10 Nisan 2017 Pazartesi

Bahar ve öğrenciler*

Mevsimler, Allah'ın insanlığa bahşettiği nimetlerdendir. Her mevsimin kendine göre güzellikleri vardır. Malumunuz bu sene kış çetin geçti, büyüklerimizin anlattığı eski kışlardan birini yaşadık. Kışın sembolü olan beyaz örtü aylarca cadde, sokak ve çatılarımızı  süsledi. Milletçe baharın gelmesini bekledik. İnsanoğlu olarak aciz ve aceleci bir varlığız. Yazın sıcaktan bunalır, kışı isteriz; kışın donunca da baharı iple çekeriz.

Bahar her birimizin arzu ettiği mevsim. Nihayet baharı da gördük. Halen baharı yaşıyoruz. Baharı gördük görmesine ama bu mevsim de kendisinde riskler barındırıyor. Keremine şükür! Mutlaka bir bildiği vardır. Birkaç gündür kendisini iyiden iyiye hissettiren soğuklar inşallah çiçek açan meyve ağaçlarını üşütüp nasibimizi götürmez. Meyve ağaçlarının üşüme riski yanında Güneş’i görünce sıkı giyinmeyi bırakan bizler de üşümekten nasibimizi alıp hastalanabiliyoruz.

Baharla birlikte ÖSYM ve MEB’in sınav maratonu da başlar. Malumunuz geceler kısalmaya başladı. Çoğumuzda bir uyku problemi baş gösterdi. Çünkü uzun kış geceleri geride kalmaya başladı. YGS sınavına girip barajı aşanları -üniversiteye girebilmek için- şimdi de haziran ayında girecekleri LYS’ler bekliyor. Liseye gidecek ortaokul öğrencilerinin gireceği TEOG sınavı ise 26-27 Nisan’da yapılacak. Yaklaşan bu sınavlara öğrencilerin daha çok çalışması, sınava odaklanması beklenir. Ama nedense sınav yaklaştıkça öğrencilerde bir rehavet havası, bir boş verme baş göstermektedir. Anne-baba ve öğretmenler “haydi son bir gayret” diye çabalarken sınava girecek öğrenciler ise su koyuveriyor. Öğrenciler sınavın önemli olduğunu, bu yüzden bilinçli çalışmaları gerektiğini bilmelerine rağmen ders çalışma, derse odaklanma sorunu yaşamaktadırlar. Çocuğunun boş vermişliğini gören veli: “Çalışmayı bırakıverdi” serzenişlerinde bulunmaya başlıyor. Aslında bu da baharın getirdiği bir rehavet olsa gerek.

Çiçek açan meyveler üşürse demek ki nasibimiz yokmuş, bu sene de az yiyelim, deriz. Hastalanırsak vücudumuzun sadakasıdır. Ortalık hastalığı der, atlatırız. Sınava girecek öğrencilerin ise telafisi yok. Özellikle eleme usulüne dayalı, sınav odaklı eğitim sistemimizde boş vermenin maliyeti ağır olur maalesef. Sınav sistemini eleştirsek de, yanlış olduğunu bilsek de bir yere tutunabilmek için yanlışı yanlışla telafi etmek zorundayız. Bu yüzden baharın rehavetine kapılarak ders çalışmayı es geçen öğrenciler kendilerine yazık ederler. TEOG’a girecek 8.sınıf öğrencileri geriye kalan son iki haftayı iyi değerlendirmeleri gerekir. Hiçbir anne-baba ve öğretmen, çocuklarından/öğrencilerinden kapasitelerinin üzerinde bir efor istemiyor. Herkesin istediği öğrencilerin kapasitelerini tam kullanmalarıdır. Kendisindeki cevherin farkına varamadan eldeki imkanları çok iyi değerlendirmeyen öğrenciler mutlaka bu boşa geçirdikleri günlerin pişmanlığını duyacaklardır. Dört yıl boyunca hedefi olmayan öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir okulda okumak pişmanlıklarını daha da artıracak, keşke biraz daha bakıp iki net daha fazla yapsaydım diye hayıflanıp duracaklardır. İşte o zaman son pişmanlık fayda vermeyecektir.

Eğitim ve öğretim özellikle sınavlarımız boşluk kabul etmez. Şakayı hiç götürmez. Bu yüzden öğrenciler kötü bir sonla karşılaşmamak için hedefleri doğrultusunda kendilerine bir plan ve program yapmalıdır. Çok çalışsınlar demiyorum. Bilinçli çalışsınlar. Bir sorunun, bir konunun mantığını kavramaya yönelsinler. Ellerinden gelen gayreti göstersinler. Çalışmak onlardan başarı ise Allah’tandır. 10/04/2017

* 12/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Nisan 2017 Cumartesi

Suçlu avına çıkmak

İslam’da korunması gereken beş temel esas vardır. Bunlar: dinin, aklın, malın, canın ve neslin korunmasıdır. İnsanlığın temel hak ve hürriyetleri de denebilir. İnsanların sağlıklı ve güven içerisinde yaşayabilmesi için insanlığın olmazsa olmazıdır.

Bu beş temel esası korumak için İslam bu suçu işleyenlere ağır müeyyideler koymuştur, caydırıcı olsun diye. Bazıları bu cezaları duyunca hemen İslam dininin ceza anlayışını eleştiri konusu yapmaktadır. Cezalardan amaç caydırıcı olmasıdır. Geride kalanlara ibret olsun demektir. İslam’ın ceza anlayışındaki hikmeti anlayabilmek için devletlerin ceza yasasında gerekli düzenlemeleri yapmasına rağmen suçların bir türlü önüne geçemediği, insanların suç makinesi gibi olduğu göz önüne getirilirse İslam’ın ceza vermedeki mantığı daha iyi kavranılmış olur. Nesli fesada uğratan, aile yapısını bozan ve neslin sağlıklı bir şekilde gelmesinin önüne geçen zinayı da neslin korunması için  İslam dini yasaklar. Hatta bırakın zina etmeyi, “Zinaya yaklaşmayın” diyerek işin ciddiyetine işaret etmektedir. Zina edenlere yüz sopa vurma ayeti gelmeden önce Tevrat’ın hükmüne göre peygamberin recim cezasını uyguladığına dair hadis kaynaklarımızda rivayetler vardır. Aşağıda peygamberin uyguladığı iki recim cezası uygulaması okuyacaksınız.

Mâiz b. Mâlik, Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Resulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tespit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Resulullah (s.a.s) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi" (Müslim, Hudûd, 22)
*
Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Müslim, Hudûd, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudûd, II). Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, nakledilir. (Enfal.de)

Hadisleri dikkatlice okursak beş temel ilkeden biri olan neslin korunmasıyla ilgili cezayı uygulamamak için peygamberimizin -tabir yerinde ise- ipe un sermeye çalıştığını görüyoruz.

Günümüze gelirsek hem devletin hem de çoğu kimsenin suçlu bulmak, suçlu aramak, suçluya cezasını vermek için kılı kırk yardığını görüyoruz. Üstelik çok da iştahlılar. Suçlu yakalandıkça sevinçten dört köşe oluyorlar. Oturduğu yerden suçlu tarifi yapıyor, hatta eliyle gösteriyor; alın götürün, cezasını verin dercesine. Suçlu avına çıkılıyor. Hem hakim, hem savcı rolüne bürünerek. Üstelik peygamberin, uyguladığı recim cezalarından sonra “Onlar için dua edin” dediğini unutarak ya da görmezden gelerek hiç de üzüntü duymuyorlar. Yazık gerçekten, çok yazık! Umarım el ile gösterilen suçlular gerçek suçlulardır...08/04/2017

Mevzuata uygun ölmek ister misin?

“Belli bir konuda yürürlükte bulunan yasal düzenlemeler…bir ülkede yürürlükte bulunan yasa, tüzük, yönetmelik, kararname vb.nin tümü” demektir mevzuat. Bir ülke yönetiminin olmazsa olmazıdır. Bu yüzden mevzuat olmalıdır. Yoksa kaos ve kargaşa eksik olmaz yönetimlerde. Fakat mevzuat hep halkın ve olayların önünden giden olmalıdır. Arkada kalırsa çözüm yerine ayak bağı olur. Hiçbir anlamı kalmaz. Hatta sıkıntı verir. Hele bir de hiç inisiyatif alamayan gölgesinden korkan bir bürokratın elinde olursa böyle bir mevzuat. Ölürsün de ağlayanın olmaz. Çünkü hiçbir yarana merhem olmaz.

Mevzuatın ne olduğunu anlatmaya çalışacağım ama ne kadar da anlatsam aşağıdaki fıkra gibi anlatamam. Birlikte okuyalım. (Fıkrayı sanal alemde paylaşan Mehmet CÖMERT’e teşekkür ederim.)

“Bir bürokrat görevi gereği, emrinde çalışanları yerinde görmek, denetlemek için Şehir'den Kasaba'ya doğru gidiyormuş. Yolda bir köyde, sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş, nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.
"İmdat" diye bağırmış.
"Boğuluyorum. Kurtarın beni!"
O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.
Bürokrat, "Bataklığa düştüm. Kurtar beni!"
Köylü, "Geçmiş olsun" demiş
Ama kurtarmak için hiç gayret göstermiyor.
Hani neredeyse dönüp gidecek.
Bürokrat paniklemiş ister istemez,
"Lütfen" diye yalvarmış.
"Bir dal uzat. Kurtar beni!"
Köylü, "Olmaz" demiş.
"Sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin.
Hazine malından bir şey almak suçtur!"
"Sen, dalga mı geçiyorsun" diye bağırmış
Ağzına dolan çamurlarla bürokrat
"Ölüyorum. Kurtar beni!"
Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş.
"Ben Hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem.
Fakat, seni böyle bırakacak değilim.
Gidip muhtara haber vereceğim.
O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka.
Malmüdürüne talimat verilir.
Şayet, Hazine arazisi değilse,
İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar..."
"Yahu" demiş bürokrat,
"Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm."
Köylü gülmüş.
"Ben ölmezsin demiyorum ki" demiş.
"Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!"...”


Allah kimseyi bu fıkrada olduğu gibi mevzuata uygun ölmeyi nasip etmesin, herkese hayırlı ömürler versin. 08/04/2017