3 Mayıs 2017 Çarşamba

Eve girerken ayakkabınızı nerede çıkartıyorsunuz?

Yeni televizyon dizilerimiz nasıl bilmem ama bir kısım eski Türk filmlerinde bir uygulama dikkatimi çekerdi hep. Dışarıdan eve gelen kişiler geleneklerimizde yeri olmayacak şekilde ayakkabılarını çıkarmadan içeri girerler. İster köylü, ister şehirli, ister bağnaz, ister modern olsun Anadolu’nun hiçbir evine ayakkabı ile girilmez. Benim bildiğim ve gördüğüm bu. Olması gereken de budur zaten. Öyle zannediyorum eski Türk filmlerine damga vuranlar ülke insanına eve ayakkabı ile girme alışkanlığını yerleştirmeye çalıştılar ama çok başarılı olduklarını sanmıyorum. Çünkü bu adet bizim kültürümüze yabancı idi. Zaten tutmadı.

Anadolu’nun birçok yerinde eve ayakkabı ile girme ayıplanırken birçok kimsenin uyguladığı bir adet var. Bu uygulama eve ayakkabı ile girmekten beter bir durum gibi geldi bana. Bazıları bir eve misafirliğe geldiği zaman evin eşiğine yaklaştığı zaman ayakkabılarını çıkararak başka ayakkabıların çıkarıldığı beton, karo, mozaik vb yerlere basarak içeriye giriyor. Bunu yapanın sayısı az da değil. Şehirlisi de onu yapıyor, köylüsü de, yaşlısı da yapıyor, genci de. Bu uygulama ile ha eve ayakkabı ile girmişsin ha ayakkabısız. Gerçekten bunun mantığını kavrayamadım gitti. Nazım geçen biri olsa niçin böyle yaptığını soracağım. Öyle ya! Öğrenmenin yaşı-başı olmaz. Bu konuda cahil kaldığımı itiraf ediyorum. Benim bildiğim ayakkabıyı çıkarırken evin eşiğine iyice yaklaşılır. Önce sağ ayak çıkarılır eşiğin önünde paspas vb varsa ona, yoksa kapının eşiğine basılır, sonra diğer ayakkabı çıkarılarak eve adım atılır.

Evin kapısına gelmeden ayakkabısını çıkararak kirli yerlere ayağını basarak gelenler bu işi temizlik adına yapıyorlarsa bilsinler ki bunun adı temizlik değil, pisliğin daniskasıdır. Acaba senin eşiğine pis ayakkabımla gelmem, ancak ayağımla gelirim mi demektir bunun adı? Yoksa, ben misafirim benim her türlü kahrımı çekeceksin, evinin anasını ağlatayım, ben gittikten sonra rahat etmeyeceksin; evin her bir yerini, köşesini silip süpüreceksin. Ben öyle ucuz misafir değilim, kendimi ağıra satarım mı demektir? Ya da ben senin sabrını ölçüyorum. Çünkü ben bu evden ayrıldıktan sonra ev sahibine dua edeceğim. Benim duam kabul olur. Bu kadar da zahmetime katlan mı demektir?

Belki farkındasınız belki de değilsiniz? Bu ayakkabıyı evin kapısına gelmeden yarım ya da bir metre öteden çıkarıp içeriye halının üzerine basa basa gelmek, ardından koltuğa oturmak bana hiç hijyen ve etik  gelmedi. Çünkü o evde halının üzerinde çoğumuz seccade sermeden namaz kılmaktadır. Gittiğim her eve girerken gerekli özeni gösteririm. Ayakkabıyı nereye çıkaracağım, ayağımı nereye basacağım,  konusunda tereddüt yaşarsam ev sahibine ayakkabımı nereye çıkarıp nereye basacağımı sorarım. Hatta bazı ev sahiplerinin “Fark etmez, nereye basarsan bas” cevabını duyunca garipsemiyor değilim. Misafir herkesin başının tacıdır. Gerekli izzet ve ikramı göstermek bizim kültürümüzde vardır.

Şaka yaptığımı falan sanmayın. Ben kimseye soramadım. Ne olur, ayakkabısını evin ta ilerisinden çıkararak kapıya kadar pis ve kirli yerlere basarak gelen bir kimseyi görürseniz “Niçin böyle yaptığını bir sorun.” Benim merakım da bu. Sizden başka bir şey istemiyorum. Herhalde benim gibi yaşlı birinin bu isteğini kırmazsınız. 03/05/2017



2 Mayıs 2017 Salı

Ahbap Çavuş İlişkisine Devam

Malumunuz okullarda yönetici olarak görev yapacaklar için yazılı sınavlar rafa kaldırıldı. Yerine sözlü mülakatlar ihdas edildi.

Yöneticilik yapmak isteyenler illerde kurulan komisyon marifetiyle sözlü mülakata giriyor. Yeterli yüksek puanı alan kişiler münhal okullar içerisinden tercih ettiği okullardan birisine atanmak üzere dört yıllığına görevlendirilmektedir. Görevini amirlerinin istediği şekilde yapan yönetici atandığı okulda dört yıl idareci olarak çalışır. Süresini dolduran yönetici ikinci dört yıl için yeniden mülakata girmek zorundadır. Yeniden mülakata girmeyen veya girdiği halde yeterli puanı alamayan yönetici uygun bir okula öğretmen olarak atanır. 

Yılda bir yönetici görevlendirme yönetmeliği değiştiği için belki bazı değişiklikler söz konusu olabilir. Ne kadar değişiklik olsa da sözlü mülakatla yönetici tercihi ve tercih edilen yöneticinin dört yıllığına görevlendirilmesi aynen yerini korumaktadır. Üstelik bir okula dört yıllığına görevlendirilenin yeri de garanti değildir. Milli Eğitim Müdürlüğünün teklifi ve valinin onayı ile herhangi bir yöneticinin görevi lüzum üzerine görev süresi dolmadan sonlandırılabilir. Bildiğim kadarıyla yöneticiler bu şekilde atanmaktadır.

2014 yılından beri yönetici atama işleri geçici bir görev olması ve atamanın sözlü mülakat yoluyla olması, atananların dört yıl sonrasını görememesi yönetici olmayı cazip olmaktan çıkarmıştır. Atanan yöneticilerin çoğu okulunda görev yapmakta olan öğretmenlerden daha az ücret almaktadır. Belki de tek avantajı –avantaj denirse- haftada girdiği ders yükü altı saate kadardır. İdareci iki saat girdiği takdirde okulundaki öğretmenlik görevini yerine getirmiş olur. Bundan sonrasını ise okulun işleyişi ile ilgili planlama yapmakla geçirir.

Sözlü mülakatları herkes eleştirmekle beraber nedense bir türlü vazgeçilmedi bu uygulamadan. Bu şekilde yapılan atama çoğunun nezdinde torpil ve adam kayırmacılığı olarak değerlendirilmektedir. Atanan kişi atandığı koltuğu ne kadar doldurursa doldursun, işinde ne kadar ehliyet ve liyakatlı olursa olsun birilerinin adamı olarak lanse edilmektedir. Aslında bu şekil bir atama yoluyla atanan kişinin onuru da korunmamış olmaktadır. Kim ne derse desin bu şekil bir atama çok su götürür. Adamını bulanın kendine bir yer kaptığı sistemdir bunun adı. Ehliyetli insana vermekten çok uzaktır. Ahbap-çavuş ilişkisini çağrıştırmaktadır. Sözlü mülakata girip başarılı olamayan veya girmeyen çoğu kimse: “Yönetici olarak tercih edilenler hep bir sendikanın veya iktidar partisinin adamları…” diyecek. Maalesef objektif atama kriteri konmayan başta mülakat olmak üzere hiçbir sistem eleştirilmekten kendini kurtaramayacaktır. Değer mi müktesep bir hak olmayan bir okul yöneticiliği için toplum nezdinde eleştiri almaya? Kanaatimce hiç gerek yok. Bu yol ve yöntemi geçer akçe olarak ortaya koyanlar yazılı bir sistemi mutlaka geri getirmelidirler. Eğer atanmasını istedikleri kişiler yazılı sınavını geçemiyorsa bunlar için yorgan yakmaya hiç gerek yoktur.

Devlet yetkilileri devlete aldığı her bir kişi için uyguladığı sözlü mülakattan hemen vazgeçmelidir. Mülakatı, devleti birinci derecede temsil edecek vali, kaymakam, il ve ilçe milli eğitim müdür, daire başkanı, emniyet amiri ve müdürü gibi kişiler için tercih etmelidir. Okul yöneticiliği gibi müktesep hak bile olmayan alt seviyedeki bir okul müdürlüğü için mülakatla seçme yoluna gitmemelidir. Alt seviyede uygulanan bu mülakat sisteminin toplumsal barışa hiçbir katkısı olmaz.

Sınav kriterine göre başarılı olan kişiyi okul yöneticiliğine atamadan önce iyi bir güvenlik soruşturmasından geçirme yolu tercih edilebilir. Güvenlik soruşturmasına göre atanmasında sakınca görülmeyen kişi, görevine atandıktan sonra gerekli rehberlik ve denetime tabi tutulur. Görevini ihmal eden, temsil kabiliyeti olmadığı anlaşılan, milli eğitimin amaçları çerçevesinde plan, program yapmayan yönetici deruhte ettiği görevinden el çektirilebilir. İstenirse objektif kriterler bulunabilir. Yeter ki istensin. 02/05/2017

Bahşiş

Eskiden köylerde düğün yapılırken düğün esnasında damada yardım eden arkadaşları olurdu. Evli olan sağdıcı, genelde bekar kalan arkadaşları da bayraktarı olurdu. Sağdıç evlilikle ilgili damada yardımcı olurken, bayraktarlar ise çatıya asılan düğün bayrağının dikilmesi, bayrağın taşınması, düğün yemeği verilirken yemek servisi yapma vb getir-götür işlerine bakarlardı. Çalınma riskine karşı bayrağı gözü gibi korurlardı. Düğün esnasında evlenecek arkadaşlarına karşı bu işi seve seve yaparlardı. Çünkü bu işler para ile değil, sıra ile idi. Yarın onlar evlenirken de diğer arkadaşları ona yardım edeceklerdi. Düğün bittikten sonra bayraktarlar damadın babasının yanına varırlar, düğün sahibinden para isterlerdi. Bu iş herkesin gözü önünde yapılırdı. Düğün sahibi gönlünden ne koparsa verirdi onlara harçlık yapmaları için. Az-çok dense de yapılan pazarlık sonucu iş tatlıya bağlanırdı. Sonunda evli evine, yolcu yoluna giderdi.

Günümüzde düğünler evlerin önünde yapılmasından ziyade salonlara taşındı. Artık ağız tadından, nişan ve nikahına varıncaya kadar salonlar kiralanıyor. Misafirlere ikramın yapılması için eskisi gibi bayraktarlara gerek kalmadı artık. Eskiden amatörce yapılan işler profesyonelleşti. Kiraladığın salonun görevlileri bu işi yapıyor. Karşılığında da ne vereceğini ilgili firma ile anlaşıp gerekli ödemeyi yapıyorsun. Her türlü hizmeti firma adına ücretli/maaşlı çalışanlar yapıyor bu işi. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun çalışanlarda. Ya yemek servisinden sonra ya da misafirlere pasta vb ikram yapılmadan önce çalışanlar seni yakalıyor o telaş esnasında. “Hocam bir saniye gelir misin” diye seni içeriye alıyorlar. Dışarıda misafirler beklerken senin önüne ikram edilecek nevaleden sana tattırmak isterler. Şimdi sırası değil desen de, “Hocam sana ikram etmeden misafirlere geçmeyiz, bizde usul bu” denince, iki alayım bari dersin, oturursun. Görevli ise sen yerken yanında ellerini ovuşturur. Bu ne bekler burada, ellerini niye ovuşturuyor diye sormana gerek yok. Eşek değilsin ya, o kadar da anla artık. Gözünün önüne firma yetkilisi ile anlaşma yaparken “Efendim bunun içinde garsoniye parası da var” sözü gelir gelmesine ama şimdi artık onun zamanı değil. Elemanların başı bu yüzsüzlüğü yapıyor. Sana düşen de isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü kara” misali yüzünü karartmamak için elini cebine atıyorsun. İstemeyerek de olsa bir şeyler veriyorsun.

20/10/2016 tarihinde "Beyefendi bizi  görmeyecek misiniz" başlıklı bahşişten bahşişi konu edinen bir yazı kaleme almış, aynı yazı 22/10/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde de yayımlanmış, kendi kendime toplumsal bir yaraya parmak bastım, üzerime düşen görevi yaptım, inşallah faydası olmuştur diye düşünmüştüm. Heyhat ki heyhat! 

Hiçbir ilerleme yok. Benim sorum olarak değindiğim konu hız kesmeden aynen yoluna devam ettiğini gördüm. Demek ki kendim yazmış, kendim okumuşum. Nefret ettiğim bu uygulamaya karşı başımda bekleyen görevliye   para verdim yine. Ben verince benimle beraber aynı masayı paylaşan ortağım da elini cebine attı. Akşamında duydum ki oğlumu da yakalamışlar bir yerde. Ondan da almışlar bahşişi.  Aynı yerde aynı işle ilgili gördükleri her bir kişiden para istemeleri yenilir yutulur cinsten değil. Bize yapılan bahşişinde ötesinde soygunculuk desem yeridir. Söyleyecek kelime bulamıyorum. Bu, olsa olsa yüzsüzlüktür.

Salonlarda yapılan bu adı konmamış, hesaba katılmamış bahşiş uygulamasını görünce eski düğünlerdeki bayraktarların düğün sahibinden istediği para aklıma geldi. Şimdiki modern haydutların yanında onların ki çok masum geldi bana. Çoğu, bir paket sigara parasına tav olurlar, sevine sevine giderlerdi. Şimdiki bahşiş beklentisi içerisine girenler ise çalışan eleman. Zaten parasını alıyorlar. Emeğinin karşılığını aldıkları yerde tekrar ikram sahibini bu şekilde ajite etmelerinin hiçbir izahı yok, masum tarafı yok. Bu bahşiş işinden patronların, işyeri sahiplerinin haberi varsa, haberi olduğu halde bu soygunculuğa sesini çıkarmıyorsa onlar adına üzülürüm. Bu toplumsal yaraya ancak onlar çözüm bulabilir. Ya anlaşma yapılırken çalışanlara verilmek üzere garsoniye bedeli eklenir. Ya da toplam bedelden elemanlara prim verilir. Yok böyle bir şey yapamayız denirse elemana "Bahşiş isterseniz iş akdiniz feshedilir" denmelidir.

Giden paranın miktarı önemli değil. Beni ne öldürür, ne de ondurur. Ama insanımızın bu açgözlülüğüne pes doğrusu diyorum. Allah gözlerini doyursun. Ben versem bile almamaları gerekiyor. Haydi içimden geldi, verdim, aldılar diyelim. Hissettirmek, etrafında pervane gibi dönmek, bahşişi hatırlatan eylemler yapmak hiç hoş değil.

Allah aşkına, emeğinize haram karıştırmayın. Maaşınızı yeterli görmüyorsanız, lütfen başka kapıya gidin. İş yok diyorsanız. Şimdiki yaptığınız dilencilikten farklı değil. Gidin dilencilik yapın. Böylece daha fazla kazanmış, daha fazla insan yolmuş olursunuz. 02/05/2017