. Şimdiki yaptığınız dilencilikten farklı değil. Gidin dilencilik yapın. Böylece daha fazla kazanmış, daha fazla insan yolmuş olursunuz. 02/05/2017


1 Mayıs 2017 Pazartesi

Affetmek büyüklüktür *

Hz Muhammed için af makinesi dense umarım teşbihte hata yapmış olmayız. Çünkü cezalandırmaktan ziyade affetmeyi seçmiştir hep. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Ayetini kendisine düstur edinmiştir. Ömrünü insan kazanmaya vermiş desek yine yanılmayız.

Vatana ihanet suçu diyebileceğimiz büyük bir suç işlemeye teşebbüs eden Hatip bin Ebi Beltea’yı sorguladıktan sonra itirafını samimi bularak affetmiştir. Üstelik affetmekle de kalmamış: "Bedir ashabındandır" diyerek onurlandırmıştır Hatib’i. Mekke'yi fethettikten sonra peygamberliği boyunca kendisine kök söktüren, boykot uygulayarak açlığa terk eden, öldürmek isteyen, kendisiyle savaş üstüne savaş yapan Mekke'nin ileri gelen müşriklerini affetmiştir. Affetmesinin ardından büyük bir çoğunluğu Müslüman olmuştur.

Tebliğ görevi yapmak için gittiği Taifliler tarafından taşlanmış, vücudu yara bere içerisinde iken meleğin: "İstiyorsan Taif halkı yerle bir edilecek" demesine karşın "Ben rahmet peygamberiyim, olur ki onların soyundan namaz kılan bir nesil gelir" diyerek rahmeti gazabının önüne geçmiştir. Bunun semeresi olarak daha vefat etmeden Taif halkı topluca huzuruna gelerek Müslüman olmayı yeğlemiştir.

Medine'de kendisine kök söktüren, her türlü fitnenin içerisinde yer alan, eşi Hz Aişe'ye iftira atan münafıkların başı Abdullah b.Ubey b.Selül'ü dışlama yoluna gitmemiş, onu kazanmak için çaba sarf etmiştir.

Mekke'yi fethetme esnasında "Kim Ka'be'ye sığınırsa, kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" diyerek müşriklerin liderini taltif etmiş ve bunun sonucunda da onun Müslüman olmasını sağlamıştır.

Uhud Savaşında amcasını öldüren Vahşi'yi ve onun azmettiricisi Hind'iyi de cezalandırma yoluna gitmemiş ve "Sadece gözüme görünmeyin, çünkü sizi gördükçe amcam Hamza'yı hatırlıyorum" demiştir. 

Hz Muhammed’in affetmesine verebileceğimiz örnekleri çoğaltabiliriz. Ahzap süresi 21.ayette: “And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.” Denilerek Peygamberin bizim için örnek olduğu belirtilmektedir. İki sözümüzden biri onun hayatından örnekler veririz, ismi geçtikçe salavat getirir, senede iki defa doğum gününü kutlarız. Niçin onun affetmesini de örnek almayız. Hep cezalandırma ve dışlama yolunu seçeriz. İnsanımız bilerek veya bilmeyerek suça girmiş, suç işlemiş, kanmış, kandırılmış olabilir. Her suç işleyeni cezalandırarak ne suçu bitirebiliriz, ne de suçluyu. Affetme yolunu deneyerek birçoğunu kazanabiliriz. Allah Teala birçok ayetinde “Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever” buyurmaktadır. Allah’ın verdiği tövbe kapısını insanlardan esirgememek lazım. “Merhamet maraz doğurur” şeklinde bir itiraz dile getirilebilir. İşlediği suçtan dolayı affedilen insanın tekrar tekrar suç işlemesi karşısında caydırıcı cezalar verilirse kimsenin söyleyecek sözü olmaz.

Hele bir suç toplumun ekseriyetine şu ya da bu şekilde bulaşmışsa af yolunun seçilmesi  
toplumsal barış için elzemdir, aciliyet arz eder. 01/05/2017

* 22/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.